Dünya edebiyatın belki de ‘en büyük yalnızı’ Cesare Pavese’ydi. Bilinene göre tek yakın arkadaşı lisedeyken intihar etmiş, yazarın giderek içine gömüldüğü yalnızlığı yaşamının sonuna dek devam etmişti. Haliyle bu buhran yapıtlarına da büyük ölçüde sirayet etmiştir yazarın, tek bir yapıtı hariç; Yoldaş (II Compagno, 1947).
Yoldaş’ta, Yusuf Atılgan’ın C.’si gibi, ‘zengin değil ama paralı’ olan bir yarı-aylağın, Torinolu Pablo’nun –ki yazarın kendisi de Torino’ludur ve bu şehir başta Ay ve Şenlik Ateşleri olmak üzere yazarın bütün yapıtlarında önemli bir yerteşkil eder- öyküsünü anlatır Pavese bize. Yarı-aylak diyorum, çünkü Pablo ailesinin dükkanında tam manasıyla bir çalışan değildir, tabir yerindeyse arada bir takıldığı, boşluğa düşmemek için tutunduğu bir daldır bu mekan onun için. Diğer zamanlarında ise gitar çalar Pablo, ama bunu da tam olarak içselleştirebildiği söylenemez. Sıkılır gitar çalmaktan. Diğer yandan, bu işi profesyonelliğe de dökmeye karşıdır. Herkes ona para için bir lokantada çalmasını öğütlemesine rağmen, o bunu ısrarla kabul etmez.
Pablo, ilk bakışta kaygısız, boş bir adam gibi görünse de, varoluşsal bir eksiğin peşinde koşar durur aslında. Bir motorsiklet kazası sonucu yatalak kalan arkadaşı Amelio’nun durumu ona büyük azap vermekle birlikte, içten içe bundan büyük bir haz da alır. Etrafında çok sevilen, yakışıklı Amelio’nun yerinde olmak ister Pablo bilinçaltında sanki. Buna sevgilisi Linda’yla beraber olarak başlar. Linda’yla birlikte iyice Amelio’laşır, onun gibi düşünmeye, yaşamaya başlar. Zaten daha sonrasında, Amelio gibi onun da Mussolini karşıtı devrimci saflara katıldığını, bunun için hapse bile düştüğünü görürüz. Pavese, Pablo’nun hikayesiyle aslında Amelio’nun da hikayesini anlatmıştır bir bakıma.
Pablo, her ne kadar alışılagelmiş Pavese karakterlerinden çok farklı olsa da, diğerleriyle çok büyük bir ortak özelliği vardır; kadınlar hakkında düşünceleri. Amelio’ya yaptığını Pablo’ya da yapan, onu ortada dımdızlak bırakıp giden Linda, Pablo’nun kadınlara bakışını biçimlendirmesini sağlar. Bu andan sonra Pablo, birlikte olduğu kadınlara pek değer vermez, onları sıradan görür. Gerçek hayatında Pavese’nin kadınlar yüzünden çok fazla yıkıma uğradığı göz önüne alınacak olursa; Pablo’nun, Pavese’nin olmak istediği, isteyeceği türden bir adam olduğunu, yani süper-egosu olduğunu söyleyebiliriz sanıyorum.
İnsan düşünmeden edemiyor, geleceğe umutla bakan böylesi bir romanı kaleme alabilen bir yazar nasıl intihar eder. Evet, Cesare Pavese 1950 yılında bir otel odasında kendi elleriyle yaşamını noktaladı. En iyimser karakterlerinden Pablo bile, hayata sıkı sıkıya bağlı olsa da, ihtiharı iki kez geçirir aklından; birincisi Linda yüzünden, ikincisi de yoldaşlarının tutukluluğundan duyduğu acı sebebiyle. İntihar, yazarın her yapıtında satırlar arasında belli belirsiz, görünmez, ancak sezilebilecek bir heyula gibi dolanır durur. Son nefesine değin yazan Pavese, intihar pusulasına şu satırları düşer: “Herkesi bağışlıyorum ve herkesten özür diliyorum. Sözcükler yok. Sadece eylem. Bundan böyle yazmayacağım.”
1935’te bir yayınevinde çalıştığı sıralarda anti-faşist çalışmaları yüzünden gözaltına alınan Pavese, bir yıl hapis yattı. Pablo da, siyasi toplantılara katıldığı şüphesiyle tutuklanıyor ve Pavese’ye benzer biçimde kısa bir süre hapis yatıyor finale doğru. Böylelikle Torino’lu bir aylağın, siyasal bilince haiz bir devrimciye dönüşmesine şahit oluyoruz Yoldaş’ta adım adım. Yoldaş, Pavese’nin en önemli eseri değil belki, ama yeni başlayacaklar için iyi bir tercih sayılabilir. Son olarak, Rekin Teksoy‘un usta işi çevirisinin kitaba ayrı bir lezzet kattığını da belirtelim.