Çağıl Nurhak Aydoğdu ve Özge Aras, iki genç sinemacı. Yarım; beraber yazdıkları, Aydoğdu’nun ilk uzun metraj yönetmenlik denemesi. Malatya Film Festivali’nden Kemal Sunal Halk Jürisi ve Jüri Özel Ödülleri ile dönen bu iki iyi arkadaşla, gösterim sonrası bir araya gelip eğlenceli bir sohbet gerçekleştirdik.
Serkan Çellik
Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema Televizyon 2004 mezunu Çağıl Nurhak Aydoğdu, aynı mahalleden lise arkadaşı Özge Aras ile İstanbul’a gelip o sıralar Beyza’nın Kadınları’nı çeken Mustafa Altıoklar’ın asistanı olarak işe başlamışlar. Bu dönemi komik bir anekdotla anıyorlar. Altıoklar’ın yanına gidip, “sinema sektörü nereye gidiyor diye baktık ve sizinle çalışmayı seçtik” minvalinde bir giriş yapmışlar. İzmir’den gelen iki tanınmamış genç olarak “biz sizi seçtik” gibi bir cümle kurmaları hala aralarında espri konusuymuş. Altıoklar’ın adını anarsak insanlar bunu kullandığımızı düşünür mü diye akıllarına geliyor sonra ve konuyu değiştiriyoruz. Televizyona geçmeleri Emret Komutanım, Annem ve Doktorlar gibi projelerle olmuş. Mehmet Altıoklar ise Yarım’ın yapım danışmanı.
Yönetmenlik isteği üniversiteden önce varmış ve işin görsel estetiğinden çok hikaye anlatma kısmı Aydoğdu’yu cezbediyormuş. Yarım’ın en güçlü yanının senaryo olduğunu düşünüyor. Bu işe hadi bir film çekelim diye başlamamışlar. 2012 sonu anneannesini kaybeden Aydoğdu yaşadığı derin üzüntüden bir türlü çıkamayınca, kendini sağaltmak için İstanbul’dan Malatya’ya gelin giden anneannesinin yaşadıklarını senaryo haline getirmeye başlamış. Bu süreç terapi gibi gelmiş ve Özge Aras ile hikayeyi geliştirmeye başlamışlar. Standart senaryo aşamaları yerine duygusal bir akış şeklinde gerçekleşmiş yazım süreci. Gerisini onlardan dinleyelim:
Film başladığı anda “yeni bir çocuk gelin filmimiz oldu” diye düşündüm ancak izledikçe başka bir derdiniz olduğu ortaya çıktı. Çıkış noktanız neydi?
ÇNA: Çocuk gelin filmi değil bu, gerçekten bunun üzerine gitmedik, umudun filmi bu.
İlk film acemiliklerini taşımakla suçlandınız?
ÇNA: İlk film acemiliği diye bir şey yok aslında. Acemilik diyebiliriz. Beşinci, altıncı filmde de yapılabilir. Bize yöneltilen eleştiriler müzik kullanımı ve slow motion (yavaşlatılmış görüntüler) hakkında. Bunlar benim yönetmen olarak tercihlerim. İlk filmini çeken yönetmenlerin elinde sanki bir liste var: Slow motion kullanmamalıyım, ön jenerik kullanmamalıyım, künye siyah üzerinde akmalı, müzik olmamalı… Bunları yaparsam iyi yönetmen olacağım sanıyorlar. Biz aslında risk aldık. Erol Adilçay ile çalıştık kurguda. Slow motion sevilmiyor, kullanmayalım dedim, o da “duyguları nasıl geçireceğiz karşı tarafa” diye sordu ve ikna olduk Erol beyin fikrine.
ÖA: Senaryo da riskli. Sanat filmi senaryosu değil bu. Sıkıcı olduğunu düşündüğümüz sahneleri attık.
ÇNA: İlk on beş dakikayla ilgili farklı tepkiler alıyorum yönetmen olarak. Bazı insanlar filmin geri kalanından özgün bulurken, bazıları müzik ve kurgu tercihlerinden hoşlanmamış. İran sinemasını çok seviyorum ve ilk on beş dakikada istediğim şeyleri daha iyi yansıtabildiğimi, daha özgün olduğumu düşünüyorum. Aslında filmin başı çok daha uzundu ve kurgu masasında yeniden yaratıldı. Başın sonuna hizmet etmediğini anlayınca girizgahı kısalttık, attığımız sahneler duyguları dışarda bıraktı ve kaybımızı müzikle giderdik.
Bence filmin tek problemi kurgusu. Bir de açılış sahnesinde flycam kullanımı filmin geri kalanının kalitesine zarar vermiş. Siz ne düşünüyorsunuz?
ÖA: Bu söylediklerinizin hepsi maddiyata dayanıyor. Beş yüz bin liramız vardı, bunun yarısını Kültür Bakanlığı verdi. Kalanını biz cebimizden harcadık. Flycam’i iki kez kullanabildik, üçüncü tekrar şansımız olmadı. Yapımcımız yok, dağıtımcımız yok.
Sekansların her biri kendi içinde işlevsel, süreyi doldurmak için çekilmemiş. Hem tek başlarına anlamlılar hem de bütüne hizmet ediyorlar.
ÇNA: Ne kadar güzel okumuşsun, ne kadar güzel sorular soruyorsun. (Gülüşmeler)
ÖA: Dramatik kurgu tercih etmedik. Giriş gelişme sonuç kısımlarımız yok. Bir grup insanın hayatından kesitler sunduk. Sekanslar arasında neden sonuç ilişkisi çok yoğun değil ancak bittiğinde taşlar yerine oturuyor.
Diyalog çalışması yaptınız mı? İlk sahnelerde karakterler konuşmayınca bunu ilk film korkaklığına bağladım ama sonra bir baktım herkes konuşuyor ve replikler oyuncuların ağzına tam oturmuş. Nuri Bilge Ceylan bunu başarmak için uzun uzun çalıştığından bahseder. Siz neler yaptınız?
ÇNA: Ege şivesi var filmde ama seyirci gülmesin diye dozunu sınırladık. Senaryoya bağlı kalınmasını istedik genelde. Doğaçlama da var ama filmin son halinde pek kullanmadık. Oyunculuk çekimler sırasında en önem verdiğim şeydi, tekniği bile ikinci plana attık. Sahne başlarında doğaçlama yaptırıp replik gelince daha doğru telaffuz etmelerini sağladım. Mesela anne babada daha ağır aksan varken, çocuklar okula gittiği ve yeni kuşak olduğu için daha şivesiz.
“Dışardan kötü görünen şeyler her zaman göründükleri kadar kötü olmayabilir” şeklinde bir önermeniz var mı ya da görücü usulü iyidir-kötüdür gibi bir yargı çıkmasın diye uğraştınız mı?
ÖA: Öyle bir önermemiz yok ve başından beri böyle yargılanmaktan çok korktuk.
ÇNA: Hayatın içinde mutlu mu olacağız, mutsuz mu, bilemiyoruz. Yola umutlu olacağım diye çıkamayız, bu zamanın getirdiği bir şeydir.
Filmdeki engelli bireyin hastalığının tıbbi bir karşılığı var mı?
ÇNA: Asperger sendromuna benzediğini söyledi beraber çalıştığımız psikiyatrist ancak zihinsel problemler her bireyde farklı tezahür ettiği için buna bir isim vermekten kaçındık.
Finalle ilgili eleştirilere ne diyeceksiniz?
ÇNA: İzleyenler çocuk gelinin mutlu olabileceğini ima ettiniz demesin diye son sahneye ihtiyaç duyduk ancak içimizden gelen alternatif bir finaldi. İki yarım akıllı çocuğun birlikte iyi vakit geçirmesi söz konusu filmde, yaşadıkları şey evlilik ya da aşk değil. Erkek de yetişkin değil kız da, kız erkeğe ablalık yapıyor. Aralarında cinsel bir ilişki yok.
Filmin yapımcısı kim?
ÇNA: Yapımcımız yok, cebimizden yaptık. Henüz dağıtımcımız da yok. Yapımcı olarak deneyimimiz de yok. Bizim filmimiz bir destek filmi, tüm arkadaşlarımız destek oldu.
Seyircinin Mahsun Kırmızıgül’ün Mucize filmiyle kıyaslaması hakkında ne düşünüyorsunuz?
ÇNA: Alakamız olmadığını ve Yarım’ın onlardan daha önce hazırlanmış bir proje olduğunu.
Bunu bir kadın problemleri filmi olarak görüyor musunuz?
ÇNA: Evet, özellikle annenin çabası babada yok mesela. Bu hem kadın sorunu hem de kadın olmakla alakalı bir durum. Erken yaşta evlendirilen bir kız da var.
ÖA: Bence bu bir kadın sorunları filmi değil. Filmin kahramanı kadın ve bu bir kurban ama o başlıkta değerlendirilemez. Zihinsel engelli bir kurban da var, baba da kurban, ana başlık bu olamaz.
Filmi hemen yargılayanlar bu bir çocuk gelin filmi, erkek egemen dünya filmi diyecekler. Üzerine düşünenlerse katmanlı bir senaryoyla karşılaşıp daha fazla şey bulacak ve üzerine düşündükçe altta yatan anlamların farklı olduğunu anlayacaklar.
ÇNA: Bizim için de önemli olan buydu. Üzerine en çok düşündüğümüz şeydi. Sahnelerin birbirini tamamlıyor olması planlı ve milim milim üzerine düşünülmüş şeyler.
ÖA: Bu söylediğin şey çok doğru. Sektörden izlettiğimiz insanlar ilk izleyişte fark etmedikleri şeyleri birkaç gün sonra arayıp fark ettiklerini belirterek çok şaşırdıklarını söylediler.
İki klasik soruyla kapatalım. En sevdiğiniz senaristler?
ÖA: Woody Allen, Fatih Akın, Yavuz Turgul, Yılmaz Erdoğan, Ece Yörenç ve Melek Gençoğlu.
ÇNA: Deniz Akçay Katıksız.
Romancılar?
ÖA: Haruki Murakami
Yarım, Malatya Film Festivali’nin en önemli filmlerinden biriydi. Festival yolculuğunun ardından gösterime girmesini ve daha çok sinemaseverin keşfetmesini diliyorum.