Sinema tarihinin en beğenilen, tartışılan ve hasılat yapan belgeselcisi olan Michael Moore’un son eseri Where to Invade Next, yönetmenin “lafını esirgemeyen solcu provokatör” kimliğinde herhangi bir değişiklik olmadığını ve kendisini mevcut tüm belgesel yönetmenlerinden farklı kılan özellikleri koruduğunu ispatlayan bir eser olarak sinema için ferahlatıcı, Amerika Birleşik Devletleri için rahatsız edici mesajlar taşıyor. Mevzu bahis eseri ve Michael Moore sinemasında nelerin değişip değişmediğini anlamak için filmin kendisinden önce yönetmenin sinemasının genel özelliklerini hatırlamak faydalı olacaktır.
Michael Moore, kabaca “herkesi ilgilendiren hususları, herkesin anlayabileceği şekilde” ele alan bir belgeselci ya da Douglas Kellner’in Sinema Savaşları eserinde belirttiği üzere bir “halk ozanı”dır. Sesini, görüntüsünü ve bakış açısını merkeze yerleştiren, kendisini eserlerinin öznesi kılarak cinema verite yaklaşımını reddeden Moore; Birleşik Devletler’in askeri, idari ve toplum yapısına eleştiriler getirerek haksızlığın karşısına dikilir ve yoksulun, ötekileştirilenin ve ezilenin savunuculuğunu üstlenir. Bunu yaparken de -olumlu anlamda- popülizmden yararlanır; kitlelere üstten bakan, biçim olarak entelektüel camiayı hedefleyen yaklaşımları reddeden bir sinema anlayışını benimser. Sanattan çok siyaseti, biçimden ziyade içeriği öne çıkartarak “halk eğlencelerine” benzer eserler yaratan Moore, bu eserlerinde savaşa, politik kirliliğe ve her türlü sistem sorununa rağmen iyimserliği de elden bırakmaz. Amerikan halkına yönelik eserler icra etmesine rağmen dünyanın tamamına genellenip uyarlanabilecek söylemlerde bulunan Moore, mevcut iktidarlara karşı çıkan özgürlükçü ve muhalif kesimlerin yanında duran, dünyanın neresinde olursa olsun ezilmiş ve geri bırakılmış insanların kavrayıp benimseyebileceği eserler ortaya koyar. Bu karakteristik özellikler ışığında Where to Invade Next hakkında söyleyebileceğimiz tek şey “Michael Moore sineması hala bildiğimiz gibi” olacaktır.
Michael Moore, 11 Eylül’ü takip eden süreçte ülke içinde dokunulmazlık kazanan Bush yönetimine ancak politikalarının başarısız olduğu netleşince ve şeytani iktidar ömrünü tamamlayınca karşı çıkabilen sözde muhaliflerin aksine olaylar yaşanırken anında tepki gösteren az sayıdaki Bush karşıtlarından biri olmuştur. O dönemki Birleşik Devletler’in askeri politikalarına şiddetle karşı çıkan ve kısa süre sonra haklılığı anlaşılan Moore, bu defa, Birleşik Devletler’in hep yaptığı gibi, bizzat kendisi sefere çıkıyor, farklı usulde tabi. İkinci Dünya Savaşı’ndan beri müdahalede bulunduğu hiçbir ülkede başarı sağlayamayan; Kore’de, Vietnam’da, Lübnan’da, Irak’ta, Afganistan’da ve şimdilerde de Suriye’de hem kendisine hem de müdahale ettiği topraklara sıkıntı, kan ve gözyaşı dışında hiçbir şey kazandıramayan Birleşik Devletler’in askeri politikalarını çöpe atarak Amerikalıların adını telaffuz edebildikleri ve çoğunluğu beyazların oluşturduğu ülkelerden petrol, doğalgaz ve türevleri yerine Amerika’nın gerçekten ihtiyacı olan şeyleri getirmeye soyunuyor.
Where to Invade Next, çok basit bir soru üzerine kurulu bir eser özünde: Amerika’nın esasında neye ihtiyacı var? Savaşa mı, petrole mi, paraya mı, süper güç olmaya mı yoksa Papua Yeni Gine’yle birlikte ücretli doğum izni vermeyen tek ülke olma utancından kurtulmaya mı? Ya da uyuşturucuyla savaş kisvesi altında içeri attığı siyahîlerin oy haklarını gasp ederek siyasi dengeyi beyazların lehine çeviren, sağlıksız beslediği öğrencilere ücretli ve yetersiz eğitim sunan, işçi hakları konusunda atılımda bulunmayan, kadın-erkek eşitliğinde çağdaşlarının gerisinde kalan, Kızılderili soykırımı ve kölelik üzerine yükseldiği gerçeğiyle yüzleşmekten kaçınan bir ülke olma konusunda bir değişiklik yapmaya mı? Bu ve benzeri eksiklikleri Avrupa’yı dolaşa dolaşa tespit eden ve heybesine atarak Atlantik’in öte yakasına götürmeyi vadeden Moore, -birçoklarını rahatsız edebilecek- asıl sürprizi sona saklayarak uzun yıllar boyunca insanları ülkesine çeken Amerikan rüyasının dünyanın başka yerlerinde yaşatıldığını vurgulayarak Amerika’yı kuruluş amacını hatırlamaya davet ediyor.
Dünyaya fikir ihraç eden ve birçok konunun bayraktarlığını yapan bir ülke olmak yerine güç peşine düşen ve zaman içerisinde bir nefret objesine dönüşen Amerika’ya şiddetli eleştiriler getiren Michael Moore, öte yandan hem Amerikalılara hem de diğer insanlara daha iyi bir dünyanın mümkün olduğunu haykırmaktan da geri durmuyor. Elimize bir çekiç alarak vurmaya devam ettiğimiz sürece yıkamayacağımız bir duvarın olamayacağının altını çizen ve karamsar olmak yerine değişim ve dönüşüm için mücadele etmemiz gerektiğini vurgulayan Michael Moore ve leziz eseri Where to Invade Next ülkemize daha doğru bir zamanda gelmiş olamazdı; her türlü karanlığa karşı mücadele etme azmiyle dolmak için aradığımız motivasyon kaynağı en yakınımızdaki sinemada.