Son yıllarda Hollywood’un da sistem eleştirisi yapan alegorik anlatılar kurabildiğini gözlemliyoruz. Werewolf By Night da bu tarz bir yapım olarak inceleme alanımıza girdi diyebiliriz. Çok fazla bir beklenti içine girmeden filme göz atmakta fayda var, keza bazı açılardan ana akım bir Hollywood yapımına göre ufuk açıcı tarafları var. Uyarlama, şiddet eksenli bir Hollywood aksiyonu olmakla birlikte arka planında kendisinden beklenmeyen bir derinliğe sahip diyebiliriz.
30 ve 40’lı yılların kült korku filmlerinin atmosferinde göz kırpan, siyah beyaz bir yapım olan Werewolf By Night, Michael Giacchino‘nin yönettiği ve başrollerinde Gael García Bernal ve Laura Donnelly‘in oynadığı bir Marvel filmi… Film, Marvel yapımı olmasından anlayacağımız üzere bir çizgi roman uyarlaması. Konu itibariyle bir canavar avcısı olan Ulysses Bloodstone’un ölümünden sonra, baş karakterimiz Jack Russell’ın da aralarında bulunduğu beş canavar avcısı yeni bir lider belirlemek ve saklı güçleri olan Kantaşı’na (Bloodstone) sahip olmak için bir canavar avına davet edilirler. Bir araya gelen ekibin en önemli üyelerinden birisi de merhum Ulysses Bloodstone’un isyankar kızı Elsa’dır. Ekip, liderliği kimin üstleneceğini belirlemek üzere Ulysses Bloodstone’un eşi Verussa’nın önderliğinde bir labirentte canavar avına başlar ve sonrasında olaylar gelişir.
*Not: Bu noktadan sonrası spoiler içermektedir. Filmi izlemek isteyenlerin filmden sonra bu kısmı okumaları tavsiye edilmektedir.*
Öncelikle filmin kronotropunun[1] aksiyon odaklı Hollywood yapımlarında sıkça gördüğümüz üzere gerici bir hikaye barındırmak üzere yapılandırıldığını görmek mümkün. Ötekileştirilmiş canavarları avlamaya ant içmiş avcılar klanının önderliğini otoriter bir liderlik anlayışına sahip Ulysses Bloodstone yapmaktadır. Militarist/otoriter ata kültüne sahip olan bu grup, liderlerini kaybetmelerinin ardından patriyarkal düzeni devam ettirmeye kararlı üvey anne tarafından çağırılırlar. Buraya kadar klasik ortaçağ kronotropuna sahip fantezi ve hatta Star Wars gibi gerici bilimkurgu anlam dünyasının devamlılığıyla karşılaşıyoruz. Elimizde pasif kitleleri koruyan “sıkı” kahramanlar ve edimlerinin kökeni belirsiz ve yok edilmelerinin gerekliliği sorgulanmayan “öteki”ler, yani canavarlar bulunmakta…
Filmin klişe havası bu noktadan sonra kırılmaya başlıyor. Baş kahramanımız Jack Russell’ın aslında bir ara form olduğunu fark ediyoruz. Jack aslında bir kurt adamdır. Bu çerçevede vaktinin çoğunu insan olarak geçiren bir “canavar”, ya da vaktinin azını canavar olarak geçiren bir “insan” olarak melez bir yapıya sahiptir. Jack’in canavar avına katılmaktaki esas derdi kendi kimliğini belli etmeden dostu olan canavarları özgürleştirmektir. Hatta bu şaşırtmacalar sayesinde canavar avcılarının en meşhurlarından biri olarak kendine kariyer bile yapmıştır.
Jack’in melezliğinin ve esas niyetinin isyankar Elsa tarafından keşfedilmesiyle birlikte patriarkal, ötekileştirici ata kültüne karşı bir ittifak doğar. Ötekiyle barışmayı seçen kadının melez türle kurduğu güven ilişkisi üzerine filmin aksı canavarların lehine ve avcıların aleyhine olacak şekilde tersine döner. Aile ve klan ilişkileri üzerine kurulu ötekileştirici patriarkal düzen yine şiddet edimi yoluyla çözülmeye başlar. Bu çözülmenin sonucunda yeni bir alternatifin doğma ve muhtemel bir barış halinin oluşması sürecine tanıklık ederiz. Ayrıca Jack’in canavar dostuyla samimi sohbeti gibi sahneler aracılığıyla canavarların aslında bu kadar ötekileştirmeyi gerektirmeyen “yaşam formları” olduğunu da fark ederiz.
Film bu yapısıyla feodal ilişkilerden ve kaba milliyetçilikten modern sözleşmeye doğru ilerlemenin bir alegorisini sunar gibidir. Elsa her ne kadar patriyarkal düzene kanla bağlı bir “yerli” olsa da, ara form olarak karşılaştığı “göçmen” Russell aracılığıyla kendi klanının düzenine isyan eder. Bu isyan da canavarlar ve avcılar arasında modern bir toplumsal sözleşmenin oluşumunun ilk adımına vesile olur. Bu çerçevede feodalitenin dağılması ve Rousseau‘cu bir modern toplum sözleşmesinin ortaya çıkmasına şahit oluruz. Avcıların düzeni Jack ve Elsa’nın işbirliği sonucunda dağıtılır.
Filmin aksiyon janrında olması barındırdığı şiddeti içselleştirmemizi sağlasa da, ata kültünün şiddet üzerinden dağıtılması devrimci şiddet söylemiyle garip bir uyum da oluşturuyor. Bu noktada bir toplumsal yapının değişim ve dönüşümünün tek yolunun şiddet üzerinden mi geçtiği sorusu akıllara gelmekte. Werewolf By Night ister istemez günün sonunda bir Marvel yapımı olması nedeniyle bu derin soruyu cevaplamak için yeterli argümanları sunamıyor, ama anaakım bir Hollywood yapımına göre kafaları yeterince karıştırdığı aşikar…
[1]Burada Mikhail Bakhtin‘in kronotrop kavramsallaştırmasını kullanıyoruz. Buna göre kronotrop romanda zamansal ve mekansal biçimlerin birleşimi anlamına gelmektedir. Kronotrop, edebi eserlerdeki zaman ve mekan ilişkilerinin nasıl düzenlendiğini ve nasıl anlamlandırıldığını ifade eder.