Ne zaman uyansam korkulu düşlerimden, tutunuyorum bir kitabına onun. Çoğu zaman yok parayla alıyorum, özenip bezendiğim mütevazı kütüphaneme kitaplarımı. Kütüphane denir mi ona, bilmiyorum gerçi ya…
Yine böyle bir yok zamanda mı, Semih Gümüş’ün Radikal Kitap’taki yazısını okuyup koşuşturmuştum eteklerim zil çalarak bir kitabevine, boşaltmıştım tüm cebimdekileri bir dizi Vüs’at O. Bener kitabına… Semih Gümüş, -uzun yıllar geçmedi üstünden, belki geçen sene, belki ondan evvelki- Yusuf Atılgan’la bir anmıştı adını, varoluşçuluktan beslenen yazarlar arasında. Ki kitabı da varmış Gümüş’ün Bener’le ilgili Kara Anlatı Yazarı Vüs’at O. Bener diye; onu da edinmeli bir ara, bulup buluşturup bir yerlerden.
Vüs’at O. Bener asker kökenli bir yazar, şaşılacak şey. Fakat 1953’te bırakıyor orduyu. Hukuk fakültesine yazılıyor. 1957’de bitiriyor hukuk fakültesini, Ankara’da. Özel büro açmıyor, açamıyor, bunu kitaplarında, özellikle de Buzul Çağın Virüsü’nde çevresizlikle, iş yapamama korkusuyla açıklıyor kendince.
Büyük, hayal ürünü kurgulara girişmiyor pek kitaplarında, çoğu zaman özyaşamöyküsünden yararlanıyor. Mızıkalı Yürüyüş Kara Tren adlı öykü kitabında, askerlik yaptığı son görev yeri, sanırım Siirt’ten –yanlış anımsamıyorsam Siirt- bolca bahsediyor. Oradaki gündelik yaşamın zorluğundan, sıkıntısından askerlik mesleğinin… Sonra Siirt’ten Ankara’ya gelişini anlatıyor, kara trenle tabii…
Faulkner’a benziyor biçimi Bener’in; parçalı, sık sık varoluş bulantılarıyla kesikleşen, doğrusal olmayan, atlamalı, edebiyatımız için ayrıksı, şahsına münhasır denebilecek bir anlatım tekniğiyle yazıyor. Cümlelerinin nereye akacağını kestirebilmeniz çok zor; ki cümlelerden çok sözcüklerin içine hapsediyor sizi Bener, akıcılığı bozan, oldukça deneysel ve hazmı zor bir üslup onunki. Bir nevi, bu üslup aracılığıyla anlam yapısının yapısökümünü gerçekleştiren Bener, Bilge Karasu’yla birlikte edebiyatımızda bunu yapabilen birkaç yazar arasında sayılabilir.
Her varoluşçu yazar gibi ‘yalnız bir adam’ onun baş kişisi de, bu baş kişi genelde de bir taşra sıkıntısı içinde sanki. Yine bu açıdan bana Yusuf Atılgan‘ı anımsatıyor Bener okudukça; Atılgan da, Aylak Adam‘da büyük şehirde düşen bir yalnız adamı anlatsa da; bu adam, büyük şehrin akımına kapılmayan içsel olarak taşra sıkıntısı yaşayan bir tipolojinin açık örneğiydi. Yine Bener de, büyük şehrin akımına koşut yürüyen eksen karakterler çiziyor. Bu karakterler, dış dünyadaki çatışmaya teğet geçerken, içsel olarak büyük çatışmalar yaşıyorlar. Tabii, Atılgan‘ınkiler gibi dış patlama göstermiyor Bener‘in karakterleri çoğunlukla. Onun karakterlerinin çatışmaları hep içte parlayıp sönümleniyor. Fakat asla sona ermiyor bu çatışma!
Yeri gelmişken, James Joyce‘a da değinmek gerek bu noktada: Joyce, Dublin’de yetişip buhranını Paris’in sıkıntılı, bohem sokaklarında gidermeye çalışan öncü aylaklardan biriydi. O Dublinli -yani taşralı- olma halini hiç kaybetmedi Joyce. Atılgan ve Bener, bu açıdan bakılacak olursa Joyce‘un ardılları olarak nitelenebilirler sanıyorum çok rahatlıkla. Ne Atılgan‘ın, ne de Bener‘in içkin taşralılık halini hiç yitirmedikleri gözleniyor yazdıklarında.
1984’te yayımlanmış Buzul Çağın Virüsü’nde; Bener, Atılgan’ın Anayurt Oteli’nde yaptığı gibi Türkiye taşrasından kısılmış insan manzaralarını incelikle, kılı kırk yararak anlatıyor. Kitabı yakın arkadaşı Oğuz Atay’a ithaf etmiş; Bener’in de Tutunamayanlar’da ‘Süleyman Kargı’ karakterine esin kaynağı olduğu yazılmış sağda solda. Aslı var mı, bilmiyorum açıkçası. Bener, ara ara bahsediyor Atay‘dan B.Ç.V.‘de. Şöyle tanımlıyor bir yerde onu: “Çınar elli, kızdı mı kezzap gibi bakan, oysa iri çağla gözlü, kapılardan sığmaz, güzel adamım!”
Bener’in yarattığı özgün biçime de değinmekte yarar var bu noktada. Bilhassa B.Ç.V.’nde daha önce görülmemiş türden bir biçim denemesi yapmış yazar. O ki, noktalama/imla kurallarını dahi hiçe saymış. Benim çokça kafamı kurcalayan yan yana iki nokta (..) bu ihlallerden en göze çarpanı. B.Ç.V.’nde çok yoğun olarak kullanmış Bener, yan yana iki noktayı. Daha önce kullanımını görmediğim yan yana iki nokta hususunu Feyza Hepçilingirler’e sormuştum. O da, Vüs’at O. Bener’in bunu özel bir vurgulama amacıyla kullanmış olabileceğini belirtmişti, attığı mailde.
50 kuşağının başat yazarlarından Vüs’at O. Bener hakkında aldığım notları aktarmaya devam edeceğim bir sonraki yazıda…