Kaldığım yerden devam ediyor ve festival boyunca aldığım notları İngilizcedir Türkçedir demeden sizlerle paylaşıyorum.
Seyrettiğime mutlu olduğum güzel belgeseller izledim Nyon Film Festivali’nde. Ama bazı belgeseller Sinan Çetin reklamları gibiydi. Hani o da reklamlarının merkezine üründen çok kendini koyar, reklamın ruhuna aykırı işler yapar ya bazen…
Önceki yazımda belgesele bakış açımdan biraz bahsetmiştim. Yarışma bölümündeki bazı belgesellerden orada çıtlattığım nedenlerden dolayı hiç hazzetmedim.Notlarımı paylaşınca beni daha iyi anlayacaksınız…
“I experienced many documentaries in Nyon. I think ‘experience’ is the most suitable word, because as our dear friend and secretary of Interreligious Jury Emmanuel Chicon told us, it is a ‘Visions Du Reel tradition’ to form the international competition section with the documentaries which reveals different styles, and different approaches to the documentary.
So, I saw many different kinds of documentary, thanks to the Visions Du Reel. Some of them good, some of them weird (experimental, some say!), some of them poor. Some, poor in writing, some poor in editing, some poor in cinematography and some poor in idea and creavity.
But some of them, especially I didn’t like. Because in these films, directors used documentry as means of expressing themselves. As I mentioned before, i believe documentaries shouldn’t be used as means of personal expression. There is fiction for that. There is short film. There is video art.
A documentary should only express itself. It should serve greater good than personal expression, personal satisfaction or personal psychoteraphy.”
Nyon’da pek çok belgesel deneyimledim. Bence ‘deneyimlemek’ en uygun kelime çünkü sevgili dostumuz ve Dinlerarası Jüri sekreteri Emmanuel Chicon‘un belirttiği üzere, uluslararası yarışma bölümünün farklı tarzlar ve farklı yaklaşımlar sergileyen belgesellerden oluşturmak bir Visions Du Reel geleneği.
Demem o ki, Visions Du Reel sayesinde birçok farklı belgesel gördüm. Bazıları iyiydi, bazıları acayipti (deneysel de diyenler var!), bazılarıysa zayıftı. Kimi senaryo konusunda zayıftı, kimiyse kurgu konusunda… Kimi görsel olarak zayıftı, kimi fikir ve yaratıcılık açısından…
Ama bazılarından özellikle hoşlanmadım. Çünkü bu filmlerde yönetmenler belgeseli kendilerini ifade etme aracı olarak kullanmışlardı. Daha önce söylediğim gibi, belgeseller kişisel dışavurum aracı olarak kullanılmamalılar. Bunun için kurgu filmler var. Kısa filmler var. Video art var.
Bir belgesel yalnızca kendini ifade etmeli. Kişisel dışavurumdan, kişisel tatminden ve kişisel psikoterapiden çok daha büyük bir iyiliğe hizmet etmeli.
“Some of the films were so boring that, the best thing about them was applause at the end. You know, the audience in Nyon was so kind to applaude at the end of all films whether they were good or bad. Yes, this applause was best thing, because it not only made you aware that the film came to an end but also wake you up from your sweet, escapy sleep.”
Bazı filmler öyle sıkıcıydı ki, onlarla ilgili söyleyebileceğim en iyi şey sondaki alkışlardı. Nyon seyircisi iyi ya da kötü olsun her filmin sonunda alkış tutacak kadar nazikti. Evet, bu alkışlar bu filmlerdeki en iyi şeydi çünkü size filmin sona erdiğini muştuladığı gibi, o tatlı kaçış uykunuzdan da uyanmanızı sağlıyorlardı.