Ara sıra size de oluyordur mutlaka. Hani öğleden önce kalkmanız için bir neden yokken, üstelik gece de kandili epey geç söndürmüş olmanıza rağmen, erkenden uyanıverirsiniz ya… Anlamsız bir dinçlik hali vardır üstünüzde, gereksiz bir enerji fazlası. Kırk tane şey gelir aklınıza yapmak istediğiniz… Hemen fırsattan istifade etmezsem, zalim miskinlik er geç kontrolü alabilirdi, hızla giyindim, yüzümü bile yıkamadan çıktım evden dışarı. İstikamet Maltepe Carrefour AFM, hedef 11.30 matinesiydi.
Hayatımda iki kez arabanın ruhsatını almadan çıktım dışarı. İkisinde de polis çevirdi. Ve beni hayatımda toplam kaç kez polis çevirdi biliyor musunuz? İki kere.
İkisinde de ceza yemeden kurtuldum neyse ki. Biraz doğuştan gelen “cool” tavırlarım, biraz da üstünde basın yazan muhtelif kartlar sayesinde. Belki biraz da kulağımdaki küpe, polisimizin kafasındaki terörist profiline ters düştüğü için.
Görmek istediğim pek çok film vardı ama Maltepe AFM’de yalnızca biri oynuyordu: Anamorph.
Benden başka dört kişi daha vardı sinemada. Koca salonun en arka sırasına zulalanmış film seyretmekten çok, küçük sevişmeler peşinde oldukları gözlenen iki çift. Annem görse, “Evleri yok mu bunların?” derdi. Muhtemelen film seçimlerini de en az seyircinin geleceğini umduklarından yana yapmışlardı, yoksa seri katil filmlerini sevdiklerinden değil.
Seri katil filmleri en risksiz filmlerdendir. Felaket olmadıkları takdirde her daim sıkıntı vermeden seyredilebilirler. Hücre (The Cell) ve Hayatın Benim (Taking Lives) geliyor aklıma bunlara örnek gösterilebilecek. Biraz daha düzgünlerse bir iki kez seyredilebilirler. Kemik Kolleksiyoncusu (The Bone Collector), Hannibal, Kopya Cinayetler (Copycat) böyle filmlerdir mesela. Bir de türün başyapıtları vardır ki, onları hepiniz yakinen biliyorsunuzdur: Se7en, Kuzuların Sessizliği (Silence of the Lambs) ve Manhunter… Ama bir de seyrederken tamam da, bittiğinde sıkıntı veren vasatlar vardır: Suspect Zero, Kızıl Ejder (Red Dragon) gibi. İşte Anamorph girse girse bu kategoriye girebilir, o da ancak zorlarsanız ya da eşref saatinize denk geldiyse.
Film ilk falsosunu başında veriyor. Uzunca bir jeneriği var filmin. Ama müzik ve görsel oyunlarla insanın ilgisini cezbeden bir jenerik olduğu için keyifle seyrediyorsunuz. Son isim görünüp de, “tamam, şimdi giriyoruz mevzuya” dediğinizde ne oluyor biliyor musunuz? Aynı jeneriği bu kez üstünde yazılar olmadan bir kez daha izliyoruz. Aynısını, inanabiliyor musunuz, aynısını!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!
Film gerçekten başladıktan sonra ikinci dejavunuzu yaşıyorsunuz. Kopya Cinayetler’deki gibi, hikayenin merkezinde başından talihsiz bir seri katil vakası geçmiş bir kahramanın olacağını anlıyorsunuz. Sonra o kişiyi bir topluluk önünde Seri Katiller Bilgisi dersi verirken görüyorsunuz. Bu arada birazdan ortaya kopyacı bir katil çıkacağını söylemiş miydim?
Cinayet mahalleri boy göstermeye başladığında asıl öykünmenin Se7en’a olduğu ortaya çıkıyor. Loş ortamlar, büyük bir özenle hazırlanmış, bir şeyler anlatmaya çalışan cinayet mahalleri, obsesif bir katil, yaşı geçkin yalnız bir polis dedektifi (Dafoe) ve onun yeni terfi almış ortağı. Seven’daki dinin yerini burada Rönesans sanatı almış.
Dafoe’nun canlandırdığı Stan karakterine yoğunlaşarak, kendince Seven formülünün üstünden gidiyor yönetmen. Ama çizdiği karakter son derece üstün körü. Onun sanat ve simetri konusunda saplantılı olduğunu öğreniyoruz. Bu ne işimize yarıyor orası meçhul! İçini doldurmaya, somutlaştırmaya çalıştığı bu karakter, bir gölge olmaktan ileri gidemiyor. Keşke Monk’un senaristine danışsaydı da biraz akıl alsaydı. Seven’ı düşünün ya da, Morgan Freeman’ın karakterini William Somerset’i anlatın desek, iki dosya kağıdı kompozisyon yazarsınız. Aynısını Stan için istesek, yarım sayfayı bile doldurmayan tek tek cümleler çıkar sadece. İçki içiyor, sanat seviyor ve benzeri. Hakkında bilgi verilmediği için değil, bu bilgiler bir araya gelip bütün oluşturmadığı için, ilham vermeyen ve düşündürtmeyen bir karakter olduğu için. Diğer karakterlere, hele ki katile değinmek bile istemiyorum. Ama vazifem, değineceğim…
Seri katil filmini başarısı, biraz da katilinin ele alınışıyla ilgilidir. Bu filmde katil sanki mecburiyetten yaratılmış gibi duruyor. Onun hakkında sorabileceğiniz onlarca soru var ortada ama hiçbirinin yanıtını bulamıyorsunuz filmde. Ama yönetmen zaten daha en başında kılıfını hazırlıyor çalacağı minarenin. Stan’in sözünü ettiğimiz Seri Katiller Bilgisi dersinde bombayı elimize tutuşturduğunu geç de olsa anlıyoruz: “Seri katilin yaptıklarını niye yaptığını asla öğrenemeyebilirsiniz. Belki kendi bile hiç öğrenmeyecektir bunu. Bu yüzden buna fazla kafa yormayın.”
Oldu, anacım, görürsem söylerim.
Anamorph
Yön: H.S. Miller
Oyn: Willem Dafoe, Scott Speedman, Peter Stormare