Kimi zaman uzayan mesai saatleri içerisinde, benliğimi kaplayan yorgunluk ve can sıkıntısı, Japonlar hakkında kötü şeyler düşünmeme neden olur. Şu sıralar hazır yeniden bunalmışken, gark olduğum bu düşüncelerimin doğrudan karşılığını bulduğu bir belgesel ve dolaylı yoldan karşılığını bulduğu bir kitap ile karşılaşmış olmamın bana verdiği yetkiye dayanarak başlıyorum dertleşmeye.
Tuğba Keleş
Belki malumunuz belki değil, iki hafta önce Uluslararası İşçi Filmleri Festivali’nin V.si başladı ve hayırlısıyla tamamına erdi. Her sene çalışma saatlerimi göz önüne alarak üşenmeden yaptığım programlarda elimde pek bir şey kalmıyor, tamam, biraz da üşengeçliğin etkisiyle olduğum yerde kalmayı tercih ediyordum. Ama bu sene şeytanın o bilindik bacağını kırma şansı elime geçer geçmez (yalnız şeytan beni bulmadı, ben bizzat işi asarak şeytanı buldum) kendimi, hem de bir Japon belgeselinin peşinde, daha önce hiç görmediğim bir mekânda, Sine-Sen’in gösteri odacığında buldum.
2008 yapımı Normal Bir İş Yapmak İstiyorum / Futsu No Shigoto ga Shitai adlı mevzu bahis belgesel, aslen kameraman olan Tokachi Tsuchiya tarafından kotarılmış ve çeşitli festivallerde gösterilme fırsatı bulmuş, bu festivallerden birinden, Dubai Uluslararası Film Festivali’nden, Muhr AsiaAfrica Ödülü’nü almış, Japonya’da kamerayı adeta silah gibi kullanarak çekilen belgesellerin son halkalarından biri.
Festival kitapçığında “Belgesel, Japon Hükümeti’nin küresel rekabet koşullarını bahane ederek 1990’lardan itibaren iş yaşamını düzenleyen kuralları gevşetmeye yönelik girişimlerini anlatmakta. Sonuç olarak bugün Japonya’da 16 milyondan fazla kişi, güvencesiz işlerde çalışmaktadır ve bu işçilerin çalışma koşulları gittikçe de kötüleşmektedir. Çoğunun iş hayatı içinde sahip olduğu temel haklardan bile haberi yoktur” olarak özetlenmiş belgesel, bu duruma, bir beton firması için kamyonuyla beton taşıyan Nobukazu Kaikura’nın, gittikçe ağırlaşan çalışma koşulları altında kalışını, hakkını aramak için bir sendikaya üye olmasını, işine gelmediği için sendikayı tasvip etmeyen firmanın, çok açık ifade edilmese de yakuza ile olan bağlarını ön plana çıkararak, en beklenmedik noktalardan işçiye kök söktürmesini birebir seyirciye aktarıyor. Taşıdığı beton miktarı üzerinden ücretlendirilen işçinin, bir süre sonra ayda yaklaşık 552 saat çalışarak, bırakın eve gidebilmeyi, banyo yapıp yemek yiyebilecek zamanı bile bulamaması, evinin yerini artık kamyonunun alması sürecini ve hemen akabinde bu zor koşullar altında hastalanarak işe ara vermek zorunda kalmasını, ama sendikanın işin peşini bırakmayarak, işçinin hakkını aramaya devam etmesini anlatan belgesel yaklaşık 2 yılda tamamlanmış.
Şimdi gelelim en başta bahsettiğim parlak (!) düşüncemin belgeselle olan bağına; Seyretmeye başlamadan evvel, kafamda ‘normal bir iş denilen şey acep nedir ki?’ sorusunu uyandıran belgeselin açılış sahnesinde, Nabukazu Kaikura’nın normal bir iş tanımlaması, yani ‘belirli mesai saatleri içinde, masabaşında çalışılan iş’ tanımı açıkçası biraz canımı sıkmıştı. Sonuçta evet, kısmen masabaşı bir işte çalışıyordum ama her şey dışarıdan bakıldığı kadar güllük gülistanlık değildi. Hafiften sinir olarak seyretmeye devam ettiğim belgesel, bir güzel ağzımın payını verdi vermesine ama değil mi ki tüm bu ‘çok çalışma’ prensibi Japonların başının altından çıkma? Bizler Japonları hep çok çalışkan bir millet olarak bilmedik mi? Şimdi ben kızmayayım da kim kızsın? Hele şu mesai saati süresini belirleyen kişiyi bir bulsam! Ne var yani tüm dünya yüzeyinde 3-5 saat çalışsak ne fark edecek? İstenilen şey düzen ise, bu kadar saatle de aynı düzen kurulmayacak mı? Yamacımda dinleyecek bir kurban bulduğum her an işte bu söz konusu düşüncemi açmaktan caymayan bendenizin tüm bu yoğun çalışma saatleri ve iş yaşantısı hakkında başka ufak bir izahatim daha olacak. Eğer hâlâ buralarda olup da, beyninde hafiften bir kımıl kımıllık hisseden birileri varsa benimle aynı durumda, başlangıçta bahsettiğim kitap ile ilgili olarak, bakın ne diyorum: Çalışan bir insanı motive etmenin en güzel yolu, öğle uykusudur.
Geçtiğimiz günlerde Can Yayınları’nın yeni dizisi Kırkmerak’tan Bir Sanattır Öğle Uykusu adında bir kitap piyasaya çıktı. Thierry Paquot tarafından yazılan ve öğle uykusunun aslında çok eskilere dayanan bir kavram olduğundan bahseden kitap, elbette başucuma yerleşme hakkını da elde etti. Lâkin biz öğle uykucuları, bu hakkı ne zaman elde ederiz, işte onunla ilgili bazı şüphelerim var. Ama gerekirse Japonya’ya yerleşip, yanıma da tek bir yandaş bularak bir sendika kurabilir (belgeselden edindiğim bilgiye göre Japonya’da sendika kurmak için iki kişinin bir araya gelmesi yeterliymiş) ve bu işin peşini bırakmayabilirim. Üstelik ‘öğle’ kelimesi Latincesi itibariyle bünyesinde zaten ‘uyku’ kelimesini barındıran, insan kurtarıcı bir kelime. Kitap, geçmiş zamanlardan bugüne öğle uykusunun ve uykucularının resim, edebiyat, felsefe vb. dallardaki izini sürerken hem bilgilendirici hem de eseflendirici bir seyir izliyor. Geçmişte gayet normal bir durum olan öğle uykusunun, sanayi toplumunun ortaya çıkışıyla birlikte çalışma saatlerini yeniden düzenleyen sistem tarafından ortadan kalktığını belirten kitaba minnetimi sunarak, son olarak şöyle seslenmek istiyorum:
Uykudaşlar!
Öğle uykusu en doğal hakkımızdır. Bu uğurda uyumak var, dönmek yok!
Not: Konuyla ilgili Tokachi Tsuchiya ile yapılmış bir röportaj Midnighteye’dan okunabilir.
Son not: Bu yazı, geçenlerde elimde ‘Bir Sanattır Öğle Uykusu’ kitabını görerek bana kıs kıs gülen patronuma adanmıştır. Tez elden kendisine hediye edile!..
NORMAL BİR İŞ YAPMAK İSTİYORUM/FUTSU NO SHIGOTO GA SHITAI
Yönetmen- Senarist: Tokachi Tsuchiya
2008 Japonya – 70 dakika