Dile kolay, sinemamız bu yıl 100. yaşına bastı! Sinema yazarlığının duayen ismi, ustamız Atilla Dorsay da, geçtiğimiz günlerde yayımlanan Sinemamız Yüz Yaşında altbaşlıklı 100 Yılın 100 Türk Filmi çalışmasıyla, hem 102 filmin ışığında durup ‘geriye bir bakış’ fırlatıyor –kendi deyişiyle, hem de sinemamızın 100. yılını kutlamış oluyor bir anlamda.
Aslında sinemamız, sinema tarihçisi Nijat Özön’e göre; 14 Kasım 1914 tarihinde, Rus-Türk savaşı sırasında İstanbul’a dek gelen Rus güçlerinin Ayastefanos (bugünkü Yeşilköy) semtine diktikleri “Rus Abidesi”nin vatansever teğmen Bahri Doğanay ve askerleri tarafından dinamitle havaya uçurulması ve bunun yedek subay sinemacı Fuat Uzkınay tarafından filme alınmasıyla başlar. Bu kısa belgeselin yanında 1910’larda 12 adet film çekildiğini biliyoruz. Fakat bunların hemen hepsi kayıp!
1920’lerderden 1930’ların sonuna kadar Muhsin Ertuğrul damgasını vuruyor sinemamıza. Bu 17 yıl boyunca tek yönetmen olan Ertuğrul’un çektiği filmlerin çoğu da yine kayıp maalesef. 20’ler boyunca çekilen filmler sesiz filmlerken; sinemamız 30’larda sese kavuşuyor. Dorsay’ın 100 Yılın 100 Türk Filmi kitabını başlatan film de Muhsin Ertuğrul’a ait olan Bataklı Damın Kızı Aysel adlı film. Bataklı Damın Kızı Aysel, kitaba giren 102 film arasında 30’lu yıllara ait tek film olma özelliğini taşıyor; Dorsay’a göre de sinemamızın ilk 18 yılının en iyi filmi bu.
1940’lı yıllara gelindiğinde ‘geçiş dönemi’ne giriliyor ve yavaş yavaş darülbedayinin etkisinden kurtulup ‘sinema’ hüviyetine bürünmeye başlıyor. Bu 78 adet filmin çekildiği çok önemli bir dönem, gelgelelim bu dönemdeki filmlere ulaşmanın da imkanı yok. Dorsay’un sunuş yazısında belirttiğine göre, bu dönemden ulaşabildiği Yandım Ali‘nin kopyası çok kötüymüş; Akad’ın ilk filmi Vurun Kahpeye‘yse yer yer sinema duygusuna ulaşsa da, yönetim sorunlarını aşamadığı ve müsamereye benzediği gerekçesiyle için yer vermemiş. Böylelikle 40’lardan hiçbir film 100 Yılın 100 Türk Filmi çalışmasına dahil olamamış.
50’lerden filmlere ulaşmak nispeten kolay olmuş, bu dönemden filmler hayli de iyi korunmuş. Kitapta Orhon M. Arıburnu’nun Sürgün‘üyle başlayan 50’ler Kanun Namına, Beklenen Şarkı, Düşman Yolları Kesti, Üç Arkadaş ve Yalnızlar Rıhtımı‘ndan oluşuyor. 60’larda sinemamız görece daha fazla üretimde bulunuyor ve tabii bu dönemde yeni sinemacıların ortaya çıkışı dikkat çekici. Siyasal sinema ve sanat sinemasının temelleri de bu dönem atılıyor. Duayen, Susuz Yaz‘dan başlayarak, Gurbet Kuşları gibi tam olarak sosyal-gerçekçi sayılabilecek filmlerin yanında Sevmek Zamanı gibi sanatsal sinema örneklerine yer vermiş 60’ları mercek altına alırken.
Umut‘la başlayan 70’lerin ilk yarısına köy gerçekçiliği hakim iken; ikinci yarısını yaklaşan 12 Eylül’ü karşılayan siyasi filmler oluşturuyor. 80’lerde siyasi filmler aynı hızla devam ederken, kadın cinselliğini öne çıkaran filmler ve 70’lerde filiz veren Atıf Yılmaz ve ardıllarının sürdürdüğü komedi anlayışı da kendini hissettiriyor.
Özel TV’lerin mantar gibi türemeye başladığı 90’larda sinema salonlarımız Holywood’a emanet. Büyük bir bunalım, Yeni Sinema’nın eşiği olan Eşkiya ile aşılıyor. Altıoklar’ın sokağa indiği Ağır Roman, Yeni Sinemacılar’ın ilk filmleri Masumiyet ve Gemide, Özpetek ve Ustaoğlu’nın kimlik sorununa göz attığı Hamam ve Güneşe Yolculuk, 100 Yılın 100 Türk Filmi’ arasında kendine yer bulmuş.
Ve bu özel çalışmanın neredeyse yarısını oluşturan günümüzdeki çeşitlilik. Nuri Bilge Ceylan başta olmak üzere sinemamız artık yurtdışında da değer görüyor, gayet yakından takip ediliyor. Kelebeğin Rüyası‘yla anaakım sinemada da var olduğumuzu bütün dünyaya kanıtladık. Onur Ünlü’nün Sen Aydınlatırsın Geceyi filmiyle nihayete eren 100 Yılın 100 Türk Filmi, başta sinemaseverler olmak üzere, herkesin kütüphanesinde olması gereken çok önemli bir kaynak. Sinemamıza kazandırdıklarına bir yenisini ve belki de en önemlisini ekleyen ustamız Dorsay’ı, canı gönülden kutluyor, belleğimize katkısını sürdüreceği yeni çalışmalarını da dört gözle bekliyoruz.
***