2007 yılında kaybettiğimiz düşünür Ulus Baker’in çeşitli yerlerde yayınlanmış yazılarıyla ODTÜ’de verdiği Görsel Düşünme dersi notları ve video röportajları, Ege Berensel tarafından derlenerek kitap haline getirildi. Bu kısa yazı, kitap tanıtımından ziyade kitabın kenarına düşülmüş notların bir kaydıdır. Bilerek ya da bilmeyerek eksik bırakılmış, hatalı yazılmış önermeler, başka bakış açılarının müdahilliği için bir davet ve son kertede kayıt altına alınan düşüncelerin durağanlığını kırma niyetinden kaynaklanmaktadır.
Bilge Karasu, yeni kavramı üzerine düşüncelerini kaleme aldığı denemesinde tarihin ancak “anın gerisinde kalmış ve tükenmiş olanı” yazabileceğinden söz ediyordu. Godard, 1980’lerin sonunda sinemanın tarihini kayıt altına almak amacıyla başladığı video projesine (Histoire(s) du cinema) benzer bir açıklama getiriyor: “Sinema bitti. Biz de tarihini yapıyoruz.”
Montaj… Sinemanın özü. Yeni dünyada montajın sarsılmaz ilkelerini uygulayan Griffith, Eisenstein karşısında ideolojik bir savaşın tarafı. Eisenstein’ın imajlarını montaj sayesinde kitleleri eğiten, onlara yön veren “herhangi anlar içinde ve ona dahil” tekil, ayrıcalıklı anlar olarak kurgulaması. Griffith’in kapitalist dünyanın izdüşümü olarak değişime, kırılmalara yer vermeyen sözde uyum içerisinde ve bireysel karşıtlıklara indirgenmiş montajı. Ama bu hâlâ tarih. Son nerede? Televizyon, sinemanın ardından yepyeni bir iletim aracı olarak montajı sahiplendi. Eisenstein’ın sinemanın özü olarak kabul ettiği montajın yeni sahibi böylece, sinemadan -sinemayı öldürerek- dünyaya geldi. Televizyonun anı görüntüleme/kayıt altına alma aracı olarak kullandığı video teknolojisinin özünde ve öncesinde var olan sokakta bulunma hali, o zamana kadar gösterilenle yetinmek zorunda kalan kitlelerin elinde yeni bir silaha dönüşmekte gecikmedi. Sinemanın imajları da dahil olmak üzere her şey belgelenebilir bir nitelik kazanmıştı. Kaydedenin imajları izleyicinin ve kayıt altına alanın birlikte “görüyorum” dediği bir alan yarattı kendine. Video imaj, insanın kendini görebildiği, tanıyabildiği bir ayna haline dönüştü. Doğanın diyalektiği içerisinde kameranın kendisini de kattığı bir bütünlük söz konusuydu artık (Vertov). Maurice Blanchot’nun edebiyat tartışmalarında formüle ettiği “konuşmak görmek değildir” sözündeki yüksek görme yetisi video’da somutlanmıştı. Baker’in deyişiyle “Ne zaman ki bir film anlatılabilir olmaktan çıkar, asla aktarılamaz hale gelir, o zaman film bir gerçektir, dilsel sanallığından kurtulmuştur”. İmajın bugün kitlesel baskı araçlarıyla esir edilmişliği ancak, mekan ve zamandaki hacimsel varlığında şiirsellik yakalanarak bertaraf edilecek.
İmajların özgürleşmesi arayışı, zorunluluğu nasıl doğdu? Hareketle yaşamı dönüştürmek inancının hayal kırıklığıyla sonuçlanması, aksiyonun imajı olarak bildiğimiz sinemayı sona erdirmişti. II. Dünya Savaşı’nın yarattığı olağanüstü yıkım. Nazilerin titizlikle kayıt altına aldıkları soykırıma dair belgelerin savaş sonunda Naziler tarafından yok edilmesi, sinemayı eli kolu bağlı bırakır. İtalyan yeni gerçekçiliğinde örneğini bulan tanıklık değerleri yere düşen bayrağı alıyor eline. Perdedeki karakter görüyor, maruz kalıyor. Elinde gerçekliği tüm çıplaklığıyla gösterecek belgelerden yoksun ama olayların tanığı niteliğinde bizatihi bir belge olarak düşünüyor. Zaman burada eskisi gibi hareketin bir işlevi değil, onu da kapsayacak şekilde yekpare bir varlık olarak geri dönüyor sinemaya. Zamanın imajı.
Geri dönüş derken Vertov’un sinemasına yaklaşan bir anlayışın sözünü etmek gerek. Vertov için sinema, hayatı olduğu gibi görme edimi. İki imaj arasındaki aralığın (yakınlığın) saptanarak dünyayı bir bütün (imajlara ayrılan ve ayrılan bu imajların tekrar tekrar kurgulanabildiği bir bütün) halinde kavrama çabası. Başkasıyla asla eşleşmeyen ve varoluşun tümüne atfedilecek bakış açısıyla bakanı ve seyredeni değiştirmek. Deleuze’un her şeyin imaj olduğuna dair Bergson’dan aldığı teorinin sinemadaki ilk görünümü.
Her şey bir imaj ve özünde devinimi barındırıyor. Bu durumda bakış açısını da bir imaj, dünyanın imajını veren bir kesit olarak kavrıyoruz. Bakış açılarının sonsuzluğu, imajların biteviye devinimi yeniden kurgulanabilir bir dünyanın, imkan dahilinde bir değişimin kapılarını açıyor bize. Kabına sığmayan, çerçevenin dışına taşan, çerçevenin dışındakini anlatan imaj.
Beyin Ekran
Yazar: Ulus Baker
Derleyen: Ege Berensel
364 Sayfa, Birikim Yayınları, 2011