Altın Portakal Film Festivali’nin tarihini içeren Altın Portakal’ın Öyküsü kitabını kaleme alan sinema yazarı Tuncer Çetinkaya sorularımızı yanıtladı:
Ege Görgün (Landlord)
Kitabın yazılış öyküsü hakkında bilgi verir misiniz?
Türkiye’nin en köklü sinema organizasyonu olan Altın Portakal Film Festivali’nin tarihini kaleme almam önerildiğinde, başlangıçta -çalışmanın devasa boyutlarını göz önünde bulundurarak- bir parça endişelendiğimi itiraf etmeliyim. Portakal’ın sinemamızın önemli bir bölümüne tanıklık etmesi bir yana, ülke tarihinin belli başlı kırılmalarını; kültürel olduğu kadar siyasal ve ekonomik altüst oluşlarını da yedinci sanatın penceresinden içine aldığı bilinen bir gerçek. Bu tabloya, olgunun Antalya tarihi içindeki yeri de eklendiğinde çalışmanın kapsamının ne kadar genişlediği anlaşılabilir. Buna karşın eserin, aylar süren bir araştırma ve yazım sürecinin sonucunda Altın Portakal gibi ulu bir çınarın tarihine yakışır biçimde tamamlandığını vurgulayabilirim.
Eserin, Altın Portakal üzerine yazılan en kapsamlı inceleme olduğunu söyleyebilir miyiz?
Doğru, üstelik yalnızca Altın Portakal değil, ülkemizde kurumsallaşmış tüm festivallerin tarihi için de öyle… Agâh Özgüç‘ün 40. yıl için hazırladığı ve kapsamı itibarıyla yalnızca En İyi Filmleri merkezine alan küçük incelemesi dışında dişe dokunur hiçbir kaynağın olmadığı bir ortamda, geniş bir arşiv taramasının yanı sıra festivale emeği geçen insanların tanıklıklarına başvurmayı uygun gördüm. Kanımca yerinde bir tercih oldu bu; çünkü Altın Portakal, magazinel konuları ve sinemasal tartışmalarıyla gündemde geniş yer tutmakla birlikte, yöneticilerinin bakış açıları ve anılarıyla masaya yatırılmamıştı bugüne kadar. Sonuçta bu eser aracılığıyla pek çok yazılı / görsel belge ilk kez bir araya getirilerek önemli bir eksiklik giderildi ve daha da önemlisi, bundan sonra yapılabilecek daha ayrıntılı incelemelerin önü açılmış oldu.
Bu tarihi kaleme alırken nasıl bir yöntem izlediniz?
Festival tarihi üzerine yapılan kapsamlı bir incelemede dönemin belediye başkanlarının tertip ettiği organizasyonları eksen almak kaçınılmaz bir durumdur. Nitekim Portakal’ın doğum sancılarını ele alan “Mitoloji” bölümü ve 12 Eylül yılları dışında sınıflandırmalar bu bakıştan hareketle oluşturuldu. Bir başka deyişle festivalin yaratıcıları Avni Tolunay ve Behlül Dal, “Şenlik Başlıyor”, Selahattin Tonguç, “Antalya’ya Koş”, 12 Eylül “Darbeder”, Yener Ulusoy, “Yeniden”, Hasan Subaşı, “Memleketim Sinema”, Bekir Kumbul, “Hiç Durmadan”, Menderes Türel, “Akdeniz’den Dünyaya” ve Mustafa Akaydın, “Halkın Portakalı” başlıklarıyla kitapta kendilerine yer buldular.
Hangi kaynaklardan yararlandınız, kitapta ilk kez karşılaşacağımız ayrıntılar var mı?
“Altın Portakal’ın Öyküsü”, hayatta olan tüm yönetici ve başkanlarla yapılan söyleşilerin yanı sıra, ele alınan dönemi kapsayan pek çok dergi, gazete ve kitabın taranmasıyla yayına hazırlandı. Tozlu sayfalardan ve kişisel arşivlerden taranmış, önemli bir bölümü ilk kez kullanılan 600’ün üzerine görselle de güçlendirilen eser, festival tarihine ilişkin unutulmuş pek çok anıyı yeniden gündeme getirmenin dışında, kimi ayrıntıların okura ilk defa ulaştırılmasına araç oldu. Jüri skandalları, ödül gecelerinde yaşanan kavgalar, magazin basınının festivale ilgisini canlandırmak adına bizzat yerel yöneticiler tarafından yaratıldığı öne sürülen manzaralar çalışmanın “renkli” yanlarını oluştururken; 60’ların sinema ortamı, toplumcu gerçekçi sinemacıların Yeşilçam’la kavgası, 70’lerin politik sineması, sansür savaşları vb. konular, festivalin geçtiği sinemasal aşamaları gözler önüne seriyor.
Diyebilirim ki okurlar, Altın Portakal’a gelen ilk uluslararası yıldız olan (ünlü komedyen Toto’nun sevgilisi olarak ün yapmış) Silvana’nın yaşadığı faciadan, Antalya sahillerini bikinili pozlarıyla şenlendiren jüri üyesinin yol açtığı rezalete, “kahraman ecdadımıza küfür edildiği” gerekçesiyle sinema salonlarını basan kalabalıklardan Aspendos’ta yaşanan taşlı sopalı kavgalara kadar birçok ilginç ayrıntıyla karşılaşacak. Yalnızca bunlar mı? Festival sırasında yapılan ve yıllar sonra Kenan Evren tarafından (içindeki figürlerden biri Stalin’e benzediği iddiasıyla) yıktırılan duvar resmi, yok edilen heykeller, ölümle tehdit edilen oyuncular, birbirlerine uçan tekme savuran veya ödülleri fırlatan yıldızlar kitabın ilginç yanlarını olşturuyor. Bu kitap vasıtasıyla günışığına çıkarılan onlarca fotoğraf da cabası!
Ülkemizde festival tarihlerine ilişkin kaynaklar yetersiz görünüyor. Ne dersiniz?
Kesinlikle katılıyorum. Bu noktada kurumların festival tarihine ilişkin arşiv çalışmalarının sağlıklı biçimde yapılamayışı görüşü çok önemli. Bu tespit, kitabın yayına hazırlanma sürecinde benim de sıklıkla karşımıza çıktı. Düşünsenize, 60’ları bir yana bırakın, 10 yıl önceki festivallere dair belgelerin bile ortada olmadığı bir süreçten söz ediyoruz ve bu durum yalnızca Altın Portakal değil, ülkedeki pek çok sanatsal organizasyon için de geçerli. Festival politikalarının siyasal konjonktürden ve gelip geçecek yöneticilerin / çalışanların kişisel inisiyatifinden arındırılması ve profesyonel bir bakışla ele alnması gerekiyor.
Eserin sonsözünde de belirttiğim gibi, “Altın Portakal’ın Öyküsü”nün bu doğrultuda atılacak adımlara bir başlangıç teşkil etmesi en büyük arzum; çünkü bu araştırma sırasında ortaya çıkarılan pek çok resmi belge ve fotoğrafın dışında, önemli oranda sözlü tarih birikimi oluştu. Bu kapsamda, Antalya’da açılan ve benim de katkı sağladığım Behlül Dal Sinema Müzesi’nin insana umut verdiğini ve hiçbir şey için geç kalınmadığını ortaya koyduğunu söyleyebilirim.
Festivaller için hazırlanan kitaplarda bir özensizlik olduğu gözlemleniyor.
Öncelikle festival kitaplarının bu tür organizasyonların vazgeçilmez bir parçası haline gelmesi çok sevindirici. Toplumsal belleğin tartışma konusu yapıldığı bir çağda, aslolan birikimin yazı olduğunu kanıtlayan bu çalışmalar artarak devam etmeli; ancak sizin de işaret ettiğiniz gibi çok daha özenli biçimde. Genellikle Onur Ödüllerine değer bulunan sinema sanatçılarının yaşam serüvenlerini kapsayan ve kimi zaman da daha kuramsal konulara yönelen bu tür eserlerin daha nitelikli hale gelmesi için yazarlara araştırma yapabilmeleri adına yeterli süreler verilmesi gerektiğini ve “işin”, “sipariş etme” mantığının sağlam temellere dayandırılması gerektiğini düşünüyorum. Bu bağlamda, önceki çalışmalarımın aksine, “Altın Portakal’ın Öyküsü”nün özenli bir baskı ve tasarımla okura ulaştırılmasından dolayı kendimi bir parça şanslı hissettiğimi ve Antalya Büyükşehir Belediyesi ile AKSAV’a (Antalya Kültür Sanat Vakfı) şükran duyduğumu ifade edeyim.