BİRİNCİ SEZON
Frank Darabont ilk sinema filmi The Shawshank Redemption – Esaretin Bedeli(1994) ile kimselere nasip olmayan bir başarıya ulaşmıştı. 7 dalda Oscar adayı olan film ödül alamasa da dünyanın en çok kullanıcıya sahip sinema sitesi IMDb’de oylama ile oluşturulan “En İyi 250” listesinde hala 1 numara. İkinci uzun metrajı The Green Mile – Yeşil Yol(1999) ile de benzer bir başarı yakalamış ve son 15 yılın en iyi filmlerini izlediğimiz 1999 yılının incilerinden birine imza atmıştı. Sonraki iki filmi The Majestic(2001) ve The Mist(2007) ise ilk ikisi kadar güçlü değildi.
Serkan Çellik
Üç yıl kamera arkasına geçmeyen Darabont, her detayıyla ilgilendiği iddialı bir televizyon dizisi ile döndü. Söz konusu diziye iddialı dememizin sebebi, artık haklarında her şeyi bildiğimiz ve her türlü halleri defalarca sinemada karşımıza çıkmış zombilerle ilgili bir proje olmasıydı. Yaşayan ölülerle ilgili yeni bir şey yapmaya çalışmak, söylenmemiş söz bulmak ve projenin ölü doğmasını engellemek için ciddi çaba sarf edilmesi gereği herkesin malumudur. En ince detaylarına kadar inilmiş, bütün kodları deşifre edilmiş bu türe yetenekli sinemacının nasıl yaklaşacağı merak uyandıran en önemli unsurdu.
Mad Men ve Breaking Bad dizileriyle son dönemde yükselişe geçen AMC kanalında gösterilen The Walking Dead; Robert Kirkman, Tony Moore ve Charlie Adlard’ın aynı adlı grafik romanından uyarlandı. İlk iki bölümün senaryosu Darabont imzası taşıyordu. Senarist-yönetmenin her şeyini ortaya koyduğu, muhteşem repliklerle dolu incelikli bir başlangıç yaptı böylece dizi. Darabont’un Hollywood sistemi içinde ne kadar özel bir yeri olduğunu ve yeteneklerini yeniden hatırlatan bu iki bölümün ardından ortak yazarla çalıştığı üçüncü bölümde seviye düştü, dördüncü ve beşinci bölümü emanet ettiği senaristler ne yazık ki büyük kan kaybına neden oldu ve nihayet Darabont‘un finale yaptığı katkılar sayesinde dizi kötü hatırlanmaktan bir nebze olsun kurtuldu.
Darabont’un bizzat yazdığı kısımlarla ilgili tek problem, ilk bölüme afili bir açılış yapma isteğiyle zamanda sıçrama yöntemine başvurmuş olması. Heyecanı artırma işlevi görse de yanlış tercih olduğunu düşündüğüm bu hamle dışında neredeyse kusursuz bir metne imza atmış. Keşke ekibin geri kalanı da onun kadar yetenekli olsaydı.
Oyuncu kadrosunda ilk göze çarpan isim Prison Break’in çok sevdiğimiz Sara’sı Sarah Wayne Callies olsa da aktrisin yeteneklerinin kısıtlılığını, Sara karakteri dışında seyirciye vereceği hiçbir mimik ya da jesti olmadığını üzülerek anladık. Başroldeki Andrew Lincoln elinden geleni yapsa da dizinin asıl yıldızı Jon Bernthal. 33 yaşındaki aktör göründüğü her sahnede parlıyor.
31 Ekim 2010’da dünya prömiyerini yapan altı bölümlük ilk sezonuna zombi külliyatı ile post-apokaliptik filmleri harmanlayarak başlayan, Lost’a benzer bir atmosferde devam edip 2001: A Space Odyssey(1968) dâhil birçok filme gönderme yaparak nokta koyan dizi televizyonun yeni hiti oldu.
İKİNCİ SEZON
The Walking Dead’in 13 bölümlük ikinci sezonu ne yazık ki ilki kadar güçlü gelmedi. Zombi tasarımları ve aksiyon sahneleri yer yer ilk sezonun üzerine de çıksa, çatışmaların zayıflığı ve diyalog yazımındaki yetersizlik televizyon karşısında sıkıntılı anlar yaşanmasına neden oldu.
Bir diğer AMC dizisi Breaking Bad çok az konuşmasına ve durağanlığına rağmen her saniyesini ilgiyle izletirken TWD aksiyon yaratmadığı sahnelerde genelde sınıfta kaldı. Diziyi zaten zombi aksiyonu olarak gördüğümüzden değil; karakterlerini önemsediğimiz, altta yatan fikri sevdiğimiz ve enfes diyalogları duymaya devam etmek istediğimiz için göklere çıkarmıştık. Yoksa ortada 28 Hafta Sonra’nın üzerinde bir aksiyon yoktu.
İkinci sezon ilk bölümlerde cepten yiyerek düşüşü hissettirmediyse de kahramanlarımızın çiftliğe yerleşmesiyle tempo dibe vurdu. Aralarındaki incir çekirdeğini doldurmayacak tartışmalar ve ahlak kuralları üzerine ahkâm kesenlerle maço erkeklerin çatışması bunaltıcı hale geldi. Tüm kadınlar ihtiyaç içinde, tüm erkekler kahraman gibi sunuldu. Cinsiyetçi söylem rahatsız edici boyutlara ulaştı. Hal böyle olunca da zombi görünce gözlerimiz açılmaya başladı ve son dört bölüm tamamen saldırı beklentisiyle geçti.
Senaryo grubunun finalde cesur kararlar alarak yaptığı bir iki hamle takdir edilesi olsa da son karede görünen hapishane üçüncü sezon konusunda umut kırdı. Çiftlikte geçen vasat bir sezonun ardından bu kez de karakterler korunaklı diye kendilerini eski bir cezaevine tıkmaya karar verdiler.
SON DURUM
TWD 30 Kasım 2014’de beşinci sezonunun sekizinci bölümünü yayınlayıp kış tatiline girdi. Yaklaşık üç ay sonra sekiz bölüm daha izleyecek ve sonra altıncı sezonu beklemeye başlayacağız. Peki, ne oldu beşinci sezonda? Karakterlerimiz birilerini öldürdü, bir yerden başka bir yere gitti ve oradaki düzeni altüst edip yollarına devam etti. Hep olduğu gibi.
TWD bilgisayar oyunu şablonunu kullanıyor: Dizi ekibinin önceden hazırladığı bir dekor var; ev, hastane, hapishane, kilise vb. Karakterlerimiz o mekâna gidip aheste aheste fiziksel özellikleri inceliyor, dekoru yani. Dizi süresinin yarıya yakını sanat yönetimi sunumu. Şuraya şunu koymuşlar, bu duvarın rengi de şöyle. Sonra orada bir görevleri oluyor. Ya içerideki aylaklarla savaşacak ya da yemek yatak gibi ihtiyaçlarını karşılayacaklar. Mekânın işlevi tükenince bir sonraki dekora doğru hareket ediliyor. İstisnasız, tüm utanmazlıklarıyla aynı şeyi yapıp duruyorlar. Ne de olsa seyirci bir kez sevmiş diziyi, ne konsa önüne izliyor, her sezonun ilk bölümü rekor kırıyor. İlk bölümün yayınının ardından bir sezon daha anlaşma imzalanıyor, neden kendilerini yorsunlar?
Üçüncü ve dördüncü sezonlar hapishane dekorunun keşfi, oraya yapılabilecek saldırılar ve Vali’nin işleyen düzenine çomak sokmaları ile geçti. Beşinci sezon öncesi iyi bir senaryo yazmak için bolca vakitleri vardı ama onlar ne yaptı? Terminus’taki düzeni bozdular, bir kilise bulup orayı kullanılamaz hale getirdiler ve sonra gidip bir hastanedeki düzeni bozdular. Detaylar üç aşağı beş yukarı değişse bile temel aynı, şablon her sezon karbon kopya.
Sekiz bölüm boyunca bir tane bile iyi yazılmış karakter ekleyemediler diziye, dertlerini önemseyeceğimiz, kaybetmek istemeyeceğimiz biriyle tanışamadık. Finalde önemli bir şey olur beklentisini karşılayabilmek için de yıllardır sevdiğimiz birini öldürmeleri gerekti. Yine cepten yediler, yine cepten yediler.
Beş yıldır izlediğimiz dizide olayların sebebiyle ilgili ufacık bir ipucu bile alamadık. Geçen sezon bu beklentiyi doyurmaya yönelik bir karakter çıkardılar, bu sezon yalan söylediği anlaşıldı. Virüs deseler, hükümet oyunu deseler rahat mı edeceğiz? Elbette hayır ama tutunacak bir dal vermiş olacaklar. Hiçbir zaman cevap vermeyebilirler ancak dizinin bu haliyle dramatik yapısı yok. Karakterler arası ilişkiler güçsüz. Başrolü iki bölüm görmediğimiz oluyor, kocaman bir kopukluk var. Dramayı güçlendirmek için çekilen flashback sahneler içler acısı; anlamsız, işlevsiz, çıkarılmış sahne araya karışmış gibi. Aksiyon da yok artık, o kadar rahat öldürüyorlar ki; onlar korkmazken seyircinin de irkilmesi mümkün değil. Aylakların tek işlevi makyaj şovu yapmak.
The Walking Dead yakın dönemin en abartılmış, aynı zamanda onu yücelten kitleye en az saygı duyan yapımı. Yazarları değişmediği sürece de bu böyle olacak, konuk oyuncuları yeteneksiz olduğu sürece de…