Sinema yazarlarına sorulmak üzere 10 soru hazırladık. Tümüyle Ters Ninja’ya münhasır 10 ilginç soru. Maksat elbette sinema yazarlarını daha iyi tanıyabilmek… The S-Files adını verdiğimiz bu dosyaların otuz dördüncüsünü Öteki Sinema yazarlarından Fatih Yürür için açıyoruz.
Nerede, ne şekilde, kiminle seyrettiğinizi hatırladığınız en eski film hangisi?
Sinemayla tanışma sebebim abimdi. Sanırım 4 veya 5 yaşlarındaydım. Kocaeli Orduevi sinemasının halka açık olduğu zamanlar. Film, bir Stephen King uyarlaması olan Geri Geldiler / Sometimes They Come Back’di…Tabi filmin adını öğrenmem falan yıllarımı alacaktı ki bunu da filmdeki siyah Buick’e borçluyum. Aklımda kalan en net sahne de (filme geç girdiğimiz için, henüz sinema salonu ritüelini benimseyememişken) karanlıkta oturacağımız koltuğu ararken Tim Matheson‘ın seyirciye bakıp gülümsediği sahneydi! Hayatımda en çok korktuğum anlardan biri olabilir! Adamın biri kocaman bir perdeden gözümün içine bakıyor ve gülümsüyor! Üzerime alınmıştım tabi…
Sinema yazarı olmasaydınız, ne yazarı olmak isterdiniz?
Bu aslında bir türlü benimseyemediğim bir etiket. Hani en klişe tabirle sinemayı seviyorum ve hakkında bir şeyler karalamak hoşuma gidiyor demem daha doğru. Tanımı biraz daha genişletip, klişeleştirecek olursak; genel anlamda yazmak hoşuma gidiyor. Fakat sinema hakkında yazarken mümkün mertebe, yüzümü fazla terletmeyen bir ciddiyet maskesi takıyorum. Zaten yazma açlığımı ilk olarak video oyun incelemeleri ile gidermeye çalışmıştım. Bir türlü vücuda getirilememiş –pek çoğu yarım kalmış- hikaye ve kısa film senaryoları da yazardım. Ama sinema, biraz daha isteyerek klavye başına geçtiğim bir mecra. Bunun dışında yazmak herhangi bir türe abanmaktan ibaret değil, bir gereklilik…Mümkün mertebe gereğini yerine getirmeye çalışıyorum.
Hayatınızın sonuna kadar tek bir filmle idare etmeye mahkum edildiniz. Hangi filmi seçerdiniz?
Sanırım bu tercihim, listemdeki favori filmlerimden biri olmazdı! Seyir günlüğümde, biraz daha aralarda kalmış, gerektiği gibi değerlendiremediğim filmler olurdu. Bazı filmleri anlamak için belki de hayatımızın sonuna kadar izlememiz gerekir. En azından ilk etapta benim aklıma, Nicolas Roeg’in Insignificance’ı ile, Jan Svanmajer’in Spiklenci Slasti’si geliyor. Yine de böyle bir mahkumiyeti yaşamamak adına kurallara harfiyen uymayı tercih ederim.
Kendinize içlerinden hayali bir arkadaş seçme şansınız olsaydı. Hangi sinema karakterini seçerdiniz?
Büyük ihtimalle Insignificance’dan Monroe olur. Özel bir istek diyemeyiz ama seçenekler içerisinde en cazibi.
Hangi sinema oyuncusunun görüntüsüne sahip olmak isterdiniz?
Bu tarz sorulara ne kadar dürüst cevap verilebilir inanın ki bilmiyorum. Clint Eastwood olabilir mi? Neden olmasın! Belki Robert Redford… Aslında bu adamların orta yaş sonrası –yaşlılık demeye dilim varmıyor- görünümlerini baz alarak söylüyorum desem? Tamam seçkiye Stephen Lang’ı da eklemek isterim… O yaşta o karizma da kolay toparlanabilir cinsten değil! Her ne kadar çizdirmeye başlasa da! Tabi Lee van Cleef’i de fazlasıyla andırıyor. Biraz daha kodum mu oturtan hali…
Hangi yönetmenle sıkı dost olmak isterdiniz?
Hmmm bu soruya cevabım duruma göre Terry Gilliam ya da Bent Hamer olabilir. Yani her ikisinin muhabbetini her dakika çekebilir miyim bilmiyorum. Biraz da seçici olmak lazım tabi…
Hangi film gerçek olsun ve siz de içinde yer alın isterdiniz?
Buna hiç düşünmeden Yüzüklerin Efendisi demek isterim! Tabi seçenekler sadece bununla sınırlı değil! Mesela bir post-apokaliptik film de olabilir. Ama şöyle en vahşi dönemi olmamak şartıyla. Bir pet şişe su için bir bölük adamı katletmeyeceğimiz, insan eti yemek zorunda kalmayacağımız türden. Yani zombi olabilir, mutant olabilir, eğer fazla yüz göz olmayacaksak kabul edebilirim ama, Stephen King’in Stand’i gibi daha dingin bir post-apokaliptikten yanadır tercihim. Tabi sonunda Randall Flagg ve üşütükler ordusu karşıma dikilmediği sürece. Biraz tatil havasında geçsin öyle harala gürele olmasın, kafaları dinleyelim. Çok şey istedim sanki!
Sinemayı sevmek için iyi bir neden söyler misiniz?
Bazı şeylerden neden-sonuç ilişkisi aramama taraftarıyım… Sinema’da bu “şeylerden” biri benim için. Bu gün sinemanın, hayatımızdan tamamen çıktığını düşünelim… Düşünelim…Düşü…Hmm bakın ben düşünemedim mesela!
Sinemanın en kötü özelliği ya da en büyük zararı nedir sizce?
Kusursuz bir manipülasyon canavarı olduğunu hepimiz biliyoruz! Bir önceki soruda da söylediğim gibi hayatımızın büyük bir kısmıdır sinema ve hayatımıza bu kadar egemen olan bir kültürün, çok kolay etkisi altına girebiliriz. Bir diğer zarar da tüccar zihniyeti. Bakın, ticari zihniyet demiyorum, sınırları sandığımızdan, hayal edebildiğimizden çok daha geniş ticari bir sektörden bahsediyoruz ama özellikle son 10 yıl içerisinde Hollywood, işin ticari tarafını korkunç bir biçimde kurcaladı. Bilimum görüntü çöplüklerini önümüze sinema diye sundu. Elbette izlemek ya da izlememek tercih meselesi ama sinemayı soktukları bu ucuzculuk pazarı, yeni jenerasyonun nitelik-nicelik ayrımını sağlıklı bir biçimde yapamaması gibi toraman bir sorunsal peydah etti başımıza!
Bugüne kadar gittiklerinizin içinde en sevdiğiniz sinema hangisiydi?
Kocaeli Altınnal Sineması’nın benim için duygusal bir önemi var. İlkokulda abim sayesinde pek çok filmi orada izlemiştim. Sonrasında zaten malumunuz, alışveriş merkezi sinemaları ve plastik ile patates kızartması kokusu egemen oldu hayatımıza. Bu sebeple sinema aktivitesinin ritüelliği de bozuldu! Artık insanlar önce sinema, sonra Burger ya da Mc, sonrasında birkaç vitrin gezip, alışveriş yaparak evlere yollanmayı tercih ediyor! Yıllar sonra Altınnal’da aldığım o salon kokusunu da Emek’de soluyabilmiştim!