Sinema yazarlarına sorulmak üzere 10 soru hazırladık. Tümüyle Ters Ninja’ya münhasır 10 ilginç soru. Maksat elbette sinema yazarlarını daha iyi tanıyabilmek… The S-Files adını verdiğimiz bu dosyaların üçüncüsünü Ali Murat Güven için açıyoruz.
Seyrettiğinizi hatırladığınız en eski film hangisi?
Richard Fleischer’in 1954 yapımı “Denizler Altında 20.000 Fersah”ı… Sanırım 4-5 yaşlarında falandım. Şimdilerde artık bir sinema değil, çok amaçlı bir kültür merkezi olarak hizmet veren (İstanbul) Çemberlitaş-İpek Sineması’nda (bilmem kaçıncı vizyon olarak) izlemiştim o filmi… Yanımda da muhtemelen babam vardı ve Kirk Douglas’ı öldürmeye çalışan dev ahtapotun kolları aklımı başımdan almıştı. Bugün bile gerek renkleri, gerek ses kalitesi, gerekse özel efektleriyle eskilik duygusu uyandırmadan hâlâ çok büyük bir keyifle izlenen müthiş bir Walt Disney üstün yapımıydı. Hayatımda bir sinema salonunda izlediğim ilk film olduğu gibi, içime sinema ateşini düşüren film de yine o olmuştur.
Sinema yazarı olmasaydınız, ne yazarı olmak isterdiniz?
İnsanlara cinsellikle ilgili doğru ve yararlı bilgiler veren, sağlıklı bir cinselliğin insan hayatını ne denli belirlediğini ve özellikle de evlilikte ne kadar önemli bir “tutkal” olduğunu kitlelere anlatan saygın bir uzman olup, bu konularda yazılar yazmak, şehir şehir dolaşıp konferanslar düzenlemek isterdim. Özellikle de ülkemin kadınlarına yönelik eğitici-öğretici yazılar yazardım. Çünkü bu konuda tek kelimeyle bitik durumdalar… Ki bu da yine bu ülkenin erkeklerinin suçu…
Diyelim ki hayatınızın sonuna kadar tek bir filmle idare etmeye mahkûm edildiniz. Hangi filmi seçerdiniz?
“Avcı” (The Deer Hunter) / Michael Cimino, 1978… Sadece Vietnam esir kampındaki “Rus ruleti” bölümünü içeren 8-10 dakikalık bir kesit bile yeterli gelebilir.
Kendinize içlerinden hayâli bir arkadaş seçme şansınız olsaydı, hangi sinema karakterini seçerdiniz?
Charles Bronson’un “Death Wish” serisinde canlandırdığı Mimar William Kersey… Onun yerinde olsam, kaürımın ve çocuklarımın başına aynı şeyler gelse, kesinlikle onun yaptığını yapardım. Avrupa Birliği kabul etmiyor olabilir, fakat ondan çok daha kadim bir hukukta “kısas hakkı” vardır.
Hangi sinema oyuncusunun görüntüsüne sahip olmak isterdiniz?
Charles Bronson
Hangi yönetmenle sıkı dost olmak isterdiniz?
Tabiî ki Stanley Kubrick baba… Ve belki bir de Frank Capra…
Hangi film gerçek olsun ve siz de içinde yer alın isterdiniz?
Gerçi zaten tarihte yaşanmış büyük bir ânın tasviriydi ama, Mustafa Akkad’ın “Çağrı”sında Hz. Peygamber’in Mekke’yi fethedip mağrur bir edâyla Kâbe’nin içine girdiği, oradaki en büyük putu bastonuyla kırdığı ana yeniden dönüp yanındaki en sadık adamlarından biri olmak isterdim. Orada onunla birlikte olmak, iki dünyada da kesin bir kuruluşun anahtarı olurdu.
Sinemayı sevmek için iyi bir neden söyler misiniz?
Bu zâlim, adaletsiz ve kötü dünyaya gelmiş olmaktan dolayı hiç bir zaman mutlu olmadım; inanç ve sinema ise küçüklüğümden beri acılarımı azaltmama yardımcı olan iki teskin edici görevini üstleniyor.
Sinemanın en kötü özelliği ya da en büyük zararı nedir sizce?
Kesinlikle şeytanî bir sanat olması… Dünyanın günümüzde (hem maddî, hem de manevî boyutuyla) bu kadar kirli bir gezegen olmasının en önemli nedenleri sinema, televizyon, yazılı basın, internet ve bilgisayar oyunlarıdır. Gelmiş geçmiş hiçbir savaş insanlığa sinema ve televizyon kadar zarar vermedi. Arada sırada Şeytan’ın dikkatinin dağılıp başka kötülüklerle uğraştığı zamanlarda bazı iyi kalpli ve namuslu insanlar film şeritlerini onun elinden kavga dövüş çekip alıyor, üzerine insanlığa hayırlı bazı şeyler kaydetmeyi başarıyorlar.
Bugüne kadar gittiklerinizin içinde en sevdiğiniz sinema salonu hangisiydi?
Sinema salonu mimarisi, akustiği, işletmeciliği ve projeksiyon optiğinden iyi anladığımı düşündüğüm için İstanbul’daki salonların hiç birini tam olarak beğenmiyor ve hepsinde mutlaka bir kusur yakalayıp son derece huzursuz bir şekilde film izliyorum. Fakat, yakın zamanda “Uzak İhtimal”in galası nedeniyle ilk kez görme şansı bulduğum Nişantaşı City’s, galiba şimdiye kadar İstanbul’da film izlediğim salonların en iyisiydi.
Çocukluğumda ve gençliğimde sıklıkla gittiğim Emek gibi klasikleşmiş sinemaların artık eskisi kadar iyi olmadığını, yalnızca eski şaşalı yılların şöhretini sömürdüklerini düşünüyorum. Komik çizgili takım elbiseler giymiş, hiçbir sosyal güvenceleri olmayan ve günlük geçimleri tamamen izleyicilerin onlara verecekleri bahşişlere havale edilmiş asık suratlı teşrifatçılar, bu çağın sinema işletmeciliği konseptinde artık çok da şık durmuyor.
Tabiî, bambaşka bir teknolojiye sahip olan IMAX formatı salonlarını bu değerlendirmeden tamamen ayrı tutmak gerekir. Ben de 35 mm standart pelikül ya da aynı boyutta perdelerde dijital film oynatan klasik salonları birbirleriyle kıyaslayarak bir yargıya vardım. Yoksa, IMAX bambaşka bir şey; yeni yeni yayılan dijital görüntünün onun kalitesini yakalayabilmek için daha kırk fırın ekmek yemesi lazım…
The S-Files Secret Photo Unit presents:
Yıl 1988. 20 yaşındaki Ali Murat Güven Gaziosmanpaşa’daki gecekondu evinde çetesiyle birlikte “Pasif Direniş” adlı kısa filmin çekimlerine başlar. Bütçe bir hayli düşüktür. Ama tarih pek çok kez göstermiştir ki sinema aşkı düşük bütçe falan dinlememektedir.
Süper 8 MM formatındaki bu hikaye ertesi yıl İFSAK’dan “Özendirme Ödülü” kazanır. Filmin makjaj tasarımlarını da üstlenen Ali Murat Güven kırmızı çini mürekkebi ve kömür tozuyla görüldüğü üzere harikalar yaratmış, fakat sanatçıya verilen değer açısından kavruk kalmış bir ülkede yaşıyor olmasının talihsizliğiyle bugüne kadar keşfedilememiştir.