Testról és Lélekról (On Body and Soul) filmiyle bizlere büyük bir aşk hikayesi anlatıyor bizlere yönetmen Ildikó Enyedi. Kana bulanmış soğuk bir mezbahada başlayan bu büyük aşk hikayesi gerçek dünyanın sınırlarını zorlayıp bizleri farklı bir hikayeye hazırlıyor.
Mezbahada yönetici olarak görev yapan Endre (Géza Morcsányi) ile göreve yeni başlayan kalite kontrol görevlisi Mária’nın (Alexandra Borbély) ilk görüşte başlayan aşkını konu alıyor film. Biri fiziksel, diğeri ise düşünsel farklılığı sebebiyle gündelik hayattan ve “normal” olarak tanımladığımız dünyadan kopmuş bu ikili arasındaki bağın derinlerine inen hikaye böylesi açılardan yaklaşmayı daha önce düşünmediğimiz konu üzerinden ilerliyor. Bilinçdışı dünyada, rüyalar aleminde birbiriyle farkında olmaksızın yakınlaşmaya başlayan, birbirleriyle daha önce anlatılmamış derinlikte bir bağ buran ikili farklılıklarının, engellerinin olmadığı bu dünyadan çıkıp gerçek dünyaya döndüğünde ise aşkları uğruna karşılarına çıkan bu engellerle mücadele etmek zorunda kalıyor.
Enyedi Testról és Lélekról’de birbirinden farklı engelleri olan iki insan çıkarıyor karşımıza. Şirkette yöneticilik yapan Endre’nin farklılığı, felçli olan sol kolunu kullanamaması. Her ne kadar sosyal hayatta bu farklılığı bir sorun olarak çıkmasa da karşımıza, Endre kendini geri çekme ve dolu dolu geçmiş eski hayatından uzaklaşma ihtiyacı duyuyor. OCD olmasından ötürü gündelik hayatta zorluklar yaşayan, sosyalleşmeye fırsat bulamayan Mária ise yeni geldiği iş yerinde alışkanlıkları ve dış dünyayla arasına koyduğu mesafelerle soyutluyor kendini.
Ruhun bedenden ayrıldığı ve bedenin de parçalandığı mezbaha bir taraftan Endre ve Mária gibi sosyal hayatta zorluklarla karşılan karakterlerimizin kendilerini güvende hissettikleri bir sığınak, kimseyle iletişim kurmaya gerek duymadan (zira mesai sırasında veya sonrasında üzerine konuşulacak bir iş değil yaptıkları) hayatlarını devam ettirdikleri bir alanken aynı zamanda da yönetmene ülkedeki usulsüzlükleri eleştirebileceği bir fırsat yaratıyor. Türkiye’den aşina olduğumuz yolsuzluklardan bir kısmının hikayeyle iç içe anlatıldığı mezbahanın filmdeki bir diğer yeri ise “ruhlar dünyasıyla” olan ilişkisi. Zira sonradan da anlaşılacağı üzere kesimhanede, ruhun bedenden ayrıldığı dehşet evinde tanışan ikili rüyalar aleminde ise birer geyik olarak çıkıyorlar birbirleri karşısına, ironik bir şekilde.
Ildikó Enyedi’nin reenkarnasyon kavramını kendi penceresinden ele aldığı, giriş sahnesiyle insanın midesini bulandıran Testról és Lélekról, anlattığı sıra dışı aşk hikayesi ve Alexandra Borbély’nin sinemanın unutulmaz karakterleri arasına girecek Mária’sıyla izleyiciyi derinden etkileyen bir film. 67. Berlin Film Festivali’nden Altın Ayı ile ayrılmasına karşın Borbély’nin hakkının yendiğini de itiraf etmek gerekli.