Seninle bir sırrımı paylaşmak istiyorum Ninja, ben küçükken basın gösterimlerinin ardından sinema yazarları hararetli bir şekilde sinema tartışıyorlar zannediyordum. Sonra gördüm ki, öyle bir şey yokmuş. Ben fazla 68 kafasında kalmışım sanırım. Şimdi film festivallerinin bunun için daha doğru mecralar olduğunu farkına varıyorum. 18.Uluslararası Altın Koza Film Festivali’nde yemeklerde, film aralarında hep sinema konuşuluyor. Bir önceki yazımda da belirttiğim üzere film gösterimlerinin ardından, yönetmenin ya da oyuncuların katılımıyla soru-cevap şeklinde bir söyleşi gerçekleştiriliyor. Sinema Kongesi de cabası!
Oradan oraya koşuşturmaca sırasında pek fark etmiyorsunuz ama, geriye dönüp bakınca çok film kaçırdığınızı anlıyorsunuz. Elinizden bir şey gelmiyor bunun için. Gördüğüm ilk Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması filmi, Nuri Bilge Ceylan filmlerinden tanıdığımız, Uzak’taki oyunculuğu ile 2003 Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye Ödülünü kazanan Muzaffer Özdemir’in ilk yönetmenlik denemesi olan Yurt’tu. Film, Doğan (Kanbolat Görkem Arslan) adlı sorunlu bir mimarın biraz olsun nefes alabilmek için, 15 yıldır gitmediği memleketi Gümüşhane’ye yaptığı ziyaretin etrafında şekilleniyor. Girişinden itibaren ağır bir varoluşçuluk seziliyor filmde. Doğan, Bulantı’nın Antoine Roquentin’ine benzer biçimde yarı-yanmış bir kütükten çok fazla etkileniyor, hastalanıyor belki de, tam anlaşılmıyor zira orası. Zaten filme bir karmaşa hakim sanki; Doğan’ın probleminin tam olarak ne olduğunu çözemiyoruz, sonrasında ise politik argümanlar geliştirmeye başlıyor film; HES’lerden, altın madenlerinden, doğanın katlinden dem vurup duruyor. Fakat bunları yaparken, dramatik kurguya da bir türlü yediremiyor söylemlerini. Nuri Bilge Ceylan’dan tutun da Tarkovski’ye uzanan bir dizi ismin etkisi açık seçik görülüyor Özdemir’in sinemasında. Fakat yönetmen bu etkilerden sıyrılıp kendi sinemasal dilini oluşturmayı başaramamış bize kalırsa. Filmin bir diğer büyük sorunu da, sisteme yapısal bir eleştiri getirmek yerine eleştirisini bir sadece odağa yöneltmesiydi. Bu eleştirinin, gayet kaba bir biçimde, üstelik birkaç yerde, bizzat karakterin ağzından yaptırılması da hiç hoş değildi. Bu eleştirisini yönetmen pekala dolaylı yollardan da verebilirdi.
Bu sene Altın Koza’da yarışma filmlerine halk da oy verebiliyor. Gösterimden önce halka dağıtılan pusulalarda 1’den 10’a kadar rakamlar mevcut. Vermek istediğiniz puanı bu pusuladan koparıyor, ve gösterim sonunda konan sandıklara atıyorsunuz puanınızı. Bence çok güzel ve yerinde bir uygulama olmuş bu. Ben de Yurt filmi için, her ne kadar yukarıda acımasızca eleştiriyor gibi görünsem de, HES’leri gündeme taşıması dolayısıyla 5 puan vermeyi uygun gördüm. Umarım bu uygulama gelecek senelerde de devam eder. Diğer festivallere de örnek olur.
Festivalin en önemli olayı kuşkusuz “Bir Zamanlar Anadolu’da“nın Türkiye Prömiyeriydi. Ama daha öncesinde Nuri Bilge Ceylan Fotoğraf Sergisi Açılışı vardı. Nuri Bilge Ceylan, Taner Birsel ve Yılmaz Erdoğan’ın katıldığı sergide birçok basın mensubu da yerini aldı. Nuri Bilge Ceylan’ın alt sınıftan insanları konu ettiği, panaromik resimler oldukça dikkat çekiciydi. Bir ressam edasıyla üzerinde çalışılmış resimler, genelde Nuri Bilge Ceylan filmlerinden alışık olduğumuz renklere ve açılara sahipler. Alt-sınıfları konu edinse de, fenomenolojik olarak neden seçkin bir biçime sahip olduklarına dair soru, aklımda gezinip durdu sergi boyunca. Aslında Nuri Bilge Ceylan sanatının biçimiyle ilgili uzun uzadıya konuşmak gerek. Ama burası yeri olmadığı için bunu başka bir zamana bırakıyorum izninizle…
Günün bir diğer izleyebildiğim filmi “Ben Asyalıyım, Ben Afrikalıyım” başlığı altında gösterilen Musan Günceleri (Musanilgi) filmiydi. Park Jungbum’ın yönettiği ve ana karakterini canlandırdığı film; Jeon Seung-chul adındaki Kuzey Koreli göçmenin Güney Kore’deki yaşam mücadelesini anlatıyor. Jeon Seung-chul, kaçak olduğu için doğru düzgün bir iş bulamıyordur. Dolayısıyla yasadışı afiş asmak ve el ilanları dağıtmak gibi ufak tefek işlerle geçimini sürdürmektedir. Tatil günleri ise kilisede şarkı söyleyen, platonik olarak aşık olduğu Sook-kyung’u izlemektedir. Fakat onunla cesaretini toplayıp bir türlü konuşamaz. Bu sırada yasadışı işlerle uğraşmakta olan ev arkadaşı Kyung-chul, Jeon Seung-chul’un başına yeni belalar örecektir…
Musan Günceleri, tipik bir işçi sınıfı hikâyesi gibi başlıyor. Karakterimiz her şeye, hayatın acımasız şartlarına rağmen etik davranmaya çalışan safça bir delikanlı. Ama etrafı maalesef suçla örülü, ve ister istemez o da bu çemberin ateşinden nasibini alıyor. Yavaş yavaş karanlıklaşan film, tek bir rotadan gitmek yerine, birkaç kanaldan akmaya başlıyor. Bu dakikadan itibaren de omurga dağılıyor bana kalırsa. Suç motifinin filme girmesiyle, dallanan, budaklanan hikâye bir türlü toparlanamıyor. Film bitince aklınızda hikayeyle ilgili cevaplanmamış bir dizi soru kalıyor. Yalın bir dramatik çalışmayla gayet güzel kotarılabilecekken, sarkmalar yapan yarım yamalak bir film olarak kalmış ne yazık ki Musan Günceleri…
to be continued…