Selma isteksiz adımlarla sokağı geçip Arzu marketine doğru yürüdü. Gözleri yaşlıydı. Kendine hakim olmasa hüngür hüngür ağlayacaktı. Marketin önündeki manav bölümünde duran başıbozuk soğanları kümeleyen delikanlı yan gözle ona baktı. Bakışları hızla endamını ölçtü biçti. Yüzünde belli belirsiz bir gülümseme oluşmuştu. Bozulmak üzere olan bir ampulun son kez sönük bir ışıkla parlaması gibiydi. Sonra işine koyuldu. Tanımamıştı. Geçen fıstık kategorisinden olmasa da ölçüleri bayağı ehven genç bir bayandı. O kadar.
Delikanlı altı yıldır bu markette çalışıyordu. Bütün alışverişini neredeyse buradan yapan Selma’nın sayısız kereler konuştuğu biriydi. Ve şimdi delikanlının belleğinden silinmişti.
Yaşayan varlıkların ölümlülüğü gibi baştan bildiği bir süreç çalışıyordu. Hazırlıklıydı, ama hislerini tümden kontrol edemiyordu. On bir yıllık kocası Ethem bu sabah adını unutmuştu. Kapının ağzında durmuş bir şey diyecekti. Selma’nın arkası dönüktü. “Adını şey yaptım bir an. Çok tuhaf,” demiş ve yüzündeki şaşkın ifadeyle kapıyı açıp gitmişti. Esas söyleyeceği neyse onu da yanında götürmüştü. Bunun yarım saat öncesinde okula yetişmenin telaşıyla evin içinde gezinen oğluyla holde karşılaştıklarında çocuk sanki yabancı birini görmüş gibi önce irkilmiş, sonra sekiz yıllık annesini tanıyarak normal faza geçmişti.
Selma bütün bunlara hazırlıklıydı. Kurduğu ailenin onun açısından bir son kullanım tarihi mevcuttu. Baştan kesinlikle biliyordu. Tam on bir buçuk yıl dayanmıştı. Rekor değildi, ama bayağı üst düzey bir dereceydi. Aslında şükretmesi lazımdı.
Son birkaç haftadır kocası ve oğluyla çözülmeyi, kopmayı adım adım yaşamaktaydı. Daha seyrek konuşuyorlardı. Birlikteyken adam dalgınlık fazlarına girip çıkmaktaydı. Kocasıyla seks ilişkisi tümden bitmişti. Teni artık adamı çağırmıyordu. Daha da beteri adam için kanıksanmış cazibe durumuna düştüğü falan yoktu. Resmi olarak 31 yaşındaydı ve sadece kadınlıktan, değil homo sapienslikten de sıyrılıyordu. Böyle devam ederse hem oğlu, hem de kocası ruhi bunalıma girebilirdi. Şimdiden belirtileri vardı. Özellikle oğlunda.
“Zubeala. Kız Zubeala, kes dramı da ayaklarını aç. Seninki geldi. Çabuk!”
Selma beyninin içinde patlayan ses üzerine toparlandı. Sol eliyle gözlüğünü biraz öne alıp elinin tersiyle gözlerinin yaşını sildi. Marketin kapısına yakın durup arkasına baktı. Çapraz karşıdaki taksi durağında az önce hiç araba yoktu. Şimdi bir tanesi yanaşmaktaydı. Sakız alacak zaman kalmamıştı. Genç kadın hemen adımlarını hızlandırarak yolu geçti. Taksiye doğru yürüdü. Neyse ki, ondan önce davranan biri yoktu. Hava güneşliydi ve iş çıkışına daha saatler vardı. Taksi arama rekabetini azaltan şartlardı bunlar.
Bu arada az ilerisinde bir süredir içinde bir müşterisiyle duran taksi hareket etmişti. Arka koltukta sarı saçlı genç bir kadın vardı. Kadın araba yanından geçerken ona gülümsedi. Selma belli belirsiz sırıtmakla yetindi. Hiç neşesi yoktu.
Kısa siyah saçlı, bıyıklı, esmer şoför geldiğini görmüştü. Hevesle endamını süzüyordu. ‘Güzele bakmak sevaptır abla‘ şeklinde bir mazereti vardı haliyle. Selma arabaya binerken eteği biraz sıyrıldıysa da buna aldırmadı. Bu semti, evini, kocasını, en zoru da oğlunu uzun bir süre göremeyecekti. Gözleri dolmuştu yine. İyi ki, yüzünde güneş gözlükleri vardı.
“Söğütlü Çeşme caddesine. Kayadibi iş hanına.”
Kozyatağı’ndan oraya trafik yoğun olmadığı için yirmi dakikada giderlerdi. Selma yolda adamla birkaç kelime konuştu. Kayadibi iş hanından ağırca bir paket alacağını, kendisine yardım edip edemeyeceğini sordu. Adam bunu yapmaya çok hevesliydi. Selma adamın aynadan bacaklarının stratejik kısımlarını görebildiğini tahmin etti. Sesindeki kasıtlı işve de etkili olmuştu haliyle.
*
Yaprak, 14.02’de Kayadibi iş hanından içeri girerken kendini iyice kısmıştı. Her taraf kamera dolu olduğu için tenini üç derece parlatmıştı. Gözlerinde kara gözlükler vardı. Açık kumral saçları perukaydı. Kullandığı fondöten falan da eklendiğinde eşkali, giysileri, elindeki eflatun çanta ve beden ölçülerinden ibaret olacaktı ki, zaten bunlara veda etmek üzereydi. Kalbi kanıyordu. İki yıldır birlikte yaşadığı erkek arkadaşını, yüzyılın en büyük aşkını, uzun bir süre göremeyecekti. Onunla birlikte olmaksa bugünden itibaren sonsuza kadar bitmişti.
Asansörle dördüncü kata çıktı. Zubeala hedefe çok yaklaşmıştı. Zamanlama iyi gidiyordu. Asansörden çıkınca sola döndü. Mavimsi grimsi boyalı holde yürürken bir kapı açıldı, takım elbiseli, kravatlı, elleri ateşe çantalı iki genç adam çıktı. Adamların kaçamak bakışları ve yüzlerinde tik gibi beliren çapkın sırıtmalarından on üzerinden dokuz aldığı belliydi. Bu iyi olmuştu. İfadelerinde şu anda gördükleri şeyleri tasvir edeceklerdi. Akıllarında balkonlar, bagaj ve iniş takımları kalacağından verecekleri bilgi hiçbir işe yaramayacaktı.
405
Candelen
Emlak Danışma Bürosu
Genç kadın dokunmadan kapının kilitli olduğunu biliyordu. Dün Haydar Candelen’e telefon ederek randevu almıştı. Adam kendisini bekliyordu. Bu semtte işyeri arayan yağlı bir müşteri numarasına yatmıştı. İçerisini dinledi. Adamın sekreteri yoktu. Perşembe günleri bu saatlerde hemen iki blok ötedeki on parmak daktilo yazma kursuna gidiyordu. Bu son haftaydı. Parmakları bayağı hızlanmıştı. Bugün sertifikasını alacaktı. Bu kadın için iyiydi. Çünkü yarından itibaren işsiz kalacaktı.
Yaprak, uzun tırnaklı işaret parmağıyla zile dokundu. Üç beş saniye sonra kapı aralandı. Sarı ceket, siyah gömlek, siyah pantolon giymiş adam kapıyı açtı. İlk birkaç saniye bu kadını nereden tanıyorum şaşkınlığı geçirdi. Bu temkinli hali hızla izale oldu. Kendini kısması sayesinde iki saat masasında oturduğu, yiyecek gibi bakıp durduğu ve bir yığın üstü örtülü sarkıntılık sözü sarf ettiği kadını tanımamıştı. Ardından adamın yüzünde çapkınlık soslu bir beğeni gülümsemesi belirdi. Yaprak’a semtin en pahalı yerinde iki yüz metre karelik dükkân aradığı için tam puan vermişti. İkinci tam puan da haliyle fiziki özelliklere yönelikti.
“Meliha hanım.”
“Haydar bey.”
Yaprak tam çarığı sağlam iş kadını Meliha hanıma yakışacak bir şekilde tebessüm ederek adamın uzattığı elini sıktı. Birlikte sekreterin oturduğu bölmeyi geçerek adamın bürosuna girdiler.
“Şöyle buyrun lütfen.”
Genç kadın adamın işaret ettiği deri koltuğa oturdu. Haydar Candelen mutlu bir yüzle şaşaalı büyüklükteki özenle cilalanmış ceviz masasının arkasına kuruldu.
“Efendim konumuza girmeden önce ne arzu ederdiniz? Çay, kahve ya da soğuk bir şey?”
O sırada Yaprak deri çantasının kapağını açmış ve içindeki metal şeye dokunmuştu. Parmakları susturuculu tabancayı kavrayıp adama doğrultması, adamın yüzünde beliren şaşkınlık ve sonra kalbine giren bir kurşunla yere yığılması hızlı çekim bir sahne gibi göz açıp kapayana kadar gerçekleşti.
Yaprak tabancayı çantasına geri koymadı. Ayağa kalktı. Kapıya doğru yürüdü. Misafirleri final resepsiyonu için gelmişti. Zil çalınca kapıyı açtı. Tabanca arkasına kalçasına yasladığı sağ elindeydi. Taksici Remzi ve Selma içeri girdiler.
Remzi şaşkındı, ama kuşkulu değildi. İki iyi giyimli, güzel ve seksi kadından bir orostopolluk ummuyordu. Selma kapıyı örttü.
“Ah, o paket için. Buyrun efendim içeride,” dedi Yaprak sanki sekretermiş gibi.
“Burası Haydar abinin yeri,” dedi şoför.
Birlikte büroya girdiler. Adam yerde yatan cesedi görünce şokla geri döndü. Yaprak bir metre mesafeden adamın kalbine iki kurşun sıktı. Adam şaşmaya dahi zaman bulamadan yere yığılıverdi.
“Vaktinde geldin Zubeala.”
“Bana bu adla hitap etme Denaheşiye. Sana kaç kez söyledim.”
“Tamam ya. Yardım et de şu işi bitirelim.”
Tabancanın üzerindeki izleri silip şoförün eline sıkıştırdılar. İki el tavana doğru ateş ettirdiler. Sonra tek kelime bile konuşmadan emlak danışma bürosundan çıktılar. Stajyer bir forensik uzmanı bile bu dümeni yemezdi. Kumpas, sekreterin olayı anlatması ve bunun Haydar beyin ortakları üzerinde yapacağı moral etki üzerine kurulmuştu. On parmağı beceriklilik ve hız kazanmış olan genç kadın içeri girdiğinde eli tabancalı şoförü görecekti ilk olarak.
*
“İşin bu tarafı hep zordur.”
Selma arkadaşına bakıp içini çekti. Bekar sokağındaki bir kafede oturmuşlar orta şekerli Türk kahvesi içiyorlardı. Biri vapurla, diğeri minibüsle Beşiktaş’a gitmiş. Orada iki ayrı butikte yeni giysiler edinmiş; eskileri, peruka ve güneş gözlükleriyle birlikte çöp konteynırlarına atmışlardı. Önce sofware’lerini, cinözlerini yani, değiş tokuş etmişlerdi haliyle. Birkaç saniyede olup biten bir işlemdi. Selma bedeninin içinde Yaprak, diğerinde de kendisi vardı. Aradan yarım saat geçmesine rağmen iyice alışmıştı. Boyu üç santim uzamış, ölçüleri bir beden büyümüştü.
“Doğru da,” dedi Selma gel de acısını bana sor.
Selma bedeninin içersindeki Yaprak kahvesinden yudum alırken bakışlarıyla haklısın mesajı yolladı. Sevgilisi Tarık’tan ayrıldığı için çok üzgündü. Tek tesellisi Selma’nın adama iyi bakacağı ve göz kulak olacağını bilmesiydi. Kendi de bu akşam yeni kocasına ve oğluna kavuşacaktı.
Selma ve Yaprak, nam-ı diğer Zubeala ve Denaheşiye tebdilcin denen taifedendi. Bunlar da köken olarak cinlerin soyundan geliyordu. Zamanla insan bedenlerinin içinde yaşayabilir hale gelmişlerdi. Ortalama ömürleri 300 yıldı. İçlerinde 380’i bulanlar bile çıkmıştı. Selma 101, Yaprak 103 yaşındaydı. Normal insan ömrüyle kıyaslandığında 25-28’e denk geliyordu.
Tebdilcinlerin yüzde sekseni kadındı. Bunlar on binlerce yıldır insanlarla ilişki kurarlardı. Genellikle ölümcül hasta ve kimseleri olmayan genç kadınların yerine geçerlerdi. O şahıs evinde ölüm döşeğindeyken yanında bulunur, hizmet eder, alışverişini yapar, fakirse mali yönden yardım eder ve avuturlardı. Büyük şehir ve metropollerde yaşadıklarından sahte kimlik edinmeleri zor olmazdı. Bu kategoride bir sürü kimse vardı. Bedenine girdikleri kimse ölünce kumandaya onlar geçer ve bedeni A’dan Z’ye yenilerlerdi.
Sonra kapı gibi gerçek bir kimlikle nezih semtlerde ev tutulur, yeni hayat başlardı. Bu arada büründükleri kalıp bayağı tekamül eder, güzelleşir, cildi parlar ve zihni de kükrerdi haliyle. Tebdilcinler gelecek öngörüsü yapabilme özelliğine sahipti. Bu nedenle para asla sorun olmazdı. Piyango, lotto, at yarışları bile tek başına gelir kaynağı olarak fazlasıyla yeterliydi.
İnsan bedenlerinin içinde karşılaştıkları en ciddi sorunlardan biri içine girdikleri bedenin kullanım süresiydi. Bu ortalama sekiz yıldı. Bazen bedenin bir yılda bile kullanılmaz hale geldiği olurdu. Selma bir çeşit rekora imza atmış, on yıl aynı bedende kalmış ve üstelik bir de çocuk doğurmuştu. Bedenin iç tepkisi zamanla yapıbozum yaratır ve yeni bir beden arama zamanı gelirdi. Bu tebdilcinin sevdiklerinden uzaklaşması demekti. Bu süreci en az sıkıntıyla atlatmanın tek yolu eş değiştirme yöntemiydi. Zubeala ve Denaheşiye bunu yapabilecek kıvamdaydı, çünkü beden yapıbozumu aynı tarihe denk gelmişti. Yaşları da aynıydı.
İlk belirtiler başlayınca birbirlerini bularak bu konuyu enine boyuna görüşmüşlerdi. Yaprak’ın birazdan bir kocası ve oğlu olacaktı. Selma’nın da gitar çalan Tarık adlı bir erkek arkadaşı.
Tarık’ın başı dertteydi. Barda birlikte çaldığı arkadaşı iki hafta önce kaza süsü verilerek öldürülmüştü. Bunu Haydar Candelen bizzat yapmıştı. Kokain ticareti ile ilgiliydi. Adamı ağzını tutamayacak endişesiyle tuzağa düşürüp temizlemişti. Hiçbir şeyden haberi olmayan, ama maktulun yakın arkadaşı olan Tarık’tan kıllanmaktaydı. Arkadaşının ölmeden bir şeyler söylemiş olmasından şüpheleniyordu. Bu nedenle Tarık’a da bir iyilik düşünmek üzereydi. Bu defa onun için yıllar önce de iş bitirmiş olan Remzi’yi görevlendirecekti. Adama elli bin lira teklif edecekti. Yanlarında oturup, yüzlerine gülerken bunları planlamaktaydı.
Tebdilcinler sadık eşlerdi. Hayat arkadaşlarını sıkı bir denetim altında tutarlardı. Buna bir çeşit kaza engelleme sigortası denebilirdi. Gelecek öngörüleri hiçbir zaman yüzde yüz kesinlik taşımazdı. Bir seri yakın tahminden en uygununu hesaba alırlardı. Haydar Candelen polis araştırmasının sonuçlarından tabii ki, çekinmekteydi. Belki bu işe hemen kalkışmayacaktı. Biraz bekleyecek ve uygun bir zamanı kollayacaktı. Bir kafede otururlarken içeri tesadüfen girmiş gibi yaparak masalarına oturmuştu. Ağız yoklama girişimiydi. Tarık’ın arkadaşı yeni ölmüştü. Üzgündü. Adam kuşkularını kanıtlayacak sözcükler duymamıştı, ama Tarık hakkında hâlâ sakat planları vardı. Yaprak adamın düşüncelerini inek gibi sağmıştı. İşi sağlama almak niyetindeydi. Deli gibi sevdiği erkeği er ya da geç harcayacaktı. Tarık bütün bunlardan habersizdi haliyle. Ona anlatırsa paniğe kapılır, ağzını tutamaz ve ölüm tarihini öne aldırtabilirdi. Adamın düşüncelerini okudum dediğinde ona inanacaktı. Çünkü para durumu iyi olan sevgilisinin döndürdüğü çarkın kendisini göremese de esintisi hissetmekteydi. Bir de son on gündür yaşadıkları yabancılaşma sorunu da vardı üstelik.
“Dinle, yatağa girdiğinde sutyenini kendin çıkarma,” dedi Yaprak. İçini çaresizlikle astarlanmış bir kıskançlık bürümüştü yine. “Tarık bunu kendi yapmayı çok sever. Senin bana bir tavsiyen var mı?”
Selma daha muhafazakâr bir kadındı. “Kendin keşfet. Hemen bileceksin zaten,” dedi. Cep saatlerinin kendi hafızaları gibi eski bedenlerinde uyum için gerekli bütün bilgileri bırakmışlardı. Yoksa biri diğerinin yerine geçemezdi.
Erkeklerin cinsel fantezileri altı şeritli bir otobanda araba sürmek gibiydi. Şerit değiştirir ve gaza pedalındaki ayakların baskısı azalır ya da çoğalırdı. Kadınlarınki ise sarp arazide yapılan gezi gibiydi. Beklenmedik çukurlar, derin yarlar, mağaralar, renk renk çiçekler, otlar ve ten ürperten serin rüzgarlar bulunurdu. Erkeklerin, kadın tebdilcinlerin onlara verdikleri cinsel tatminin benzerini başka kadınlarda bulmaları çok zordu. Bu yüzden erkeklerin çapkınlık hevesleri ve cinsel fantezileri, tebdilcin eşlerinden aldıkları hazın türevleri şeklinde formatlanırdı. Spiral kendi içine doğru dönerdi yani.
Yaprak gülümsedi ve içini çekerek ayağa kalktı. “Ben gideyim o zaman. Oğlum… Okuldan geldiğinde evde yalnız kalmasın. Ethem gelmeden yemek filan da hazırlamak lazım.”
Selma’nın gözleri yaşarmıştı. Yerinden doğruldu. İki kadın sarıldılar. Selma bu anlara haftalardır hazırlanmaktaydı. Yine de kalbi yırtılmıştı. Yaprak oğluna da kocasına da iyi bakardı. Bu akşam Fehmi de, oğlu da son birkaç haftadır hissettikleri anlam veremedikleri endişeler ve şüphelerden sıyrılacaklardı. Fehmi sabah yakın zamana kadar olduğu gibi mutlu bir erkek olarak uyanacaktı. Bakalım kaç yıl sürecekti bu defa.
*
Kadın gittikten beş dakika sonra yeni Yaprak’ın telefonu çaldı. Ekranda Tarık ismi belirmişti. Genç kadın telefonu aldı ve hattı açan düğmeye bastı.
“Canım. Nerdesin?”
“Taksim’de. Sen?”
“Ben de. Mefisto kitapçısının üstündeki kafedeyim.”
“Yakınız bayağı. Yalnız mısın?”
“Evet. Gelsene.”
Yeni Yaprak ikinci katın basamaklarını çıkınca hemen soldaki masada oturan uzun boylu, kahverengi saçlı adam ona baktı. Bakışlarında arka arkaya üç faz belirmişti. 1 – Yaprak hâlâ o bir türlü isimlendiremediğim arızaya sahip mi? Şimdi daha beterini görmeye hazır mıyım? 2 – Vay canına! Bizim hatun kendini acayip yenilemiş. O pas, kirli toz tamamen silinmiş. Hepsi bir kuruntudan ibaretmiş. Gafil benim. 3 – Sahi benim hem bu kadar alımlı, hem de zengin bir kız arkadaşım var değil mi?
Yaprak dalgalı uzun saçlı, hoş yüzlü, esmer adama sarılıp dudaklarına hafif bir öpücük kondurdu. Yeni formatının havasına iyice girmişti. Selma yanı bayağı uzaklarda kalmıştı birden. Adamın yüzündeki arzulu ifadeyi görünce tebessüm etti. “Eve mi gitsek acaba?”
Tarık’ın hiç zaman kaybetmeden garsona hesap işareti yapması iyi bir işaretti. Karşı masada oturan üç genç kız onlara bakmaktaydı. Tarık’ın ‘istersen önce bir şey iç’ demesi eski Selma’yı biraz üzecekti. Taptaze Yaprak hanım damarlarında dolaşan dokunma ve sevgi hormonu oksitosin yüzdesinin artmasından ötürü keyifliydi. Diğer kimliğiyle ilgili bilgiler, kaygılar, özlemler vakumla emilmiş gibi incelmişti. Birazdan gitarcı Tarık beye evde Stairway to Heaven parçasını çaldıracaktı. Bugün özel bir gündü. Öyle değil mi?