Sahil yolundaki kahvenin çırağı, kocaman ve rengârenk şapkasıyla Esin’i görünce elindeki bir tepsi çayı müşterinin üzerine düşürdü. “Yandım! Anam…” diye feryat ederek yerinden fırlayan müşteri, çırağa verip veriştirirken çırak hala geçmekte olan o afete bakmaktaydı. Bu esnada, üzerinde para kesesi olan önlükten ustası olduğu belli olan kır saçlı ve bıyıklı adam çırağın kafasına bir şaplak şaplattı. “Önüne baksana len, yaktın adamın takımları!” diye söylendi çırağa. Uzun ve beyaz kollarında tuttuğu çantasını bir ileri bir geri sallayan giden bu hanımefendi, kasaba ahalisinin aklını başından alan yeni yazlıkçı olmalıydı.
Dükkanlarının önünde tavla oynayan yaşını başını çoktan almış kasap ve bakkal dahi, parfümü kendinden metreler önce gelen bu orta yaşlı ve etli butlu güzel hanıma bakmadan edemediler. Üzerindeki sırtını açıkta bırakan ince ve kırmızı kıyafete bakılırsa, bu kadın sahile gidiyor olmalıydı. Hafif bir rüzgarın doldurduğu kıyafetini sıkı sıkıya tutan bu genç hanım az ötedeki manavın önünde durduğunda, kasap ve bakkala nazaran biraz daha genç olan manavın kalbinin atışları iki sokak öteden duyulabilirdi. Sahilde atıştırmak için manavdan birkaç kilo meyve aldıktan sonra, sahile doğru seğirten kadının arkasından bıyık burkan manavın, bu hareketini karşı dükkanı çalıştıran yaşlı hırdavatçı görünce dışından ve yüksek sesle “Fesuphanallah!” çekti.
Zaten kadınının kıvırta kıvırta yürümesinden bu ilginin farkında olduğu ortadaydı. Kadın, sahile indiğinde, onun bulunduğu yeri karşıdan gören kahvenin sahibi ellerini kavuşturmaya başlamıştı bile. Nitekim aşağı kahveden bu adamın kahvesine akın eden gençler kahveyi tıka basa doldurmakta gecikmediler. Ağızlarının suyu akarak, güneşlenen ve ara ara denize girip çıkan bu güzel kadını seyreden ahali için hava hoştu fakat kasabanın kadınların aynı memnuniyeti paylaştıkları söylenemezdi. Fazla içen kocasını kapının önüne koyan taze bir dul olduğu dilden dile dolaşan Esin ise hakkında söylenenlerden bihaber tatilinin keyfini sürüyordu.
Hemen hemen aynı günlerde, kasabalının bir başka telaşı daha vardı aslında. Sınır ihlali yapmış komşusuna güzel bir ders vermek isteyen tarla sahiplerinden tutun da, veresiyesini aylardır ödemeyen müşterilerinden şikâyetçi olmak isteyen esnafına kadar hemen herkes yeni atanan karakolun komutanının kasabaya gelişini dört gözle beklemekteydi. Nazıyla işvesiyle karakoldaki askerlerden birini kafalayıp, yeni komutanının isminin ve fotoğrafının yer aldığı tayin evraklarına göz atmayı başaran kasaba bakkalının aşüfte kızının beş çaylarında kasabalının genç kızlarına söylediğine göre, atanan komutan otuz yaşlarında, bekâr, dağ gibi yağız bir delikanlıydı.
Komutanın evlenme zamanının çoktan geçmiş olduğuna kendi kendilerine kanaat getiren kasabanın kızları, bunu birbirlerine hiç açıkça ifade etmediler ama hepsinin kafasında o aynı düşünce vardı. Kıdemli bir devlet adamının kalbini çalma düşüncesiydi bu. Gerçekten de komutan kasabaya gelir gelmez bu kızlardan bazıları yağlı kapı olarak gördükleri bu adamı çoktan göz hapsine almışlardı. Üstlendiği görevin öneminin bilincinde olan Ali adındaki bu yakışıklı komutan gelir gelmez, ahalinin şikâyetlerini çözmeye koyulmuş ve kısa sürede halkın sevgisini kazanmayı başarmıştı. Bu çalışkanlığı, onu kasabalı kızların gözünde kuşkusuz daha cazip bir hale getirmeye yetmişti. Fakat kasabalı kızların işi çok zor görünüyordu. Çünkü Komutan Ali, bırakın kasabalı bir kızla ilişki yaşmayı, tek bir kıza yan gözle dahi bakmıyordu. Anlaşılan iyi aile terbiyesi almış biriydi Komutan Ali. Bu da bir Anadolu halkının en değer verdiği şeylerden değil miydi zaten?
Geldiği ilk zamanlar misafirhanede ağırlanan Komutan Ali, daha sonra cüzi bir ücretle yörenin en zenginlerinden biri olan Kazım Bey’den denize bakan beyaz, cumbasıyla kasabanın en güzel evlerinden birini kiraladı. Tam da yeni evine taşındığı günlerde, bir mesai çıkışı manava uğrayıp, akşam kafa çekeceği rakısının yanına hazırlayacağı çoban salatası için limon, maydanoz ve domates almakta olan Komutan Ali, ilk kez o anda gördüğü Esin Hanım’a deyim yerindeyse kasabadaki her erkek gibi içi gitmişti. Kendinden emin bir şekilde caddede salınan bu kadın, belki de Komutanın bu zamana gördüğü en histerik kadındı. O gece, yeni evinin cumbasında oturup denize karşı rakısını yudumlayan Komutan bütün gece o kadını düşündü.
Yeni geldiği günlerdeki yoğunluğu yavaş yavaş azalan Komutan Ali’nin, taşranın o sıkıntılı halet-i ruhiyesine girmesi de uzun zaman almadı. Böyle zamanlarda yalnızlığının getirdiği azabı daha derinden hisseden bir adamın, efkarını dağıtmasının tek bir yolu vardı. Şehirdeki Alim Aga’nın mekanına bir uğramak ve Doğu Avrupa’dan kaçak olarak gelen sarışın aşüftelerle şehvetli geceler geçirmek. Fakat şehre gitmek hayli zahmetli olduğundan bu ziyaretler ayda bir ya olur ya olmazdı. Bu yüzden Komutan Ali’nin yegane yoldaşı kendi elleriyle yaptığı boğma rakısıydı. İşte yine şişenin dibine vurduğu gecelerden birinde Komutan, beyazlar içindeki bir kadının denizde yüzdüğünü görünce gözleri yuvarlarından fırladı. Yaz mevsiminin sonlarına doğru hem de gecenin dördünde buz gibi olması gereken suya aldırmadan, vücudunun bütün mahrem yerlerini açığa vuran ipince bir üstlükle yüzen bir kadındı bu.
Bu kadının Öğretmen Esin olduğuna dair, köyün kırk yıllık imamı Musa kurana el basabilirdi belki ama yüzü seçilmeyen bu kadının Esin olduğundan emin olmak isteyen Komutan, hızla konağının tahta merdivenlerini gıcırdatarak indi. Konağının hanımeli ve nergis dolu taş döşeli yolu da hışımla yürüyen adam, yolun karşısına geçerek sahile doğru yürüdü. Fakat ortalıkta bir Allahın kulu bile yoktu. Karanlıkta, sahilde bir o yana bir bu yana koşuşturan Komutan Ali’yi o saate bir kasabalı görse onun delirdiğine inanabilir ve bütün kasabayı kasıp kavuracak bu söylenti, Allah muhafaza Komutan Ali’nin sürülmesine kadar gidebilirdi.
Ertesi sabah akşam yaşadıklarının tesirinden olsa gerek, sabah makamına ilk kez geç kaldı Komutan Ali. Emir erlerinin, Komutanlarının insanın yüreğine korku salan bembeyaz kesilmiş yüzünü gördüklerinde ona her zamankinden fazla itibar göstermelerinde şaşılacak bir şey yoktu. Zira komutan’ın sadece yüzü değil resmen bütün beni benzi atmıştı. Hatta o gün, karakolun aşçısı korkudan, komutanın odasına gönderilen öğle yemeği tepsisindeki kaşık, çatal ve bıçakları peçete ile öyle dikkatli sardı ki, gören bu tepsinin Sultan Abdülhamit için sarayda hazırlandığına dahi inanabilirdi. O gün, öğleden sonra, kapıdaki nöbetçilerden birini göndermek suretiyle Öğretmen Esin’i makamına çağırtı Komutan Ali. Yine her zamanki frapanlığıyla, sanki köyün bütün kadınlarını kıskançlıktan çatır çatır çatlatmak ister gibi esnafa göz süzerek, sahil yolunda salına salına ilerleyen Öğretmen Esin, neden sonra karakola girdi. Komutan Ali’nin gidişine kadar gündemde kalacak olan malum söylenti de, işte ilk kez o gün dillendirilmişti.
Esin ile Komutan Ali’yi kimse yan yana görmemişti ama bir dedikodudur aldı yürüdü o günden sonra. İddialara göre Esin ile Komutan Ali büyük bir aşk yaşamaktaydı. Beş çaylarında eskiden gülüşen kasabanın kızlarının, yüzünün asılmasının nedeni de Komutan Ali hakkında çıkan bu söylentilerdi elbette. Ama onca söylenen şeye rağmen Ali ve Esin’in yaşadığı iddia edilen aşkı kimse ispatlayamadı. Gerçekten de, o gün on beş dakikalık bir görüşme yapan Ali ve Esin bir daha hiç görüşmemişlerdi. O görüşmenin neden yapıldığını da onlardan başka kimse bilmiyordu.
Komutan Ali, o meşum gecede gördüğü beyaz kıyafetli kadını sonraki gecelerde de görmeye devam etti. Beyazlı kadın, her gece saat dört sularında ortaya çıkıyor ve gün doğana dek denizin içinde kalıyordu. Esin ile yaptığı görüşmede, her gece denize giren kadının o olmadığını anlayan Ali, bu varlığın artık bir hayalet olduğuna kendini iyiden iyiye inandırmıştı. İşin şaşırtıcı tarafı bu kadını kendisinden başkası kimse görmemişti. Alkolü arttıran ve işini aksatmaya başlayan Ali, gördüğü bu hayaletten kurtulamayacağını anladığında, yine makamına geç kaldığı bir sabah, tayin mektubunu hazırladı ve bu mektubu şehirdeki postaneye götürmeleri için askerlerine emir verdi.
Ağustos ayının sonuna doğru kasabayı birer birer terk etmeye başlayan yazlıkçılardan başında Öğretmen Esin geliyordu. Kadınların, sevinçten arkasından lokma döktürdükleri Esin’i, aslında bu kasabada hiç kimse tam olarak tanımıyordu. Esin, güzelliğinin ona getirdiği avantajları kullanmayı seven orta sınıfa mensup kendi halinde olgun bir öğretmendi sadece. Öğretmenlik mesleğini Anadolu’nun en ücra köşelerinde icra etmişti. Taşrada yaşamanın ne demek olduğunu bilen Öğretmen, bu yüzdendir ki hakkındaki dedikodulara hiç kulak asmamıştı. Esin’in kasabadan ayrılmasından kısa bir süre sonra Ali’nin de tayini çıktı. Apar topar kasabadan ayrılan Komutan Ali, o çok sevdiği, her akşamüstü hallerini hatırlarını sorduğu sahil kahvesinin ihtiyar delikanlılarından helallik dahi almamıştı gitmeden önce. O günkü beş çayında ise kasabanın kadınlarının gündeminde, Komutan Ali’nin Öğretmen Esin’in peşinden İstanbul’a gittiğine dair dedikodular başı çekiyordu. 2009
Not: Resimler Edward Hopper‘a aittir.