Çocukluğum gelirdi aklıma. Koşup bacaklarına sarılmak, hâlâ hatırladığım kokusunu içime çekerek elindeki filesini alıp, elini tutup eve yürümek isterdim. Uzaklaştıkça, o eski anılar da yerini hüzne bırakırdı. İçim burkulurdu. Ya gülümserdim, ya da iki damla yaş dökülürdü yanaklarıma…
Evimizin penceresi Bahariye yokuşunu boydan boya görebileceğimiz bir yerdeydi. Yaz kış cıvıl cıvıl olan bu caddeyi seyrederek kahvaltı etmeyi çok sevdiğim için üşenmez, iki kişilik soframızı hep oraya hazırlardım. Bu benim en çok sevdiğim saatlerdi. İşe gidip gelenleri, acele adımlarla bir aşağı bir yukarı hızlı hızlı yürüyen insanları seyretmekten büyük haz duyardım. Öyle ki, hiç tanımadığım birçok yüze âşinâ olmuştum. Hattâ bazı günler ordan geçmeyen insanları fark eder, “hasta mı acaba” diye merak ederdim. Eşim gülerdi bana. Oysa onlar benim vefâlı dostlarımdı. Kiminin yürüyüşünü sever, kiminin başı önünde düşünceli gitmesinden hüzün duyardım.
Bu dostlarım arasında biri vardı ki, onu babama benzettiğimiz için daha da sever, adetâ yolunu gözlerdim. Fötr şapka takar, temiz, eskice bir elbise giyerdi. Elbisesi ona dar gelmesine rağmen, düğmeleri hep ilikli olurdu. Yokuş boyunca sakin sakin yürür, biraz ilerdeki binanın önüne gelince durur, soluklanır, terini silerdi. Sanki orada mahsustan oyalanır, bazen kaçamak, bazen mahzun bakışlarla bakar, bakar, yine âheste adımlarla uzaklaşırdı. Öyle olurdu ki, kimi zaman peşinden koşup:
“Baba! Baba! Niye bize uğramadan geçiyorsun?” Diye seslenmek gelirdi içimden… Çocukluğum gelirdi aklıma. Koşup bacaklarına sarılmak, hâlâ hatırladığım kokusunu içime çekerek elindeki filesini alıp, elini tutup eve yürümek isterdim. Uzaklaştıkça, o eski anılar da yerini hüzne bırakırdı. İçim burkulurdu. Ya gülümserdim, ya da iki damla yaş dökülürdü yanaklarıma…
Bir gün eşim eve, sanki bana bir müjde verecek gibi geldi.
‘’Hanım, hani o babana benzeyen bey var ya. Biraz önce onunla sohbet ettim.Ömrü sizin olsun, rahmetli kayınpederime öyle benziyorsunuz ki, hanım, hep siz geçerken babası geçiyormuş gibi mutlu oluyor. Bir gün bize teşrif ederseniz çok sevinir, eminim, dedim. Adamcağız çok şaşırdı. Sonra gülümseyerek:
‘’Niye olmasın, çok sevinirim, dedi. Yarın öğleden sonra bize gelecek.’’
Gerçekten çok sevinmiştim. İçim içime sığmıyordu. Çünkü ben evlenip gurbete gitmiştim. Rahmetli babamın, hiç bizim evimize gelemeden vefat etmişti. Onun sevdiği yemekleri yapıp ağırlayamamak, ıhlamurunu kaynatıp köşeye oturtamamak ve ona hizmet edememek içimde bir ukde olmuştu. Onun için nasıl hevesle hazırlandığıma ben bile şaşırmıştım. Babam ıspanaklı böreği çok severdi. O gelecekmiş gibi, kendi ellerimle açarak börek yaptım. Artık her şey tamamdı. Eşimle misafirimizi bekliyorduk. Dakikalar zor geçti.
Kapının zili çalındığı zaman bir çocuk gibi zıplayarak koştum. Kapıyı açtım. Elinde bir kitap tutuyor, ürkek ve çekingen gülümsüyordu. Sevinçle buyur ettim. Şaşkındı. Böyle bir sıcaklık beklemiyor olmalıydı. Terliklerini verdim. Ceketini çıkarırsa daha rahat oturacağını söyledim.
Oturdu. Bizim yakınlığımızdan o da yavaş yavaş üzerindeki yabancılığı attı. Eski günlerden, babamdan, evlenişimizden uzun uzun anlattık. Çaylar içildi. Bir an sessizce pencereden dışarı baktı. Hüzünlü bir yüzle dışarı bakıyordu. Sonra bana döndü:
“Kızım” dedi, “Biliyor musun? Gençliğim ve yeni evliliğim Kadıköy’de, bu caddede geçti. Seneler önce ben şu karşıdaki binada oturdum. Tam on bir sene. Mutlu bir yuvam vardı. Çok sevdiğim bir karım. Sonra kader beni çok uzaklara sürükledi. Tâyin olup gittikten sonra burayı hiç unutamadık. Karım da, ben de ne yapıp edip yine burada bir ev almayı, emekli olunca da buraya yerleşmeyi düşündük. Dişimizden, tırnağımızdan artırdık. Şu karşıdaki binadan bir daire aldık. Orada oturacak, yine eski günlerimizi yaşayacaktık. Çocuğumuz olmadı. Ama biz birbirimize her zaman yettik. Nihayet buraya dönmek için yola çıktık. Ne çare ki gelirken geçirdiğimiz kaza bizi ömür boyu ayırdı. Eşim ağır yaralıydı. Ben hafif yaralarla atlatmıştım. Tam yedi ay kendini bilmeden yattı. Hastanede ona ben baktım. Ama kurtulamadı. Alın yazısı ne diyelim? Kadıköy’ü, bu sevdiği evi bir daha göremedi. Ben de onu bir hayır kurumuna bağışladım. Her gün buradan geçer, eski günleri hüzünle yâdederim. Karımı camda görür gibi olurum.”
Gözpınarlarından yağmur gibi yaşlar akıyordu.
“Babam” dedim… “Babam benim…”