Türkiye’nin en üst liginde toplam 41 sezon mücadele ederek Süper Lig’de en fazla yarışan takımlardan bir olan Altay 1982-1983 sezonu sonunda da 34 maçta topladığı 21 puanla lig sonuncusu olarak küme düşüyordu. O dönemde bu başarısızlığın en büyük müsebbibi olarak kulüp başkanı görülüyordu. Yani gençliğinde Afrika’da Fransız Lejyonu’nda paralı askerlik yapmış, yaralanmış, ölümcül badireler atlatmış olan Rıdvan Burteçin.
Ege Görgün (Landlord)
Burteçin o dönem lafını budaktan esirgemeyen mizacıyla Türk futbolunun en renkli simalarından biriydi. Altay’daki yöneticilik mesaisi yirmi yılı çoktan aşmıştı. 1964’de Türkiye Kupası final karşılaşmasına takımını çıkarmadığı anlalatılır Burteçin’in. Galatasaray’ın 3 önemli oyuncusu milli takım kampında olduğu için federasyon sarı-kırmızılıların maçın ertelenmesi talebi kabul eder. Ama belirlenen tarih gelip çattığında olan olur. Altay takımı ortalıklarda yoktur. Altay 3-0 hükmen mağlup kabul edildiği için kupa Galatasaray’ın olur. Gözler Rıdvan Burteçin’e döner. Burteçin spor kitaplarına geçmesi gerekirken bugün nedense pek de hatırlanmayan şu açıklamayı yapar: “Kupayı kaybettik ama ahlak mücadelemizin meşalesini yaktık, onu söndürmeyeceğiz”.
Erkekçe dergisi Mart 1983’te hazırladığı bir dosyada hızla dibe doğru çeken Altay’ın durumuna göz atıyordu. Büyük Altay’ı Kim Düşürüyor? başlıklı bu dosyada önce o günkü mevcut durumla büyük bir tezat oluşturduğu için Altay’ın şanlı tarihinden dem vuruluyor.
İkinci bölümde konu tamamen Burteçin’e odaklanıyor. Muhalefetin kendisi için “Afrika’da para için Müslümanlara kurşun sıkan Burteçin hala aynı havada. Kulüpten çok parayı düşünüyor. Böyle olunca da Altay gün gün daha kötüye gidiyor,” dediğini öğreniyoruz.
İyi futbolcularını sattığı için bu ithamlara maruz kalan Burteçin’in ise kimseyi kafaya takmadığı belli:
“Ben grup murup tanımam. Ben kendime özgü bir adamım.Bana diktatör diyorlar, bu sözü reddetmiyorum. Ben kendi planımı, kendi düşüncelerimi tatbik ederim. Kısacası tekadam yönetimi. Ben düşünürüm, ben karar veririm, ben uygularım. Bunu kabul eden benimle çalışır, etmeyen çalışmaz.”
Aziz Yıldırım bile bu kadar “açık sözlü” olmamıştır herhalde.
İşin komiği Burteçin bir keresinde “Artık gençler devam etsin” diyerek başkanlıktan istifa etmiş ama Yunan Adaları’nda yaptığı tatillerden dönünce hiçbir şey olmamış gibi başkanlık koltuğuna geri oturmuştu. İkincisinde bu kez harbiden istifa etmiş ve görevi Esin Özgener’e devretmişti. Ama 12 Eylül sonrası kanuni düzenlemeler bu koltuk devrine müsaade etmeyince Burteçin yine iktidarda kalmıştı.
Dosyanın üçüncü bölümünde ise Altay’ın düşüşünün arkasındaki olası nedenlerin izleri sürülmeye başlanıyor.
En güçlü olasılık takımdaki futbolcular cuntası. Bu cunta son yıllarda gelen teknik adamların bir türlü takımı toparlayamamasına yol açıyordu. Hocalar takımda otorite sağlayamıyor, sağlamaya çalıştıklarında ise futbolcular yeniçeriler gibi kazan kaldırıyordu. Dosyada bu cuntanın evveliyatı şöyle anlatılıyordu.
“Futbolcular cuntası yıllar önce B. Mustafa (Denizli) – Tanzer – Erol ile başlamış. Tanzer’in futbolu bırakması, Erol’un Fenerbahçe’ye gitmesi ile B. Mustafa – K. Mustafa (Turgut) –Zafer – B. Şeref – Nevruz şeklini almıştı. Nihayet K. Mustafa, B. Şeref ve Nevruz’un satılmalarıyla B. Mustafa hemen hemen tek kalmıştı… Cuntacılar idmanlarda zorlanmıyor, takım tertiplerinde gözetiliyor, yaptıkları her türlü disiplinsize göz yumuyorlardı. İş “milli takım aday kadrosuna çağrılma-çağrılmama kıskançlıkları”na kadar varmıştı. Ömeragiç’in tabiri ile “piliçlerden biri”. “horozlardan biri”nin önüne geçip de aday kadrıya çağrılırsa hemen aforoz ediliyordu. Antrenmanlarda ağır işçilik onlara veriliyor, maçlarda yerli-yersiz takımdan kesiliyor, kaptan B. Mustafa tarafından azarlanıyor, pas alıp verişleri bile kısıtlanıyordu.”
Altay’ın eski başkanlarından Mazhar Zorlu’nun dedikleri ise daha da ilginç:
“Antrenörü o tayin etmek ister ve çoğu zaman muvaffak olur. Oyunu tamamen kendi üstüne kurdurur ve uynatır. Astığı astık, kestiği kestiktir. Bari bu takıma Mustafaspor diyelim de kurtulalım.”
Altay yıllar sonra yeniden küme düştü. Bu kez ortada üstüne suç ihale edilecek ne Burteçin’ler, ne Büyük Mustafa’lar var ama Altay’ın sorunu devam ediyor. Demek ki Altay’ın derdi başka. Peki bu dert şu olabilir mi?
Günün şartlarında altyapı geleneği olmayan ve bu gelenekten verimli şekilde ürün elde etme yetisi olmayan kulüplerin hayatta kalma aşansı mucizelere kalmış durumda. Paralı bir başkan yalnızca geçici bir süre için çözüm üretebilir. Ve işleri günlük olarak paranın yardımıyla çözmaya çalışırsanız kazanacağınız 1 seneye karşılık belki 5 sene kaybedersiniz. Altyapı geleneğini işletmek profesyonel yöneticiler tarafından yöneticiler tarafından daha kolay. Özellikle Anadolu kulüplerinin cüzdanları ve egoları şişkin başkanlarla bir yere gelemeyeceği artık ispatlandı. Altay, Kocaelispor, Zonguldakspor, Sakaryaspor gibi potansiyele sahip kulüpler hala belediyeden gelecek paralara muhtaçlar. Ya da devletin lütfedeceği vergi borcu aflarına. Bu kulüplerden bazıları öyle vahim durumdalar ki borçları yüzünden elektrikleri kesiliyor.
Ben devletin her kulüpte görevlendireceği resmi bir yetkilisi olması gerektiğine inanıyorum. Bunlar öyle sıradan bürokratlar olmayacak. Futbol Yöneticiliği konusunda eğitim almış profesyoneller olacaklar. Danışman yetkisine sahip bu uzman kulübün olması gerektiği gibi yönetilmesine yardımcı olacaklar. Yolsuzluk ya da şike yapan, kulübün kasasını boşaltan, transferlerden komisyon alan, kulübü kötü yöneten başkanlara ve yöneticilere başka nasıl bir çare üretilebilir bilemiyorum. Son yaşananlar da göstermişdir ki futbol kulüpleri, cüzdanı ve egosu ya da daha kötüsü para hırsı iş adamlarına emanet edilemeyecek kadar mühimdir. Bunu ilk anlaması gereken ise taraftarlar.