90’larda İngiltere’yi karıştıran şike soruşturmaları ve Liverpool‘un efsane kalecisi Bruce Grobbelaar‘ı bitiren davanın hikayesi…
Ege Görgün (Landlord)
9 Kasım 1994, Çarşamba… Londra’da sıradan bir sabah. Daha erken, ama birazdan trafik kitlenecek, insan güruhları metrolara hücum edecek, sokaklar hızlı adımlarla yürüyen insanlarla dolacak… Ama bu yeni güne uyanan yüzbinlerce çalışan insan birazdan neyle karşılaşacaklarını iyi biliyorlar; çünkü bu monoton kentsel ritüeli çok uzun zamadır her iş günü tekrarlıyorlar.
Görünürde bugünü diğerlerinden farklı yapacak, hatırlanır kılacak hiçbir şey yok. Ama bu durum değişecek gibi… Londra’nın, hatta İngiltere’nin her köşesine saatli bir bomba gibi, patlamayı bekleyen bir şey bırakılmış çünkü. Yaklaşık 3 milyon, belki de daha fazla saatli bomba bir kişinin elini uzatıp kendisini almasını bekliyor patlamak için. Bombanın adı The Sun.
The Sun gazetesi almak İngiltere’de (ve İrlanda’da) pekçok kişi için yukarıda sözünü ettiğimiz ritüele dahil sayılan bir alışkanlık. The Sun yalnızca İngiltere’nin bir numaralı gazetesi değil, dünyanın da en çok satan gazetelerinden biri. Hatta İngilizce olup da The Sun kadar satan bir gazete daha yok dünyada. Tabi yüksek tirajına rağmen prestijli bir gazete olduğunu söylemek pek mümkün değil bu tabloidin. Boyalı basın olmanın yazılmamış kurallarına uygun oynayan, dedikoduyu seven, hafifmeşrep lisanlı, tavırlı ve görüntülü, provakatif ve haber yaptığı kişilere karşı acımasız olabilen bir gazete. Ama dedik ya, çok satan bir gazete.
The Sun’ı bugün bir saatli bombaya çeviren ise ilk sayfasını tamamen ayırdığı bir özel haber. Futbolun kalbinin attığı İngiltere’de, kalbi futbol için atmayan bir İngiliz’in bile ister istemez dikkat kesileceği manşet şu:
GROBBELAAR MAÇ AYARLAMAK İÇİN RÜŞVET ALDI!
Söz konusu olan, bütün İngiltere’nin, hattâ dünyanın tanıdığı bir kaleciydi. 23 yaşında geldiği Liverpool’un kalesini yaklaşık 14 sene boyunca 400’den fazla maçta korumuş Zimbabweli’ye çok ağır bir suçlama yöneltiyordu gazete. İşin hukuki bir boyutu yoktu henüz. Olan bitenden kanun mercilerinin daha haberi yoktu ne de olsa. The Sun’ınki, ihbar niteliği taşıyan bir haberdi. Gazetenin kötü ününe rağmen tüm adalet mekanizmasını seferber edecek bir ihbar…
Haberi okuyanların içinde ilk anda burun kıvıranlar olmuştu belki bu habere. “Ah, şu gazeteciler yok mu! Gazete satmak için Lineker’in de uzaylı olduğunu söyler bunlar!” diye içlerinden geçirip… Ama Sun’ın haberiyle başlayan hukuk savaşı 8 yıl sürecek ve neticesinde gerçekten neler olup bittiği hakkında kesin bir tespit içermeyen muallak bir karar çıkacaktı. Kimseyi tatmin edecek bir sonuç değildi bu: ne adaleti, ne kamuoyunu, ne Grobbelaar’ı ne de Sun’ı…
Eski dost düşman olunca…
1997 Şubat’ında gerçekleşen mahkemede sanık koltuğunda 3 tanesi herkesin tanıdığı olmak üzere 4 adam oturuyordu. Liverpool’un eski kalecisi Bruce Grobbelaar; sahalarda edindiği şöhreti iş ve şov dünyasına aktarmakta başarılı olmuş John Fashanu ve Wimbledon’ın Danimarkalı kalecisi Hans Segers zaten yeterince ünlüydüler ama Malezyalı işadamı Heng Suan Lim kötü de olsa biraz şöhret yaptıysa bu duruşma ve bu duruşmaya yol açan gazete haberleri sayesindeydi.
Mahkemin kilit tanığı ve dört adamı ciddi biçimde şaibe altında bırakan iddiaların sahibi ise Chris Vincent’dı. Yine tüm bu olaylar başlayana kadar kimselerin tanımadığı bir adam. Kimselerin tanımadığı demek çok doğru değil aslında. Mahkeme salonunda onu çok iyi tanıyan biri vardı. Üstelik bu tanışıklık İngiliz futbolunu yıllarca meşgul edecek bu davanın bir anlamda çıkış noktasını teşkil ediyordu. Bruce Grobbelaar, Chris Vincent ile tanışmasaydı o gün orada öyle bir mahkeme kurulmuş olmayacaktı. Chris Vincent bir zamanlar aynı tastan su içtikleri; dostu, dava arkadaşı, iş ortağı, parti badisi ve zamparalık ekürisi olan Grobbelaar’ı intikam hislerine ve para hırsına yenilerek satmıştı. Böyle dostunuz varsa, düşmana ihtiyaç duymazsınız…
İki kafadar 1992 yılında tanışmışlar ve Zimbabweli olmanın yanı sıra ülkede rejimi değiştiren iç savaşta birlikte savaştıklarını keşfedince hiç vakit kaybetmeden “enseye tokat gerisi sakat” frekansına geçmişlerdi. Hatta birkaç saat içinde iş ortağı bile olmuşlardı. Grobbelaar, Vincent’ın anavatanlarında kuracağı safari kulübe hiç düşünmeden yatırım yapmayı kabul etmiş ve hemen 5 bin sterlinlik bir çek yazmıştı. Çekler yazılmaya bir süre daha devam edecekti. Ayrılmaz bir ikili olmuşlardı. Vincent, Grobbelaar’ın çoğu maçına geliyor, şoförü gibi onu istediği yere götürüyordu. Bu yakınlık gelecekte Grobbelaar’ın başını çok ağrıtacak iddialarının sağlam temellere dayanmasını sağlayacaktı.
Kurt kocayınca…
Çıkışlarıyla, maskeleriyle, maç içindeki davranışlarıyla İngiliz futbolunun en renkli simalarından biri olan Grobbelaar’ın 13 lig ve kupa şampiyonluğu kazandığı Liverpool kariyeri bu sırada devam ediyor olsa da, artık 35’lik bir kaleci olmanın sıkıntıları baş göstermeye başlamıştı. Liverpool’un başına geçen eski takım arkadaşı Graeme Souness’la anlaşmazlıklar yaşıyordu ve bu forma bekleyen “daha genç” kalecileri daha şanslı kılıyordu. Bugünkü gibi futbolcuların büyük paralar kazandığı zamanlar değildi 90’lar. Yedek ya da kadro dışı kalmanın da bu duruma pek yardımı olduğu söylenemezdi.
Emekliliği yaklaşan Grobbelaar’ı ciddi ciddi gelecek endişesi sarmıştı. John Fashanu ve Malezyalı Heng Suan Lim böyle bir dönemde yaklaştı Grobbelaar’a. Uzak Doğu’da bahis oynatan çetelere çalışan Lim ilk önce John Fashanu ile samimiyet kurmuş sonra bu ilişki sayesinde çevresini genişletmişti. Lim’den beklenen maçlarla ilgili bilgiler geçmesiydi. Kamuoyunun haberdar olmadığı, içeriden bilgiler… Bunu başarmanın en iyi yolu da futbol dünyasından insanlarla tanışmaktı. Bu ilişki bankalar arası bir hareketlilik de başlatıyordu. Fashanu danışmanlık hizmetlerine karşılık Uzak Doğu’dan ciddi meblağlar alıyordu. Grobbelaar sık sık Lim’le, Fashanu’yla buluşuyor ya da telefonla görüşüyordu. Bu görüşmelerin daha sonra davanın önemli noktalarını oluşturacak bazı maçlardan hemen önce arttığı gözleniyordu. Sözde bir keresinde Groobelaar, Vincent’a açıklamıştı bu ilişkinin mahiyetini: John Fashanu kendisine her her hafta 4-5 maç için tahmin yaparsa Uzak Doğu’da bazı adamların 1500 ila 2000 sterlin ödemeye istekli olduğunu söylemişti.
Öküz öldü ortaklık bozuldu
Zimbabwe’deki safari kulüp sonunda yarım yamalak da olsa açılmıştı ama kazandırmak bir yana parayı adeta öğütüyordu. Chris Vincent sıfırı tüketmiş, üstüne bir sürü de borca girmişti. Bunlar yetmezmiş gibi diğer ortaklar tüm bu kulüp fikri en başta kendisinden çıkmış olmasına rağmen onu safdışı bırakmak istiyorlardı. Kulübün ortağı değil, cüzi bir maaşla müdürü olmasını teklif etmişlerdi. Vincent’ı destekleyen kimse kalmamıştı çevresinde. Kardeşi onunla görüşmeyi kesmiş, babasını da Vincent’a kesinlikle para vermemesi konusunda uyarmıştı. Golf takımlarını satarak Londra’ya gelen Vincent’ın son umudu Grobbelaar’dı. Ama Southhampton’a transfer olan Grobbelaar’ın on binlerce sterlin verebilecek durumu yoktu. Ben artık yokum, dedi.
İntikam saati geldi çattı
Yalnız ve beş parasız kalan Chris Vincent hem Grobbelaar’a zarar verecek ama aynı zamanda kendisine para kazandıracak bir intikam planı yaptı. İki yıldır şahit olduklarını, Grobbelaar’ın kendisine açık ettiği tüm sırları, hatta Zimbabweli kalecinin yaşadığı yasak ilişkileri medyaya satacaktı. Cebinde kalan son 10 senti telefona atıp Sun’ın haber merkezini aradı.
“Futbolcular ve rüşvetle ilgili bir hikayem var ilgilenir misiniz? Ama son param telefonun içinde. Beni geri aramanız gerekiyor.”
Elbette geri aradılar. Manchester bürodan tecrübeli bir muhabir, John Troup bir buçuk saat sonra onunla buluşmuştu bile. Vincent finansal açıdan kendini garanti altına alan belgenin imzalanmasının ardından hikayesini anlatmaya başladı.
Grobbelaar Uzak Doğu’daki bir bahis çetesiyle ilişki içindeydi ve bu çetenin İngiltere bağlantısı John Fashanu’ydu. Çetenin amacı maç sonuçlarını ayarlayarak servet yapmaktı. Grobbelaar’ın çetenin Malezyalı ulağı Kısa Adam ile (o sırada isminin Heng Suan Lim olduğunu bilmiyordu, Grobbelaar ondan Kısa Adam diye söz etmişti) buluşmalarından söz etti. Ve Grobbelaar’ın maçları tahmin etmekten öte sonuçları etkilemek üzere ne yapabileceğinin planlarını yaptığından; Liverpool’un kaybetmesini sağlamaya karar verişinden…
Grobbelaar 6 Kasım 1993’te de Gatwick havaalanında Kısa Adam ile buluşup para almıştı. Eğer 21 Kasım 1993’te Newcastle ve Liverpool arasında oynanacak maçı Liverpool’un 3-0 kaybetmesini sağlarsa 40 bin sterlin daha alacaktır üstelik. Andy Cole’un hat-trick’iyle istenen sonuç gerçekleşir ve Grobbelaar Hampstead’deki bir evde parasını peşin olarak alır. Tahsilat sırasında Fashanu da ordadır. Vincent onu kendi gözleriyle gördüğünü söyler. (Suçlanan kalecinin bu maçta yediği gollerin kesinkes şaibeli olduğu izlenimi veren bir durumun söz konusu olmadığını söyleyelim, tabi böyle bir konuda yüzde yüz emin olabilmek ne mümkün? Ama Grobbelaar’ın maç öncesi, hatta takımın kamp yaptığı otelden bile sık sık Lim’e telefon ettiği kayıtlarda mevcut.)
Vincent’in şike karıştığını iddia ettiği bir diğer maç 4 Ocak 1994’te Anfield’ta oynanan unutulmaz Liverpool – Manchester United maçıdır. Vincent’a göre Grobbelaar çeteyle bu maçın sonucu konusunda anlaşmıştır ama maçı istediği gibi manipule edememiştir. İşin garibi 3-3 biten bu maç bugün bile unutulmayan maçlar arasında anılmaktadır.
Alex Ferguson bile şöyle demişti maçtan sonra:
“En iyisi değilse bile iki takım arasında oynanan maçların en iyilerinden, en göz alıcılarından bir oynandı. Sağduyulu herhangi bir taraftara ‘İngiliz futbolunun en iyisi. Benim seyretmek istediğim türden bir futbol!’ dedirtecek bir maçtı.”
Vincent üstünde anlaşılan ama Grobbelaar’ın Liverpool’un kaybetmesini sağlayamadığı bir diğer maçın da Norvich’le oynanan olduğunu söyledi. Vincent daha pek çok ayrıntı verdi muhabire. Yalnızca futbolla ilgili değil, Grobbelaar’ın ilişki kurduğu kadınlarla ilgili de.
Muhabirin burnu sıkı bir haberin kokusunu almıştı. Kısa bir araştırmanın ardından bazı konuların teyidini alıp Vincent’ın güvenirililiğinden emin olduktan sonra onu yöneticileriyle buluşturdu. Anlatılanların ilginç ve çarpıcı olduğu hakkında hepsi hemfikirdi. Ama bu haberi yayınlayabilmeleri ve Vincent’a ödeme yapabilmeleri için daha somut bir kanıta ihtiyaçları vardı. Neyse ki Vincent bu soruna onlardan önce kafa patlatmış ve bir çözüm bulmuştu. Grobbelaar’ı tuzağa düşürecekti. Onun konuşmasını sağlayacak ve söylediklerini teybe alacaktı. Bunun için kafasında bir senaryo bile yazmıştı. Çok geçmeden Vincent kafasında bu senaryo, cebinde gazetenin sağladığı 2 bin sterlinle Grobbelaar ile buluşmak üzere yola koyulmuştu.
Anlat anlat heyecanlı oluyor
Bu buluşma sırasında aralarında geçen ve teybe kaydedilen konuşmalar bu yazı için bana da kaynaklık eden David Thomas’ın Foul Play adlı kitabında yer alıyor. (Mahkemeye delil olarak da sunulan bu kayıtlardan sonra bile masum olduğunu iddia eden Grobbelaar, o sırada şike çetesi hakkında polisi bilgilendirebilmek üzere delil topladığını söyleyecekti.)
Vincent ortak oldukları işe neden yatırım yapmadığını sorduğunda Manchester United maçında 125 bin sterlin nakit kaybettiğinden dem vuruyordu Grobbelaar. İkinci yarıda gol yemek için gerekli şartlar oluşmuştu ama lanet olasıca top son anda gidip eline çarpmıştı. Tıpkı Norvich maçında ayağına çarpan top gibi. Grobbelaar kaybetmekten nefret eden karakteri yüzünden bu topları içgüdüsel olarak çıkarıp çıkarmadığını merak ediyordu.
Vincent ona Newcastle maçını niye seçtiğini sorunca ise “Çünkü o maçtan para kazanabileceğimi biliyordum,” diye yanıt veriyordu Grobbelaar.
Sonra Vincent ağzındaki baklayı çıkarttı. Adlarına konuştuğu çete iki hafta bir 2000 sterlin öneriyordu Grobbelaar’a. Takımının kaybetmesini sağlayacağı bir maç seçene kadar devam edecekti bu. O maç kaybedildiği takdirde ise 100 bin sterlin alacaktı. Aynı maç için Kısa Adam’la da anlaşırsa bu parayı ikiye katlayabileceğini de hatırlatır Vincent. Grobbelaar böyle kaç maç seçmesi gerektiğini sorar. Sezon başına bir maç diye yanıt verir Vincent.
Bu tür konuşmalarla geçen buluşma fazla uzun sürmez. Grobbelaar parayı almamıştır ama Sun haberi yayınlamak için gereksinim duyduğu somut kanıtı elde etmiştir. Yine de işlerini daha sağlama almak için görüntülü ve sesli kayıtlar yapabilecekleri başka görüşmeler de ayarlarlar. Bu görüşmelerden birinde Grobbelaar içinde 2000 sterlin olan zarfı alır ve ağzından şu kelimeler dökülür:
“Anlaşma tamam. Git ve söyle onlara tamam olduğunu. Sezon başına bir maç.”
Sanıklar ayağa kalksın!
Haberin yayınlanmasının ardından ilgili merciler hemen soruşturmaları başlattılar. 8 yıl boyunca devam edecek dava süreci 1997’de başladı. İlk raundu kazanan Grobbelaar ve Fashanu’nun popülerlikleri sayesinde suçlanan ama masum olduklarıni iddia eden taraf oluyordu. Grobbelaar çarpıcı açıklamalarla dolu tüm teyp ve video kayıtları için kendisinin de Vincent gibi delil peşinde olduğunu iddia etmesi işe yarıyordu. Böylece iki mahkemenin ardından jüri hala bir karara varamıyor ve bir “şike kardeşliği” olduğu iddia edilen grup mahkemeden geldikleri gibi ayrılıyorlardı: Ellerini kollarını sallayarak…
İkinci raundda bu başarının verdiği cesaretle Sun’a manevi tazminat davası açan Grobbelaar gazeteden 85 bin sterlin almaya hak kazanıyordu.
Hala bir üçüncü raund vardı tarafların kozlarını paylaşacağı. Gazete temyize gidince İngiliz kanunları uyarınca dava Lordlar Kamarası’na intikal ediyordu.
Lordlar öne sürülen iddialar her ne kadar kesin olarak kanıtlanamamışsa da, ortada bir namussuzluk olduğunun şüphe götürmediğine hükmettiler. Grobbelaar’ın alacağı tazminat 1 sterline düşürüldü. Bu yeterince onur kırıcı değilmiş gibi Sun gazetesinin 500 bin sterlinlik mahkeme masrafını da Grobelaar’ın ödemesine karar verdiler. Zimbabweli parayı ödemeyemedi ve iflasını ilan etti.
Kalecinin bir peri masalı gibi başlayan, azim ve başarı öyküsü olarak devam eden kariyeri ne yazık ki bir hayalkırıklığı vesikası olarak nihayete eriyordu.