Baştan uyarayım; öncekilerden biraz farklı bir yazı olacak bu. Çünkü bu kez tarihi bir spor olayı yok elimde. Elimdeki tek şey rutin sahaf ve bit pazarı gezmelerinden birinde şans eseri elime geçen kareli bir defterden koparılmış sekiz sayfa kağıt. Bu sararmış sayfalarda 40’lı yıllarda yazıldığı anlaşılan bir hikaye var. Hikaye kağıtlara arkalı önlü olarak dikine ve okunaklı bir el yazısıyla yazılmış. Yazar hem kendisinin hem de hikayesinin, hatta hikayesinin türünün adını en başa yazmış: Spor Hikayesi – Aktar Faik ve Spor Delisi – Yazan: Atâ Tokgöz.
Ege Görgün (Landlord)
Peki üzerinde bir tarih olmamasına rağmen hikayenin ne zaman yazıldığını nereden biliyorum? Tecrübelerime dayanarak tahmin yürütüyorum diyelim. 30’lu yıllar olmadığını sanıyorum çünkü hikayenin Türkçesi Harf İnkılabı’nın ardından yaşanan o geçiş döneminin oturmamışlıklarından muzdarip değil. 40’lı yılların ertesi olmadığını da hikayede anlatılanlardan çıkarıyorum. Birazdan sizin de okuyacağınız gibi İnönü Stadı hala ortalarda yok ve Beşiktaş maçlarını hala bugün Çırağan Kempinski Oteli’nin bulunduğu alanda yer alan Şeref Stadı’nda oynuyor.
Şeref Stadı’nın kaderi
Şeref Stadı, Beşiktaş Jimnastik Kulübü yöneticilerinden Ahmed Şerafeddin Bey’in (Şeref Bey) girişimleriyle 19 Ocak 1910 günü çıkan yangında yerle bir olan Çırağan Sarayı’nın bahçesinin yanındaki alana yapılmıştı. 1932’de faaliyete geçen statta İnönü Stadyumu’nun açıldığı 1947 yılına kadar pek çok lig maçı oynandı. Stadın açılışını görmeye ömrü vefa etmese de öyle bir emeği vardı ki stada kendisinin adı (Şeref Bey) verildi. O Şeref Bey kanser illetinden çekerken bile stadı Beşiktaş’a kazandırmak için Ankaralar’da kapı aşındırmış, bürokrasiyle boğuşmuştu. Bugün nasıl İnönü Stadı miyadını doldurduysa, Şeref Stadı da benzer bir kaderi 1987’de yaşadı. Tabii Şeref Stadı daha büyük olarak yeniden doğmak üzere değil, bir daha geri gelmemek üzere yıkılıyordu.
Hikayemize geri dönersek… Futbol daha ilk satırında karşılıyor bizi. Dünyanın en ünlü derbileri arasına girmiş bir maçla üstelik…
“Son Galatasaray – Fenerbahçe maçının yapıldığı Pazar günüydü.”
Hikayenin anlatıcısı maça gitmek istemektedir. Ancak o günlerde trafik sıkıntısı diye bir şey olmasa da maçın oynanacağı stada gitmek öyle kolay bir şey değildir. İşte anlatıcı bu durumu uzun uzadıya anlatırken adeta dönemin saha dışı futbol manzaralarından birini gözümüzün önünde canlandırıyor.
“Tabii maça gitmek istiyorum. Yalnız beni bundan alıkoyan sebepler var. Bir kere maç Fener stadında. Vakıa Şeref’ten de dönüş pek kolay olmuyor amma, Kadıköy’ünden büsbütün zor. Benim gibi İstanbul’un Topkapı, Yedikule, Edirnekapı gibi uzak sayılan semtlerinden birinde oturan için Fener stadında maça gitmek demek sabah dokuzda evden çıkıp hemen hemen aynı saatin akşamında eve dönmek demektir. Yooo!… Mübalağa etmiyorum: o kadar yorgunlukla gidilen stadda ayakta kalmamak için onbir vapuru ile hatta mümkünse daha bir evveliyle karşıya geçmek lazımdır. Sonra dönerken de, eğer maçın son dakikalrında olabilecek sürprizleri düşünmeyerek, şöyle müsabakanın bitiminden on dakika evvel davranıp, kızgın mırıltılar arasından yol isteyip dışarı dahil olmadınızsa pek öyle ilk vapurlarla karşıya dönemezsiniz. Ben de maç bitmeden şöyle yollar hafiflemeden yerimden kalkmam.”
Anlatıcının hakemin son düdüğünü duymadan yerinden kalkmamasının başka bir nedeni daha vardır. Son dakika golleri…
“Neydi o bir Fenerbahçe-Galatasaray maçında Muzaffer’in son dakikada frikikten attığı gol*. İşte ondan beri hiçbir maçı hakemin düdüğünden önce evvel bırakmam, hep öyle bir şeyler beklerim de… Bir de kalabalıktan yol istediniz mi!.. Başlarını şöyle bir çevirip insanın yüzüne bakarlar ve “Biz de çıkıyoruz efendim” diye bir cevap verirler ki sinirleriniz saatlerce yatışmaz. Bunlar hep bildiğimiz ve katlandığımız şeyler.”
Daha çok bir taraftarlık hikayesi olan Aktar Faik ve Spor Delisi’nin devamında maçla doğrudan ilgili kısımlar yok. Maçın sonucunu ise bu naif hikayenin sonunda öğreniriz. Ezeli rakibini 1-0 yenip derbiyi kazanan Galatasaray olmuştur.
NOT: Söz konusu maç 1944-45 sezonunda oynanan Türkiye Milli Eğitim Kupası maçı olmalı. Fenerbahçe Naci Bostancı’nın 49. Dakikada attığı golle öne geçmiş ve herkes maçın böyle biteceğini düşünürken Muzaffer Tokaç 90. dakikada Galatasaray’ın beraberlik sayısını kaydetmişti.