Dur durak bilmeyen gündemimiz sırasında 19. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali sessizce tamamlanıverdi. Tam da bu dönemde oldukça önem arz ettiğini düşündüğümüz festivalin koordinatörü Tahir Onur Çimen’le festivalin geçmişi, bugünü ve geleceği hakkında konuştuk…
Uçan Süpürge, bu sene 19. kez havalandı. Bir film festivalini, üstelik kadın hareketiyle özdeşleşmiş bir film festivalini bu kadar uzun süre yaşatmak çok güç bir iş. Bu nasıl gerçekleşti?
Kadın filmleri festivali yapmak hiç kolay değil tabii. Öncelikle adındaki “kadın filmleri” ibaresinden dolayı her zaman bir alt kategori, başka büyük başlıkların altını dolduran daha küçük işler olarak görülüyor bu festivaldeki filmler. Bir diğer önyargı da sadece kadın sorunlarına eğilen filmlerin gösterildiği. Yani bu festivali yapmak, her sene bu kabullerle tekrar mücadele etmek anlamına geliyor. Oysa her gün konuştuğumuz kadın sorunları, festivalin bir parçası olmakla birlikte tümünü yansıtmak için yeterli değil; kadın yönetmenlerin kadrajına aldığı her konu ve görüntü bu festivalde yer alıyor. Yani herhangi bir festivalden tek farkımız, kadın yönetmenlerin filmlerini gösteriyor olmamız. Bunun nedeni, hayatın diğer birçok alanında oldu gibi sinemada da erkek seslerinin kendini duyurabilmesinin çok daha sorunsuz ve kolay gerçekleşmesi. Çünkü üretim araçları erkeklerin elinde; kaynaklara ve ilişki ağlarına erişimleri kolay; oysa kadınlar için bütün bunlar fazladan mücadeleler gerektiriyor.
Diğer yandan, bu eşitsizliklerin devam ediyor olması festivalin devam etmesini anlamlı kılıyor. Mücadele bitmiş olsa, festival de değerini kaybedebilir. Yani festival her alanda kadın mücadelesinin ve kadınların gözünden yansıyan sinemanın ne kadar güçlü olduğunu ortaya koyabiliyor. Kadınlar için sanat bir direnme stratejisi. Sinema kadınların hem çığlığı hem sessizliği. Film yaparak hak ihlallerine, şiddete, ayrımcılığa, yok sayılmaya meydan okuyorlar. Birbirlerine hikayeler anlatarak dayanışıyorlar. Birbirlerinin sesini ve sözünü filmlerde duyuyorlar. Sanat üretirken toplumsal ve bireysel gerçeklerden kopmuyorlar.19 senedir tüm gücüyle devam edebilmesinin sebebini de buna bağlayabiliriz.
Şu günlerde ülkemizde kadın cinayetleri oldukça artmış durumda. Uçan Süpürge’nin, bu konuda oldukça hassas olduğunu biliyoruz. Peki, Uçan Süpürge bu konuda somut bir adım atıyor mu?
Somut adımlar her zaman birincil özne olarak değil, size yakın diğer kurumların oluşturduğu söylemlere destek verip onları kuvvetlendirerek de atılabilir. Bu açıdan bakıldığında Uçan Süpürge hiçbir zaman geride durmadı, atılan kolektif adımlarda her zaman bir kolaylaştırıcı ve yardımcı olarak görev almaya çabaladı. Uzmanlık alanı şiddetle mücadele değil, yani başvuru kabul eden ve şiddet sürecini deneyimleyen bir örgüt değiliz, ancak Uçan Süpürge bir kadın derneği olarak savunuculuk çalışmalarında şiddet gündemini hiç atlamamaya çalışıyor. Yaptığı tüm işlerde ve projelerde şiddetle mücadelenin farklı bağlamlarda nasıl yürütüleceğine dair deneyimleri var. Örneğin film festivalimizde her yıl çocuk evliliklerinden aile içi şiddete, kadın ticaretinden savaş dönemlerinde artan cinsel suçlara, mobbinge kadar şiddetin farklı biçimlerine dikkat çekiyoruz.
Uçan Süpürge sadece Ankara’da gösterimler yapan bir festival. Oysa böyle bir festival ülke çapına yayılmalı. Bu konuda çalışmalar yürütüyor musunuz?
Festival olarak her zaman yereli güçlendirmeyi çok önemsedik. Bu yüzden de hep Ankara’ya odaklandık. Festival ekibimiz oldukça küçük ve başka şehirlere taşımak için başka çalışmalar da yapmak gerekiyor. Ama başka şehirlerde festival olmasa da film günleri düzenlemek gibi gündemlerimiz yavaş yavaş oluşuyor. Seyircilerimizin talebi de bu yönde. Ülkenin her ilinde projeler yaptığımız için bilinirliğimiz yüksek ve takipçilerimiz onların iline filmler götürelim, festival etkinliklerini oralara taşıyalım istiyorlar. Bunu zaman içinde gündeme alacağız sanırım. Fakat gelecek yıl 20. festivalimizi de Ankara’da seyircimizle tamamladıktan sonra.
Bu seneki festivalinizde Gunvor Nelson seçkisi mevcut. Nelson, ülkemizde pek tanınmayan bir isim. Onu konuk etmeye nasıl karar verdiniz?
Film festivallerinin tek yükümlülüğü sadece bilinen yönetmenlerin, son dönem çektikleri için iyi filmleri izleyicilerle buluşturmak değildir. Uzun metraj, kurmaca filmlerin yanı sıra, tüm tür ve coğrafyalardan filmleri de gündeme getirmemiz gerekiyor. Bir kadın filmleri festivali yaparak, kadın emeği ve görüşünü görünür kılmaya çalışırken, film türleri arasında birini diğerinin önüne koymak doğru bir tavır olmaz. Deneysel sinema, ya da Nelson’un kendine verdiği isimle ” kişisel sinema” da ülkemizde pek bilinen bir şey değil ya da hak ettiği ilgiyi göremedi bugüne kadar. Fakat Nelson, gerek filmleri, gerek uzun yıllar verdiği derslerle deneysel sinema için çok önemli bir yere sahip. Tür çeşitliliğini sağlamak ve izleyiciye farklı imkanlar sunmak adına önemli bir fırsattı. Nelson’un filmleri de sinema için hem teknik anlamdaki titizliği hem de anlatının aktarılmasına dair alışılagelmiş yöntemlerin dışına çıkması ile sinema severlerin gözden kaçırmaması gereken bir yönetmendi. Neredeyse altmış yıldır film yapıyor; eski çekti filmleri yeniden kurguluyor. Çok üretken bir yönetmen. William Easton’ın ikinci gösterim sonrası Alman Kültür’de yaptığı söyleşiyle de sadece görsel değil, kavramsal ve teorik bir sunuş da yaptık. Konuşma özellikle sinema öğrencileri için faydalı oldu. Sinema içerisinde çalışılabilecek, üzerine gidilebilecek başka bir alanı perdeye taşıdık.
Uçan Süpürge, FIPRESCI jürisine sahip dünyadaki tek kadın festivali konumunda şu anda. Bu da festivalin yurtdışında elini oldukça güçlendirdiği anlamına geliyor. Festivaliniz yurtdışında da çalışmalarını yürütecek mi?
Yurtdışındaki kadın festivalleriyle ilişkilerimiz güçlü. Kanada, Almanya, Fransa, Ermenistan, Kore, Avusturya gibi ülkelerde düzenlenen çeşitli film festivalleriyle daha önce çeşitli ilişki ve işbirliklerimiz oldu. Seneye, yirminci yıl kapsamında düşündüğümüz etkinlikler arasında yine böylesi çalışmalar planlanıyor. Konuk ettiğimiz jüri üyeleri ise hali hazırda yurtdışı bağlantıları sağlıyor bize. Her sene üç kişilik jürinin ikisi yabancı ülkelerden oluyor. Bu da her sene size hem festival için yeni ağlar yaratacak, hem de kendisi katkıda bulunabilecek yeni insanları tanışmak, konuşmak, daha fazla ne yapabileceğine dair birlikte fikir üretebileceğiniz isimleri sunuyor. Dolayısıyla yurtdışı çalışmaları ister istemez bir zorunluluk haline geliyor.