BİZİ TAKİP ET...

Sitede ara...

Beyaz gecelerin soğuk coğrafyası Rusya, Çarlık döneminden Sovyet dönemine; Perestroyka döneminden günümüze kadar birçok farklı politik dönemde sinema sanatıyla oldukça sıcak ilişkiler kurmaya çalıştı. Çarlık döneminde ilk gösterimlerin yapıldığı ülkede, Ekim devriminden sonra sistemli bir sinema anlayışı kendini göstermeye başlamıştı. Özellikle 1920’li yıllar, Sovyet sinemasının kendisini dünya sahnesinde kabul ettirdiği yıllardı.

Dosya

Sovyet Sonrası Dönemde Rus Sineması

Beyaz gecelerin soğuk coğrafyası Rusya, Çarlık döneminden Sovyet dönemine; Perestroyka döneminden günümüze kadar birçok farklı politik dönemde sinema sanatıyla oldukça sıcak ilişkiler kurmaya çalıştı. Çarlık döneminde ilk gösterimlerin yapıldığı ülkede, Ekim devriminden sonra sistemli bir sinema anlayışı kendini göstermeye başlamıştı. Özellikle 1920’li yıllar, Sovyet sinemasının kendisini dünya sahnesinde kabul ettirdiği yıllardı.

güneş yanığı

Beyaz gecelerin soğuk coğrafyası Rusya, Çarlık döneminden Sovyet dönemine; Perestroyka döneminden günümüze kadar birçok farklı politik dönemde sinema sanatıyla oldukça sıcak ilişkiler kurmaya çalıştı. Çarlık döneminde ilk gösterimlerin yapıldığı ülkede, Ekim devriminden sonra sistemli bir sinema anlayışı kendini göstermeye başlamıştı. Özellikle 1920’li yıllar, Sovyet sinemasının kendisini dünya sahnesinde kabul ettirdiği yıllardı.

riza-oylum Rıza Oylum

Sovyet sineması bu dönemde yarattığı montaj ve sine-göz kuramlarıyla 7. sanatta derin izler bırakmaya başlamıştı. Sinema şirketlerinin hızla devletin eline geçmesiyle alt yapısı hazırlanan Sovyet sineması; kendi film stüdyolarını kurmuş, Sovyetlerin politik anlayışını benimseyen yönetmenleri yetiştirmeyi başarmıştı. Sinema tarihinin belki de en yaratıcı fikirlerinden biri olan “sinema treni” projesi de bu dönemde ortaya çıkmıştı. Vagonları sinema salonuna dönüştürülen trenler, ülkenin dört bir yanını dolaşıyordu. Hayatlarında hiç sinema perdesi görmemiş geniş halk yığınları, ilk defa bu dönemde sinemayla tanışıyorlardı. Zamanla kendi dağıtım ağını da kuran Sovyet sineması, bu dönemde hızla kurumsallaştı.

Savaş ve Barış

Sovyet sinemasının en karakteristik özelliği ise kuşkusuz edebiyat uyarlamalarıydı. İhtişamlı kostümler, gerçekçi dekorlar, ayrıntılı diyaloglar, ticari kaygılardan uzak senaryolar bu filmleri oldukça başarılı kılıyordu. Sadece Rus klasikleri değil, Batı klasikleri de Sovyet sinemasının beslenme kaynaklarını oluşturuyordu. Sergey Bandarcuk’un Tolstoy’un ölümsüz eseri Savaş ve Barış’ı sinema perdelerine taşıması en ses getiren edebiyat uyarlamalarından biridir. Usta yönetmen, Rus sinema tarihinin en pahalı filmlerinden biri olan Savaş ve Barış’ı 7 yılda çekmiş, toplam maliyeti de 100 milyon doları bulmuştu. Filmdeki sayısız figüran, görkemli savaş sahneleri gibi unsurlar filmin bütçesini oldukça yükseltmişti. Film 1968 yılında En İyi Yabancı Film dalı Oscar’ı dâhil birçok ödül alarak Sovyetlerin uluslararası arenada saygınlığını arttırdı. Ivan Gonçarov’un Oblamov’u, Cervantes’in Don Kişot’u, Shakespeare’in Hamlet’i ve Kral Lear’ı da Sovyet sinemasının beyaz perdeye taşıdığı eserlerdendir.

Sovyetlerin son dönemi olan Perestroyka döneminde ise önemli değişimler yaşanmıştı. Toplumsal yozlaşma, yabancılaşma, cinsellik, şiddet, geçmiş dönemin eleştirileri bu dönem filmlerinde sık sık karşımıza çıkan konulardandır. Dönemin en tartışmalı yapımı ise taşrada büyümeye çalışan bir genç kızın taşranın boğucu atmosferinde kendini keşfedişini anlatan Küçük Vera filmidir. Vasily Pichul tarafından çekilen film, yönetmenin ilk sinema filmi olma özelliğini taşır. 50 milyondan fazla kişinin izlediği yapımda, cinsellik Sovyet sinemasında hiç olmadığı kadar görünür hâldedir.

Moloch

Sovyet Sonrası Dönem 

Sistem çöktükten sonra karşılaştığımız Rusya, büyük bir karmaşanın adıydı. Hayatın tüm alanlarını kaplayan bu durum sinema sektörünü de karmakarışık bir hâle getirmişti. O döneme kadar herkes ‘eski’ sistemi suçlar hâldeydi. Sovyetler çöktükten sonra ise eski dönemi arayanlar, yeni serbestliğe alışamayanlar büyük bir şok yaşadılar. Özellikle genç yönetmen adayları ne yapacaklarını bilemez hâle geldi. Çekilen filmlerin nasıl dağıtılacağı konusu da büyük bir sorun oluşturdu. Dağıtım ağı çökmüştü ve yeniden toparlanması uzun bir zaman alacağa benziyordu. Üstelik yeni filmlere kimse para yatırmak istemiyordu. Çünkü bütün salonlarda Hollywood filmleri oynatılıyordu. Cengizhan filminin yönetmeni Sergey Bodrov’un verdiği bir röportajda eski ve yeni dönemin karşılaştırmasını yaptığı cevap, durumu özetler gibidir:

Sergey-Bodrov“En başta daha özgürce istediğimiz filmleri çekebiliyoruz. Çekim teknikleri de çok değişti. Resimler çok değişti. Bir diğer taraftan da pek çok yönetmen, yapımcı Perestroyka’dan sonra çok zorlandı. Çünkü onlar devlet yardımına alışmıştı. Özgürsünüz ama özgürlük parayla oluyor. Filmi çekmek için kendi paranızı kendiniz bulmanız lazım. Bu parayı çıkartabilmek için seyirci bulmanız lazım. O yüzden Sovyet döneminde hiç olmayan ticari filmlere de yönelindi.”

Rus sineması, artık çok farklı bir dönemin içinde kendi yolunu bulmaya çalışıyor. Sovyet döneminin en önemli film stüdyolarından biri olan Gorki Film Stüdyosu özelleştirildi. Sergey Eisenstein’dan Andrey Tarkovski’ye kadar bütün büyük Sovyet sinemacıların çalıştığı Mosfilm de özelleştirildi. Stüdyoda 3.000’i aşkın film çekildiği tahmin ediliyor. Çekilen filmlerin arasında En İyi Yabancı Film dalında Oscar kazanmış Savaş ve Barış (1968) ve Akira Kurosawa’nın çektiği Dersu Uzala (1975) filmleri de yer alıyor. Üçüncü büyük stüdyo olan Lenfilm’in satılmaması için Aleksandr Sokurov’un Devlet Başkanı Putin’e mektup yazdığı biliniyor. Bu değişiklikler, Rusya’da oluşan kapitalist üretim biçiminin sanatla kurduğu ilişkinin Sovyet döneminden farklılığını göstermeye yeterli.

Dersu Uzala

 Yönetmenler Dönemi

Sovyet sonrasında ortak duyarlılıklar taşıyan yeni bir Rus sinemasından bahsedemeyiz. Daha çok bireysel özellikleriyle öne çıkan bazı yönetmenlerin varlığından bahsetmemiz daha doğru olur. Konu olarak da yeni dönemde toplumsal problemlerin başında gelen mafyalaşma sorununun sinemaya birçok açıdan yansıdığını görüyoruz. Bu konun haricinde ticari değer taşıyacağı düşünülen pek çok farklı konu da yeni Rus sinemasında deneniyor.

Nitelikli filmleriyle Sovyet dönemine uzanan filmografisini son dönemde zenginleştiren Aleksandr Sokurov’u, yaşayan en önemli Rus yönetmen sayabiliriz. Usta yönetmen, 20. yüzyılın en önemli 3 lideri hakkında çektiği üçlemeyle büyük ses getirdi. 1999 yılında Cannes Film Festivali’nde Molokh filmiyle En İyi Senaryo Ödülü’nü aldı. 2003 yılında Cannes Film Festivali’nde galası yapılan Father And Son filminde eşcinsellik üzerinde durdu. 2008 yılında 27. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde Yaşam Boyu Onur Ödülü’ne layık görülen yönetmen, 2011’de çektiği Faust uyarlamasıyla Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan Ödülü’nü aldı.

Faust

Faust: Dr. Faust’un Dayanılmaz ‘Bulantı’sı

1964 doğumlu Andrei Zvyagintsev Sovyet sonrası Rus sinemasında kendine yer açabilmiş özgün yönetmenlerden biri olarak birçok isimden ayrılıyor. 2003 yılında kariyerinin dönüm noktalarından biri olan Dönüş filmini çekti. Birçok festivalde gösterilen film, Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan Ödülü’nü kazandı. 2007 yılında çektiği ikinci film Sürgün Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye Ödülü’ne aday gösterildi. Son filmi Elena, Cannes Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü aldı. Yönetmen filmlerinde yeni Rus toplumunun aile ilişkileri, yabancılaşma, iletişimsizlik ve ekonomik sorunlar üzerinde durdu. Ayrıca Zvyagintsev filmlerinde Sovyet görüntü estetiğini izlemek mümkündür.

Aleksey Balabanov 2007’de Cargo 200 filmiyle ilgiye değer bir çalışmaya imza attı. Sistemin çöküşünü öncelikle insanların ruhlarındaki çöküntüyle anlattığı film, 1984 yılında geçiyordu. Anna Melikyan’ın Denizkızı adlı filmi ile Rusya’nın Oscar adayı oldu. Rusya’nın genç yönetmenlerinden 31 yaşındaki Alexey German, Kağıt Asker ile 65. Altın Aslan Ödülü için yarıştı. Sergey Bodrov’un çektiği Cengizhan filmi uluslararası arenada büyük ses getirdi. Nikita Mikhalkov’un çektiği 1994 yapımı Güneş Yanığı filmi En İyi Yabancı Film dalında Oscar kazandı. Film Cannes Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü’nü de kazanmıştı.

Twilight Portrait

Angelina Nikonova ilk yönetmenlik denemesi olan 2011 yapımı Alacakaranlığın Portresi filmiyle bütün saygın festivallerde kendine yer buldu. Tecavüze uğrayan kadının soğukkanlı bir intikam planını anlatan film, Rus romanlarının insan hikâyelerini hatırlatıyordu. Öte yandan devletin desteklediği çok sayıda milliyetçi kahramanlık yapımları da bu dönemde gün yüzüne çıkmaya başladı. Rus iç piyasasına yönelik bu filmlerde başarılı Rus ajanları, kahraman devlet görevlileri sıklıkla karşımıza çıkar.

Rus sinemasının nasıl bir yolda devam edeceğini anlamak zor değil. Yönetmenlerin yeni döneme alışmaları zaman alsa da yeni dünya düzenin kurallarını artık onlar da öğrenmeye başladılar gibi görünüyor. Büyük görsel şölenler, ideolojik kaygılar, önemli edebiyat uyarlamaları gibi Sovyet sinemasının özgünlüğünü oluşturan unsurları ise artık sadece arşivlerdeki eski filmlerde bulabiliriz.

İlginizi çekebilir...

Advertisement

tersninja.com (2008-2022)

  • Bizi takip et