Dikkat: Bu yazı filmin bazı sürprizlerini ele vermektedir.
Amerikalı siyahi yönetmen Antoine Fuqua ismini daha çok Denzel Washington’a Oscar getiren 2001 yapımı İlk Gün” (Training Day) ile duyurmuştu. İlk Gün artık karikatürleşmiş kötü polis tiplemesinin altını doldururken, sıradışı yönetimiyle de dikkat çekiyordu. O günden sonra çoğun ortalama suç-aksiyon çeşitlemeleri yöneten Fuqua, yeni uzun metrajı Son Şans‘ta (Southpaw) çıtayı yükseğe taşıyarak Rocky’vari bir a-sınıfı boks draması ortaya koymuş.
Boks, tıpkı futbol gibi alt-sınıftan insanların birbirini paraladığı (bu arada gayet tabii ‘para’landığı) hayli dayanıklılık isteyen bir spor, bildiğiniz gibi. Para ve dram çok olunca sinema için de gayet elverişli bir mecra oluyor haliyle. “Son Şans”ta da yetimhanede büyümüş Billy Hope (Jake Gyllenhaal deyiş yerindeyse yine ‘döktürüyor’.) odağında filmin; Hope, kendisi gibi yetimhanede büyümüş eşi Mo’nun (Rachel McAdams) da desteğiyle Dünya Hafif Sıklet Boks Şampiyonu olmayı başarmış. Fakat tam zirvedeyken Mo’yu kaybetmesi her şeyi altüst edecek ve Hope’u geldiği yere geri gönderecektir. Filmde bu düşüş ve ayağa kalkma hikayesini izliyoruz aslen…
Son Şans, sıfırdan gelen öfkeli sokak çocuğunun eninde sonunda kazanacağı büyük bir Amerikan anlatısı… Yani ne Ron Howard’ın Cinderella Man‘i gibi sosyal-gerçekçi bir fonda geçiyor, ne de Martin Scorsese’nin Kızgın Boğa‘sı (Raging Bull) kadar incelikli ve estetik. Ama izleyiciye bir an olsun aman vermeyen hikaye kurgusu ve Oscarlı Mauro Fiore imzalı görüntü yönetimiyle de bütün açıklarını kapatacak kadar iyi bir işçiliğe sahip karşımızdaki film. Sizi içine alan hikâye süresi boyunca gözünüzü perdeden ayırmanıza izin vermiyor. Hope ile kurdurulan özdeşlik sayesinde de onla ağlayıp, onla gülüyorsunuz…
Son Şans‘ın en dikkat edilmesi gereken noktası bana kalırsa finali. Filmde bir ara kendisini yenen tek sporcuyu yetiştiren Tick Wills’e (Forest Whitaker) o maçı masabaşı oyunlarıyla kazandığını laf arasında söyleyen Billy Hope, filmin sonuna yerleştirilen maçta da -ring kenarındaki menajeri Jordan Mains’in (nam-ı diğer 50 Cent)alkışları eşliğinde- puan farkıyla maçı kazanıyor. Burada film, Billy Hope’un puanla maçı kazanmasının üstünde hiç durmuyor belki ama siz içinizden “acaba” duygusunu bir türlü atamıyorsunuz jenerik akarken… Billy Hope maçı şikeyle kaybedip o izbe spor salonuna gülümseyerek ve cebinde azbuçuk parayla dönüp gençlere rol model olmaya devam etseydi ideolojik bakımdan daha ‘doğru’ olurdu. Ama bu bir Amerikan filmi nihayetinde; ya kazanırsınız, ya kazanırsınız…
***