1960 yılında en iyi yabancı film dalında Oscar alan, ülkemizde Bakir Bahar, Genç Kız Pınarı yahut da Kaynak adıyla bilinen Ingmar Bergman filmi Jungfrukällan, başta Wes Craven ve Michael Haneke olmak üzere birçok sinemacıyı etkilemişti. Ulla Isaksson’un bir Ortaçağ efsanesinden esinlenerek senaryosunu yazdığı film, dini bir merasime katılmak üzere yola çıkan iki kız kardeşin çobanlar tarafından acımasızca tecavüzünü ve katlini konu ediyor, klasik korku filminin kodlarından faydalanarak din ve varoluş arasındaki diyalektiği benzersiz bir biçimde ele alıyordu.
1972 tarihli ünlü Wes Craven yapıtı Soldaki Son Ev (Last House on the Left), istismar sinemasının köşe taşlarından biri olmasını büyük ölçüde referans aldığı işte bu Jungfrukällan filmine borçluydu. Sinema tarihi açısından önemini bir yana bırakırsak, Kirli Harry (Dirty Harry), Death Wish, Taksi Şoförü (Taxi Driver) gibi 70’ler Amerikan sağının söylemini destekleyen örneklerin öncülerindendi Soldaki Son Ev. İktidar mücadelesi sırasında, bir tarafın kaybettiği otoritenin, yeni bir kazanan tarafından tekrar sağlanıncaya dek herkesin kendi adaletini uygulaması gerektiğini ifade eden bu söylem, bütün 70’ler boyunca sağcı-muhafazakâr sinemacıların hepsi tarafından defalarca yinelendi.
Sinema, henüz beyaz ekranın her eve girmediği o yıllarda, Amerikan sağının 68 hareketinin intikamını almak için başlattığı sistemli bir saldırının en önemli organıydı. Bugün de yeniden yapılanmak isteyen sağcı muhafazakârlığın, geçmişte, varlığı ayyuka çıkan oval ofis ile Hollywood stüdyoları arasındaki direkt hattın bir benzerini kullandığı gayet aşikâr.
Wes Craven’in senaryoyu filmini yazarken Jungfrukällan filmini referans aldığını belirtmiştik. Esasen bahse konu olan Jungfrukällan, Soldaki Son Ev (1972) ve Dennis Iliadis eliyle yeniden çevrimi gerçekleştirilen Soldaki Son Ev (2009) filminin senaryolarının birbirine paralel geliştiğini söyleyebiliriz. Öyle ki üç filmdeki karakterlerin neredeyse tamamı aynı. Ingmar Bergman’ın filminde kızlar çobanlar tarafından katledilirken, Wes Craven filminde aylakların oluşturduğu bir çete tarafından katlediliyor. Bunu takiben fırtınalı bir havada çetenin sığındığı evin sahibi katledilen kızın/kızların ebeveynleri çıkınca, aile tarafından bir intikam planı devreye sokuluyor. Ancak 2009 yapımı Soldaki Son Ev‘de, haydutların ağzından dökülen jakuzi ve göl evine dair imalı cümlelerle haydutların alt sınıfa ait olduğunu üstüne basa basa belirtiyor yönetmen. Oysa Ingmar Bergman’ın filminde bu tür provokatif diyaloglara rastlamak mümkün değil.
Filmin bir diğer marifeti; niteliği aynı iki eylemden ‘ayak takımı’nın gerçekleştirdiğini suç, ailenin gerçekleştirdiğini meşru sayması. Jungfrukällan filminde çetenin en küçük elemanını öldüren ailenin reisi, Soldaki Son Ev filminde öldürmez. Böylelikle aile ile özdeşlik kuran izleyici pasifize edilerek karşı infazın sorgulanması engellenir. Bu tabii ki izleyicinin bu katliama onay vermesi anlamına gelmez. Fakat izleyici, aynı nitelikteki iki suçtan aileninkinin daha hafif olduğuna hükmeder.
Türler arasında adeta geçiş yapan film, bir istismar filmine yakışacak şekilde derme çatma kurduğu ahlakçı olay örgüsüyle alenen totaliter bir toplum arzusunun yansıması aslında. Filmin, özgürlükçü politikaların gençleri serseri ve uyuşturucu müptelası yaptığı hakkındaki göndermeleri bunu teyit ediyor zaten. Wes Craven versiyonunda sergilenen anti-semitik duruş Dennis Iliadis’in filminde yok. Fakat bu, filmin daha mutedil bir çizgiye sahip olduğu anlamına gelmiyor. Satır arasında dahi –örneğin devriye halindeki polis memurlarının eşcinsellerle ilgili küfürlü nükteleri– ‘öteki’ne saldırmayı ihmal etmiyor film.
Teknik açıdan bakıldığında ise, Craven‘ınkine nazaran daha kanlı ve stilize bir film Soldaki Son Ev. Karakterler yine karton, lakin oyuncuların yeni çevrimden farkı olarak profesyonel olmasının filmin gücünü arttırdığı bariz.
Ayrıca rahatsız edeci derecede doğal ve abartılı şiddet sahneleri yerini bu filmde, son dönemde iyice alıştığımız, türün sıradan bir filminde rahatlıkla görebileceğimiz sahnelere bırakmış durumda. Sinematografik bakımdan ilk çevriminle kıyaslanamayacak bir yapıt karşımızdaki, konjonktürel olarak yeni Amerikan muhafazakâr-sağcı ideolojinin bayraktarlığını yapması da çabası.
*Evrensel Kültür Dergisi‘nin Ağustos 2009 sayısında yayımlanmıştır.