Geldim.gördüm, yazdım… İşte Kevin Spacey, Altın Portakal Confidential…
Kevin Spacey bugüne kadar gördüğüm konuklar içinde en şık, en bakımlı olanı. İlk dikkatimi çeken bu.
Salondaki herkesi önce görüntüsü, sonra gülümsemesiyle, final olarak da esprileri ve sempatik mimikleriyle ele geçirmesi güç olmuyor.
Sorulara geçiliyor. Başlangıçta herkes biraz çekingen. Boru değil tabii ki, karşılarındaki Kevin Spacey.
İlk sorular sürünün kendine en güvenenlerinden geliyor. Güvenlerinin en önemli kaynağı çok iyi İngilizce bilmeleri. Hepsi okumuş çocuklar tabi, Boğaziçi, ODTÜ falan…
Başlıyorlar İngilizce sormaya. Kimi Kevin Spacey katına biraz daha yaklaşmak için, kimi salonda İngilizce bilmeyenler ile arasına irtifa farkı koymak için, kimiyse genel temayüle uymak için. Oysa çeviri yapmak için iki smültane çevirmen hazır bekliyor. Bu ortamda İngilizce bilmeyenler de Türkçe soru sorup ortamın zencisi olma cesaretini gösteremiyor.
Landlord’unuz bu oryantalist duruma son vermek için hiç niyeti olmamasına rağmen soru yöneltiyor yapımcılık ve yönetmenlik dalına da el atan Kevin Spacey’e.
“Ben sorumu Türkçe sormak istiyorum izninizle. Böylece Kevin Spacey de Türkçe’nin kulağa nasıl geldiğini duyma fırsatı bulmuş olur. Farzedin ki bir film projeniz var ve üç oyuncuya rol vereceksiniz. Kimleri seçerdiniz?”
“Madem herşey farazi, ben de farazi bir yanıt vereyim,” diye başlıyor söze. “Spencer Tracy, Katherine Hepburn ve Henry Fonda.” Gayet diplomatik bir yanıt veriyor.
Kulaklığını çıkardığı için ikinci sorumu İngilizce sormak zorunda kalıyorum. Amacım bu kez de entellektüel muhabbeti biraz aşağı çekmek.
“Aktör olmasaydınız ne olurdunuz?”
“Nehir gemisi kaptanı.” Laf olsun diye cevap verdiği çok belli. Ama ben de inatçıyım. “Hangi nehirde?” diye soruyorum.
“Nil,” diyor, “Ama sanırım batardım.” Sonra kendi de cevaptan hoşlanmadığından, ya da kibarlığından durumu kurtarmaya çalışıyor. “Çok sık sorulan bir soru bu. açıkçası bilmiyorum. Sanatla ilintili bir şeyler yapardım herhalde.”
Misyonum başarıya ulaşıyor. Türkçe sorular ardı ardına gelmeye başlıyor.
Soru soranlar yalnızca gazeteciler değildi. Tamer Karadağlı da iki soru sordu Spacey’e. Biri Olağan Şüpheliler’deki Kaiser Schoze’nin Türk olup olmadığıydı ki, saçma bir soruydu bence. Spacey de saçma bulmuş gibiydi. “Bir gün Türkiye’ye geleceğimi bilseydim o zaman araştırmamı daha iyi yapardım,” gibisinden bir şey diyor. Karadağlı bir de Wise Guy dizisindeki rolüyle ilgili bir şey soruyor.
Bir iki kişi de, basın toplantılarında alışık olduğumuz üzre, aslında soru olmayan çünkü soru gibi yöneltilse de bir yanıtı olmayan sorular sordular. Asıl amaç aslında yorumunu iletmek tabi, bunu da ancak yorumunu soru kılığına sokarak yapabilecek.
Kevin Spacey iki yönetmenle çalışmak istediğinin altını çiziyor ve bu yönetmenlerin kulağına kar suyu kaçırmamız bize telkinde bulunuyor. Woody Allen ve geçenlerde bir kez daha seyredip hayran kaldığı Magnolia’nın yönetmeni P.T. Anderson.
“Oscarları evinizin neresinde saklıyorsunuz,” sorusuna ise zekasını ve mizah duygusunu gösteren bir yanıt veriyor. “Onları hep üstümde taşıyorum.”
Sanki ortamda hiç magazinci yok gibi, en ıvır zıvır sorular şu ana dar benimkiler dicekken günün potu ön sıalardaki bir elemandan geliyor.
“Sesiniz güzelmiş duyduğum kadarıyla. Bu özelliğinizi bir filmde kullanmayı planlıyor musunuz?”
E be kardeşlik, bu adam 2004’de Beyond The Sea filminde ünlü şarkıcı Bobby Darin’i oynadı. Şarkı da söyledi, dans da etti. Bir dahakine çalış da gel. Mickey Rourke ve Adrien Brody de görmeyeceğim böyle hatalar.
Bu toplantıda Kevin Spacey’nin Seven’daki katil rolüne aslında seçilmediğini öğrendim. Rolü başkası alıyor ama O, çekimlere beş gün kala kovulunca apar topar Spacey’yi getiriyorlar sete.
Kevin Spacey dün salonda bulunan herkesin hafızasında kalıcı bir iz bırakıyor. Salondakileri defalarca kahkahaya boğuyor. Geçmişte stand-up komedi yaptığına şaşırmıyor insan. Hali tavrında hem bir profesyonellik, ama hem de had safhada samimiyet ve doğallık.