Bugün resmi, hukuki ve duygusal olarak SİYAD üyeliğim son buldu. Karar genel kurulda üye oylarıyla alındığı için şikayet etmeye hakkım yok. Ancak üyelikten çıkarılmamı onaylayan üyelerin çoğunun kişisel sebeplerle hareket ettiğini gördüm. (Çoğu dile de getirdi zaten.) Kimisi dergisine “besleme” dediğim için, kimisi Ali Murat Güven‘e Ters Ninja’da yer verdiğim için, kimi kimse yapamazken doğruları söyleyerek onu sertçe eleştirdiğim için, kimi SİYAD’ı mahkemeye verdiğim için, kimi de sırf takımdan ayrı düz koşmamak için… Bence konu kişisel değildi. Konuşmamda bunu vurgulamaya çalışmıştım ama etkili olmadı.
Ege Görgün (Landlord)
Oysa bakın, fırtına kopmadan, hatta daha ufukta fırtına bulutları gözükmezken, Temmuz 2010’da ne yazmışım. Benim de başıma geleceğini hissetmişim demek (SİYAD camiasında Ömür Gedik tartışması vardı o sıralar. Uğur Vardan, Gedik’in köşesine taşıdığı bazı düşüncelerden sonra kendisinin SİYAD bünyesinden uzaklaştırılması gereğini gündeme getiren bir yazı yazmıştı. Benim yazım da o olaylar üstüneydi.):
“Olayın özündeki değerlendirmeme gelecek olursak. Düşünceleri yüzünden bir kişinin herhangi bir kuruluştan ya da kurumdan uzaklaştırılmasına taraftar değilim. Tabi eğer o kurum ya da kuruluş belli bir düşünce, görüş ya da politikanın çevresinde toplanmış insanlardan teşekkül değilse. Mesleki, kültürel, insani açılardan yeterlilik daha önemli bir kıstas kanımca ama bunu da neye göre ölçüp bir kriter oluşturacaksın.”
Mahkeme süreci ise devam ediyor. Ancak mahkeme üyeliğe geri dönmemle ilgili değil. Dolayısıyla kazansam bile sonucu etkilemeyecek. Beni aleyhime çıkan 25 oydan daha fazla üzen ise iki güvendiğim, aynı lisandan konuştumuza inandığım dostun verdiği çekimser oylar oldu. Enteresan çıkışlar ve çark edişler de oldu. Kapıdan girerken beni destekleyen onursal bir üye beni içeride kürsüden istifaya davet etti. (Daha sonra herkes barışsın, kimse üyelikten çıkmasın fikrine destek verdi) Bir başka üye “Başkanıma yapılmış hakareti kendime yapılmış sayarım” şeklinde bir çıkış yaptı. Başkan kanıtlanması imkansız, yoruma varan ve bazen de asılsız iddialarla kürsüden beni küçük düşürmeye çalıştı. Sırf beni acıtmak için. Yoksa basın gösterimlerindeki kulislerden oylamanın sonucunu gayet iyi biliyordu. Yanımda götürdüğüm avukatım, arkadaşım ve Ters Ninja yazarı Murat Ocakcan da başkanın yaptığı çarpıtmalar, konuları üyelere tamamen kendi işine gelecek şekilde aktarma çabaları karşısında hayretlere düştü.
Velhasılkelam istenmediğimiz yerde durmak bana zaten yakışmazdı, en hayırlısı oldu. Aksi olsaydı da bir şey değişmeyecekti. Muhtemelen ben istifa edecektim üyelikten. Daha yakışıklı bir kopuş olacaktı. Ama bazen her şey istediğiniz gibi olmuyor.
Bu arada, genel kurulun divan başkanlığını üstlenen Saim Yavuz hakkaniyetli, etik ve objektif duruşu ile hem benim hem Murat’ın saygısını ve hayranlığını kazandı. Esaslı adammış. Etrafındakiler keşke onu örnek alsa. (Ve hayır, bu sözlerde kinaye yok.)
Bu arada eklemek zorundayım bana göre genel kurulda en delikanlı duruşu sergileyen Ömür Gedik oldu. Bunu çıkarılmamam lehime oy veren üç beş kişiden biri olduğu için söylemiyorum. Zaten oyunu beni düşündüğü için değil de, orada kalkıp savunduğu ve kendi inandığı davasıyla ilgili olarak, SİYAD üyelerinin yaptığının çifte standard olduğuna inandığı için verdi. Ve oradaki herkese bir davayı savunmak söz konusu olduğunda kişisel duyguları ve geçmişi işe karıştırmamak gerektiğini gösterdi. Nasıl ki Ömür’ün aklına bir gün gelip de benim lehime oy vereceği gelmezdi; bunu söyleyeceğim de benim hiç aklıma gelmezdi ama; Helal Olsun, Ömür Gedik!
Çıkarılmamam lehime oy veren, dolayısıyla demokrat davranan Alper Turgut, Coşkun Çokyiğit‘e de saygılar. Ne yazık ki çıkarılmamam lehine oy veren diğer kişi kimdi fark edemedim. Salonda bunu yapacağına inandığım en az 5 kişi vardı. Ama demek en az dördünde yanıldığım anlaşılıyor. Çünkü dördü ya oy vermedi ya da çıkarılmam lehine verdi demek oluyor bu.
Bir de genç bir sinema yazarı var. SİYAD’a girerken gereken iki üye imzasından birini ben vermiştim. Hiçbir husumet yaşamadık. Saygılı, efendi bir gençti, severdim kendisini. Ama seçilmiş Divan Kurulu üyesi olarak objektif kalması gerektiğini unutup bir el kaldırışı vardı ki canhıraş, rengini belli etmek, arkadaşlarından ayrı düşmemek için (Elbette aleyhimeydi oyu) görmeliydiniz. Divan Başkanı hemen “İndir elini?” diye uyardı yumurcağı. Bu aidiyet duygusu, sürüye dahil olabilme içgüdüsü insanı karaktersizleştiren bir şey. Neyse ki bende yok uzun zamandır bu dürtüler, dolayısıyla özgür iradeli bir bireyim. Misal futbolun fanatikleri, linç kampanyalarının müdavimleri, cemaat çocukları bu duygularla hareket ederler hep. Ama aydın ve entelektüel olması beklenen bir sinema yazarı için böylesi bir biat. Ne kadar acı! Keza “başkanıma edilen hakareti kendime yapılmış sayarım” diyebilen bir zihniyet. Bu zihniyetlerin hakim olduğu yerlerde ne Gezi’ler olur, ne 68’ler. Bir de kendilerini “solcu” olarak tanımlıyor ya böyleleri, o daha da trajikomik. Şahsiyetleri ve davranışları oksimoron oluşturuyor bu arkadaşların.