Atilla Dorsay’ın bu kez bir sinema kitabıyla değil de, Ne Şurup-Şeker Şarkılardı Onlar… adlı bir müzik kitabıyla karşımıza çıkmasına ilk etapta açıkçası şaşırmıştık. Kitabı okuduğumuzsa ise bu kez kendisinin bugüne kadar bir müzik kitabı yazmaması şaşırttı bizi. (22-02-2003)
Hepimiz bir sinema adamı olarak tanıyorduk onu. Ama yaşı yeten bazı dikkatli radyo dinleyicileri Dorsay’ın radyo programlarını gayet iyi hatırlıyor ve onun bu işe ne kadar gönül verdiğini iyi biliyor. Ben de kendisiyle konuştuktan sonra nasıl sinema ve müzik arasında kaldığını, hatta müziği burun farkıyla öne çıkardığını gözlerimle gördüm. Şaşırdım. Bir çırpıda okurken kitabın aynı zamanda eğlenceli bir anı kitabı olduğunu gördüm. Ansiklopedik bilgiler veren soğuk, didaktik değil, sıcacık, samimi bir kitap tutuyordum elimde. O kadar samimi ki yazar müzik adına yaptığı hırsızlığı bile itiraf ediyor, ya da geçmişle çekinmeden hesaplaşabiliyordu. Aynı samimiyeti sohbetimizde de sürdürmeye çalıştık.
Bu kitapla müziğin Atilla Dorsay’ın hayatında ne kadar büyük bir yer tuttuğu açığa çıkıyor. Sizi bir sinema adamı olarak tanıyan insanları şaşırtacak kadar… Sinema mı müzik mi?
Sinemayla müziği ayırmam çok zor. İkisi de hayatımın aynı döneminde beni etkilemeye başladı ve bu etki giderek iki alanda da birer tutkuya dönüştü. Belki beni sinema yazarı olarak bilip sevenlere ayıp olacak ama, galiba son tahlilde yine de müziği ön plana alırdım. Günün 24 saatinde film izlemiyorum, ama evden arabaya hemen heryerde müzik hep elimin altında oluyor. Ve galiba sonuç olarak müzik birçok kişi için hayatın asıl ve öz anlamını ve yorumunu içeriyor. Sinemadan daha doğal ve daha direkt biçimde…
Sizin bir de kitapta ayrıntılarıyla bahsettiğiniz ciddi bir radyoculuk geçmişiniz var…
Evet, önce 1987’den 1994’e TRT Radyo 3’te, sonra 1998’lerde Capitol Radyo’da, en son da çok kısa bir süre 92,3’te. Radyo programı sunmak, kendimi en mutlu hissetiğim anlar arasında başta geliyor. Hele özel radyolardaki gibi direkt olduğunda, anında tepki aldığınız veya kimi istekleri hemen yerine getirdiğinizde… İnsanlara şarkılar, sevdikleri ve anılarıyla bağlantılı şarkılar çalarak sevinç ve mutluluk dağıtmak, yapanı da mutlu eden bir olay. Çok geniş arşivimle bu işi her zaman yapmaya hazırım. Ama düzeyli radyoculuk öylesine bir bunalım içinde ki, bu basit iş bile kolay gözükmüyor şu anda…
Şarkıcılık maceranız da çok ilginç… Üstüne daha fazla gidebilirdim diyor musunuz zaman zaman … Bir pişmanlık var mı içinizde..
Pişmanlık, evet. .Şarkı söylemek de insanı çok mutlu eden bir şey. Gerçi hiçbir zaman çok iyi bir sesim olmadı. Ama özellikle caz dediğimiz şey zaten o anlamda iyi ses istemiyor ki…Yorum önemli ve ben caz klasiklerini o dönemde oldukça iyi yorumlayabildiğimi sanıyorum. Ama doğrusu yaptığım işlerden de şikayetçi değilim, hiç olmadım. Sonuç olarak kendimi sinemaya adamak ve en azından bazılarının kalıcı olduğuna inandığım onca kitap üretmek, belki en iyisi oldu.
Kitabı sizin kişisel tarihinizden ayrı görmek mümkün değil… Bir müzik tarihi olduğu kadar, sizin de tarihiniz bu kitap… Bu anlamda kitabınız bana öykünün müzikle bütünleştiği müzikallleri çağrıştırıyor… Belki de önceki kitaplarınızın birçoğundan çok daha fazla ipuçları verdiği için, şöyle bir izlenim uyandı bende. A. Dorsay bir film çekecek olsa, bu mutlaka bir müzikal olurdu…
Kişisel tarihimi yazmaya çok meraklı değilim. Aslında yazmak istediğim kişisel bir pop müzik tarihiydi. Ama bu konuda hem tam bir uzman olmadığım, hem de asık suratlı, ansiklopedi görünümlü bir kitap düşünmediğim için, sonunda şarkıları zaten bende çok canlı olan anılarımla yoğurarak yazmayı akıl etim. Sanırım fena da olmadı, okuyanlar bu kıvamdan memnun gözüküyor!…Müzikale gelince, çok haklısın. Müzikal türe bayılıyorum ve yakında “Chicago”yla göreceğimiz gibi, bu tür zor olsa da yeniden canlandırılabilir. Benim müziğe olan merakım gözönüne alınınca, şimdi sen sorunca düşünüyorum da, film yapsam gerçekten de bu bir müzikal olurdu ve öyle olmalı.
Bazen de itiraflar var kitabınızda… Hırsızlık yaptığınızdan, pavyon maceralarınızdan, Livanelli ile olan kopukluğunuzdan ve Hümeyra’nın size eş olarak yakıştırılmasınadan açıkça söz ediyorsunuz…
İtiraflar bu tür bir kitap için gerekli. Yoksa hiç bir samimiyet içermez. Hepimiz o tür şeyler yaptık: insanın gençliğinde bir dönemde hırsızlığı ya da uyuşturucuyu denemesi aslında çok kötü değil: deneyim deneyimdir. Bunca yıl sonra bunları açıklamakta bir sakınca yok…Gönül maceralarımı ise şarkılarla ilişkili oldukları ölçüde ve eşimi kızdırıp evliliğimi tehlikeye atmayacak bir dozda tutarak ima etmeye çalıştım. Hümeyra ise bambaşka : o benim canım kadar sevdiğim bir dostum ve arkadaşımdır. O yakıştırma olayının öyküsü ise kitapta var. Müzisyen dostlarımla, bu arada Livaneli’yle olan ilişkimi de açık seçik yazdım. Sanırım hiç yalan yok ve kimsenin alınacağı birşey de yok.
Kitabınızda yazılanlardan alınanlar, gücenenler olabilir mi sizce… Sezen Cumhur Önal mesela..
Evet, gücenenler mutlaka olacak. Özellikle sanatçılar: onlar öylesine hassastırlar ki, bu kaçınılmaz. O şarkı listelerinden bile gücenenler olacak, zaten şimdiden oldu, bana gelen yankılara göre… Sezen Cumhur içinse düşündüklerimi açıkça yazdım. Umarım kızmaz, çünkü ona biraz giydiriyorum ama öte yandan Türk pop müziğindeki tarihsel rolünü de kimsenin belirtmediği kadar kesin çizgilerle belirtiyorum. Gerisi ona kalmış…
Gençliğinizde verdiğiniz partilerden söz ediyorsunuz kitapta, dansa nasıl gönül verdiğinizden… bu partilere kaldığı yerden devam etmeyi düşünmez misiniz… Bugün hala dans etme fırsatı bulabiliyor musunuz, ya da yaratıyor musunuz…
Evet, uygun ortamda, beni gerçekten kışkırtan bir müzik veya ritmle birlikte kendimi hemen piste atarım. En son Allegria adlı kulüpte, birkaç hafta önce kardeşim Ayla’yla eskisi gibi çılgın rock’n roll’ler yaptık!…Partilere gelince, elbette…Bu hafta içinde bile evlilik yıldönümümüzü bir partide kutladık.
Arabesk’e, hatta son dönemde her kesimden ilgi gören Gencebay ve Gürses’e itibar etmediğinizi söylüyorsunuz ama Karaböcek Kardeşler dendiğinde bir duruyorsunuz…
Arabesk’ten tümüyle dışlayamayız kendimizi. Bu vatanın evlatları olarak!…Bir dönemde Karaböcek kardeşleri, özellikle de Gülden’ i dinlediğim doğrudur. Başka örnekler de var dinlediğim… Zaten kimi zamanlar Türk popuyla arabesk öylesine iç içiçe ki… Sezen’in, Edip Akbayram’ın, Nilüfer’in ya da Kayahan’ın kimi parçaları arabesk’e ne denli yakın… Yine de tüm müzik hayatım içinde bu türün oldukça gerilerde kaldığını söyleyebilirim.
Bu müzik kitabının devamı gelecek mi…
Hayır, şu anda başka bir müzik kitabı tasarım yok. Ama radyoculuk tasarılarım var.
Şu an müzik satın almak için alışverişe çıkan birini yönlendirmenizi istesek… Onlara neler önerirsiniz…
Örneğin bu akşam uğradığım Akmerkez Uzelli’de pop müziğin Glenn Miller’den Billie Holiday’e, Nat King Cole’den Ella Fitzgerald’a, Edith Piaf’tan Peppino di Capri’ye birçok isminin birkaç CD’sini içeren ilginç toplamlar gördüm. Farklı bir ambalaj içinde ve oldukça ucuz fiyatlara… Popun temelini oluşturan sanatçılardan, bu efsane isimlerden başlamak, bir arviş yapmaya giden yolda atılacak ilk adım bence…. Yeni çıkanlardan ise diyelim ki Tony Bennett’in K. D. Lang’le albümü, Rod Stewart’ın caz klasikleri ya da “Konuş Onunla” filminin soundtrack’ini şu günlerde tavsiye ederim.