Sevgili Landlord -ki kendisi patronumuz olur- arada sırada evinde yaptığı temizlik ve düzenlemeler sonrasında ıskartaya çıkardığı bazı sidi veya kitapları, bendenize verme âlicenaplığında bulunur.. Bunlar, ya ‘çürük çarık’ hâlleriyle kötü durumda olan ya da promosyon olarak dağıtılmış olmanın değersizliğini -lânet bir damga misâli- ilelebet üzerinde taşıyacak şeylerden ibârettir..
Geçenlerde verdiği kitabın özelliği, bütün bu alışkanlığı bozan bir örnek olarak, tarihe geçecek kudretteydi.. Normal boyutlardan farklı olarak, enine doğru uzayan bir ‘Resim Defteri’ ölçülerinde olan kitap -her şeyden önce- matbaadan daha yeni çıkmıştı..
Bilinç kaybına uğramamış Landlord‘un böylesine yeni bir kitabı bana vermesi -resmen- şüphelenme nedeniydi.. Bu adamın ilgisinden kendini uzak tutan ne gibi özelliklere sahipti acep bu kitap? Gel de merak etme..
Küçük bir ihtimal de olsa, elinde bu kitaptan iki adet bulunabilirdi.. Ona bu minvalde bir soru sorarak işe yarar bir yanıt almak, hayalden de öteydi.. Diğer ayrıntılara odaklanmak en doğrusuydu..
İlk etapta, 30 TL’lik fiyatına bakarak, maddi değeri oldukça üst düzey bir kitap olduğunu anlamış ve bu oldukça önemli hususu ekarte etmiştim.. İncelemeyi daha da derinleştirmeye karar verdim..
Ön kapağındaki resimde, yıldızlarla dolu lâcivert bir gökyüzü, hafifçe yükselen bir bayırda görülen, bol yapraklı bir küçük ağaç, hemen yanında, tamamen yapraklarını dökmüş büyükçe bir ağaç, bu ağacın bir dalına kurulu, rüzgârla salınan bir salıncak ve resmin ortasında da bu bayırı çıkmakta olan bembeyaz bir kuzu vardı.. Arka kapağında da, “Göğsündeki beyaz lekenin mama önlüğü gibi göründüğü” bir sarman kedi..
Son olarak, bol renkli, bol resimli sayfalarını hızla karıştırınca, kesin kararı vermek artık çok kolaydı.. Eveet.. Her hâliyle, bu bir çocuk kitabıydı..
Zaten, odalarını tıka basa dolduran kitaplardan, dergilerden ve sayısız siğdilerden, yatacak yer bulamadığı için evini -neredeyse- terk etme aşamasına gelmiş Landlord‘un -kendini hiç ilgilendirmeyen- bu çocuk kitabından kurtulması hiç de zor olmamıştı.. Üstelik, emrinde -üç kuruşa- çalışan elemanına yaptığı bu kolay jest, kendisini bir hamle öteye taşıyacaktı.. Allahtan daha ne isterdi?
Büyüyünce Ben de Böyle Yazacağım
Verdiği kitabı kabul ederek onu bir yükten kurtarmış da olsam, Landlord‘un, yaptığı bu iyiliği hemencecik unutuvermesi beklenemezdi.. Nitekim son görüşmemizde, sol kulağıma doğru -her zamanki gibi- ünleyiverdi: “Serteli, geçenlerde sana verdiğim kitabı okudun mu?”
Daha okumamıştım.. Ve ben bunu ona söylememeyi tercih ettim.. Çünkü o -her zamanki gibi- vereceğim cevabı merak edip de dinlemeyecekti ki..
Aynen öyle oldu ve cevabımı beklemeden ekledi: “Kitabı sitede tanıt da bir işe yara bâri.”
Doğrusu, sinekten yağ çıkarmada Landlord’un üstüne adam tanımam..
Ne yalan söyleyeyim- Yapı Kredi Yayınları‘ndan çıkan, az yazılı, bol resimli bu kitabı ben pek beğendim.. Yazan ve resimleyen Feridun Oral‘ın, daha önce çocuk kitapları yazıp resimlemesinden kaynaklanan bir şartlanmayla öyle sanılabilirdi ama bu bir çocuk kitabı değildi..
Pek meraklı ve durmaksızın sağa sola seyirten -hani o meşhur- çocuğu içinde barındıran bir adamın kaleminden çıkmış gibiydi..
Fark Etmemişim Bilmiyordum – Şile Kitabı, tam kavrayamasalar bile, çocukların dahi zevk alabileceği, illüstrasyon demenin daha bi doğru olacağı resimlerle bezeli -günlük tadında- bir eserdi..
İstanbul’a yakın en önemli tatil beldelerinden biri olan Şile’de yaz-kış ikâmet eden bir adam, burada süregelen sessiz, sâkin yaşantısının bir bölümünde, doğada, çevresinde gördüğü ve fark ettiği ‘her şey’ hakkında öğrendiği, düşündüğü ve de hayâl ettiklerini öylesine güzel bir üslupla yazıp çizmiş ki onu -hayranlıkla karışık- kıskanmamak elde değil..
Şöyle söyleyeyim; Şile Kitabı, olur da bir kitap yazabilsem, tıpkı böylesini yazmanın hayalini kurabileceğim şekil, şemail ve içeriğe sahip.. Tek fark, benimki büyük ihtimâl bu denli naif olmaz, ‘muzır’ tarafı hafiften yoğun olurdu, o kadar.. Bir de resim konusunda elimden hiç bir şey gelmeyeceği için, ya Feridun Bey‘den yardım rica eder, ya da olmadı, değerli yazar-çizer arkadaşım Deniz Akhan‘a müracaat ederdim..
Guguklu Saatin Kendini Sevdirmeyen Kuşu
Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nden 1985 yılında mezun olan Feridun Oral, çok yönlü bir sanatçı.. Kendi yazdıklarına ya da başka yazarların çocuk kitaplarına yaptığı illüstrasyonlar dışında, resim, heykel ve seramik alanında da çalışmaları bulunuyor..
Onun plâstik sanatlara olan bu âşinalığı, kitabın bir yerinde -âdeta- filiz veriyor:
Yaz sezonu yaklaşıyor. Fırtınalı havalarda Karadeniz, hırçın dalgalarının kıyıya taşıdığı atıklarla kumsalı resim galerilerine dönüştürmüş. Kumsala dağılmış yüzlerce plastik, tahta, cam, teneke ve diğer atıkların renklerine, bozulmuş şekillerine fotoğraf çeker gibi bakıp parmaklarımla dikdörtgen yaparak kadraja alıyorum.
Matisse, Miró, Kandinsky, hatta bazıları Chagall’ın resimlerini andıran kompozisyonlarla karşılaşıyorum. Kırık bir kürek, Rus malı boş bir deterjan şişesi, patlak bir top vs, vs, vs…
Soyut resmi çağrıştıran, işlevlerini çoktan yitirmiş nesnelere bakarken, uzaktan gelen bir havlama sesi duyar gibi oldum…
Bu ilginç satırlar, bir zamanlar (Gençliğimde de diyebiliriz.) yurdun -ulaşabildiği- tüm kumsallarında bütün bu benzeri objelerin ve daha da fazlasının katkılarıyla oluşmuş olağanüstü ‘doğal’ kompozisyonları, onlarca makaralık fotograf kareleriyle tespit etmiş benim gibi birini nasıl etkiler, siz düşünün gayri..
Bu ‘komple sanatçı’ tarafına karşın, Feridun Oral‘ın ironik dilinden sanat bile kurtulamaz:
İneklerin geçtiği tozlu yoldan eve dönerken, güneşin altında bronz heykel gibi duran dışkı katmanlarına basmamaya çalıştım. Biraz ilerdeki ağacın gölgesinde dinlenen inekleri gördüm. Siyah lekeli olan ayakta duruyor, kara inek ise yere çökmüş; ağzında laf mı geveliyor, geviş mi getiriyor anlamadım. Yolda gördüğüm dışkılar bu iki ineğe ait olmalıydı. İneklerin renklerinden kimin hangi eseri yaptığını tahmin ettim. Sanat biraz da böyle bir şey.
İronisi yerinde ve kararında bir üslubu hiç kaybetmeyen, parlak zekâsını, hoş kokulu baharat misâli bir tevazuyla yumuşatmış bir usta kalemden -belirli bir edebi türe pek de bağlanmadan- dökülen bu ‘özgür’ satırlarda, söğüt ağacına yuva yapmış mandadan, guguklu saatin kendini sevdirmeyen kuşuna, köpeklerden kedilere, çiçeklerden meyvalara, kelebeklere, arılara, kurbağalara, balıklara.. bitmedi, kertenkele gardırobundan, İskorpit yahnisinin târifine kadar, fark etmek ve bilmek isteyeceğiniz pek çok şeyi bulacaksınız.. Lâkin az ve öz!