Seyirşinas Landlord Çelebi’nin 47. Altın Portakal Film Festivali süresince izlediklerinin, yediklerinin, içtiklerinin, gezip gördüklerinin; haddizatında topyekün başından geçenlerin 32 kısım tekmili birden hikâyatıdır
Filmler seyretmekle, gıdalar yemekle bitmiyor Antalya’da sevgili okur, can ninja! Ve bizim seyrüseferimiz durmaksızın devam ediyor.
Tuncay bu kez bana yanık sütten dondurma yemeyi teklif ediyor. Hayatta sevdiğim üç şey vardır: yanık şeyler, süt ve dondurma. Ve şimdi üçünü aynı anda yeme imkanı sunuluyordu bana.
İstikamet Dilara Yaşar Pastanesi’ydi. Burası 50 seneyi aşkın bir süre önce yalnızca tulumba tatlısı satmak üzere açılmış aslında. Zamanla ürünleri çeşitlenmiş ama lezzetten ödün vermeme prensiplerini aynen sürdürmüşler.
Dondurmaları söyledik. Yerken buram buram dibi tutmuş süt tadı gelen kaymaklı bir dondurma hayal edin. Herkese cazip gelmeyebilir belki ama benim gibi simitin en yanığını, ekmeğin en kıtırını alma alışkanlığı olan biri için keyifli bir deneyim olduğunu tahnin edersiniz. Anayurdunun Antalya’ya bağlı Korkuteli ilçesi olduğu söyleniyor bu dondurma çeşidinin. Rivayet o ki, bir dondurmacı dondurma yapacağı sütün dibini tutturmuş, ama o kadar sütün ziyan olmasına gönlü razı gelmemiş ve yine de dondurma yapmış o sütten. Yanık sütten yapılan dondurma çabucak tüketilip çok beğenilince Antalya yöresi özel bir lezzet kazanmış olmuş.
Çıkarken dolaptaki gazozlar gözüme takılıyor: Zafer Gazozları. Tuncay bunun Denizli’nin meşhur gazozu olduğunu söylüyor. Ve asıl nimetin mandalinalı Zafer gazozu olduğunu belirtiyor. Ne yazık ki mandalinalı versiyonu yok orada. Sade gazozdan İstanbul’a götürmek üzere bir tane alıp çıkıyorum.
Ertesi gün bir daha yolum düşüyor Yaşar Pastanesi’ne. Aslında çok bilinçli bir geliş değil bu, son Antalya turum sırasında tamamen spontane o sokaktan girip bu sokaktan çıkarken bir anda karşımda bulmuştum pastaneyi. Hazır karşıma çıkmışken, bir şeyler yemeyi ihmal etmiyorum tabi. En orijinal seçenek Gelin Bohçası. Hamur işi, bol cevizli, sanırım biraz da kaymaklı olan bu tatlının üstüne adet olduğu üzere yanık sütten dondurma koydurmayı da ihmal etmiyorum tabi. Özel bir lezzet olduğunu iddia edemeyeceğim ama doyurucu, besleyici, takviye edici olduğu kesin. Bu kez yanına bir de Zafer gazozu söylemeyi atlamıyorum yediklerimi bastırır umuduyla. Bastırmıyor ama olsun. Çocukluğuma dönüyorum en azından. Gözlerimi kapatıyorum ve iki maç arasında Elvan ya da Ankara gazozu içen kısa pantolonlu küçük bir çocuk olduğumu düşlüyorum.
Pastoral ve fotografik: Zefir ve Kar Beyaz
İşi dolayısıyla dünyayı gezen annesinin, Karadeniz yaylalarında yaşayan anneanne ve dedesinin yanına bıraktığı başına buyruk küçük kız Zefir’in hikayesini anlatıyor Belma Baş’ın filmi. Büyükbabasıyla, çoban çocuğuyla, ineğiyle “bunalımlı bir Heidi öyküsü” diye yaftalasak yeri aslında. Ama enerji dolu Heidi öykülerinin aksine Zefir’de zaman Don gibi durgun akıyor. Yayla gibi bu dünyanın dışındaymış izlenimi veren bir yerde doğrusu da bu herhalde. Hele bir de filmin ana kahramanı Zefir’in annesinin yolunu gözleyen bir çocuk olması, zamanın geçmek bilmemesi daha anlaşılır kılıyor bu durumu. Evde beslediği salyongozları belki bunun için sevmekte ve onları bir film gibi izlemekte Zefir. Onların zamanı umursamamasını kıskanmaktadır. Belki de temposuz filmin sıktığı seyirciye gönderme yapmakta, “Bakın benim sizden farkım yok, sıkıverin biraz işte dişinizi” demekte. Annenin gelmesiyle, anne kız arasındaki gerilimin artmasıyla tempo kazanan film Haneke usülü kanı donduran bir sürprizle bitiyor. Önemli bir kadın filmi kanımca Zefir. Modern zamanın esnettiği annelik müessesini ve sorumluluklarını ve elbette “yavruların” bu yeni durum karşısındaki halet-i ruhiyelerini varoluşçu bir yaklaşımla etüd ediyor. Semih Kaplanoğlu sinemasını akla getiriyor.
Selim Güneş’in Sabahattin Ali’nin Ayran öyküsünden ve fotoğraf sevdasından esinlenerek çektiği Kar Beyaz ise Nuri Bilge Ceylan’ı çağrıştırıyor ister istemez.
Geleneksel sinema kalıplarına pek yüz vermeyen Kar Beyaz anlatım şekliyle deneysel sinemanın sınırlarını zorluyor biraz. Estetik kalibresi yüksek bu filmin müzikleri – bu konudaki tartışmaları görmezden gelerek konuşuyorum – tek kelimeyle olağanüstü. Filmin – final hariç – esinlendiği öykünün duygusunu başarılı şekilde seyirciye aktarabildiği için, çok serbest olsa da başarılı bir uyarlama olduğunu düşünüyorum. Ama fotoğrafa fazlaca yaslandığından olsa gerek eksik kalan sinema duygusu kendini en çok finalde belli ediyor.
Gel beni dinle, bunları yemeden dönme!
Ana yemekleri bugünlük bitirdik. Ama öğün aralarında ya da gece öğünü sonrasında acıktınız, o zaman ne yapacaksınız güzel Antalya’da? İşte size gece atıştırmalığı için harika bir adres: Antalyaspor Taraftarlar Büfesi.
Mevlüt Sarı’nın Kara Şimşek’iyle gidiyoruz. Dedeman Otel’in karşısında konuşlanan bu büfe-irisi mekanda envai çeşit abur cubur var. Ama ben İzmir Kumrusu’nu hasetinden çatlatacak, Ayvalık Tostu’nun forsunu söndürecek sıcak sandöviçlerini tek geçiyorum. Şarküteriye doyacaksınız!
İkinci tüyom karın doyurmak değil de, çayın yanında keyfen atıştırmak için… Meşhur 18’in Bağaçaları çarşısının tam merkezinde yer alan küçücük bir dükkan ama içerde yer alan poğaçadan un kurabiyesine, tahinli ekmekten acıbademe envai çeşit yiyeceğin lezzetleri kocaman. Çünkü hepsi özel yapım, el emeği göz nuru. Ama en özeli tarçınlı kurabiyeleri olsa gerek. Bir klişeye imza atıp katkı maddeli reçellerle döneceğinize, İstanbul’da yolunuzu gözleyenlere bu kurabiyelerle sürpriz yapın!
Gelecek (son) kısımda: Tevfik amcanın böreği ve Çakal.