Sokaktan birini çevirip sorsanız kölelik nedir diye size Afrikalılar’dan, Kunta Kinte’den biraz kültürlüyse Amerikan İç Savaşı’ndan ve Abraham Lincoln‘den söz edebilir. Ama hepsi de artık kölelik diye bir şeyin olmadığını söyleyecektir istisnasız. Ve istisnasız hepsi de yanılmış olacaktır.
Ege Görgün (Landlord)
Kölelik biraz şekil değiştirse de hala devam etmektedir günümüzde. Eskiyle bugünün köleliği arasında en temel fark eskiden insanlar istekleri dışında köleleştirilirken, bugün köle olmak için insanların kendilerinin başvuruyor olmaları. Kimisi ailesini geçindirmek için, kimisi de kendilerine vadedilen konforu elde etmek için, ya da elindeki konforun bekaası için imza atıyorlarlar kendilerine köle yapan sözleşmelerin altına. İşin en anlaşılmaz yanı da ailesini geçindirmek için köle olmayı kabul eden kesimin, konfor için kölelik yapandan çok daha az para kazanıyor olması.
Kariyer denen şeyin ne kadar önemli bir şey olduğu lisede kafalarına sokuluyor çocukların. Belki şiirler yazmak istiyor çocuk ama ona hemen şiirlerin para etmediği öğretiliyor. Son model bir araba gösteriliyor televizyondaki reklamda ve yüksek sesle başka bir şey söylenirken kulağına şu fısıldanıyor aslında “Bak, bin tane güzel şiir yazsan da bu arabayı satın alamazsın!”
Çocuk kariyer denen o sahte Anka Kuşu’nu bulmak üzere yolculuğa yelken açıyor lise sıralarından. Epey yol katettikten sonra fark ediyor ayağındaki prangaları. Yine de devam ediyor yola. Çünkü başka bir şey yapmayı bilmiyor, bilse de cesareti yok. Bir süre sonra prangalarını unutuyor. Kölelik nefes alıp vermek kadar doğal geliyor ona. Evleniyor, çocuğu oluyor. Başka türlüsünü bilmediği için çocuğunu da kendisi gibi yetiştiriyor. Kariyer denen peşindeki küçük bir çocuğun masalını anlatıyor çocuğuna. Masalın sonunda çocuk aradığını buluyor. Ama o yine de bunun mutlu son olmadığını biliyor derinlerde bir yerlerde. İyi biliyor. Çünkü masaldaki çocuk kendisi.
Michael Apted fimi Özgürlük Şarkısı (Amazing Grace, 2006) İngiltere’nin köle ticaretine son vermesi için mücadele eden William Wilberforce‘un hikayesini anlatıyor. O zamanların köle ticareti standartlarını öğrenmek insanın yüreği burkuyor. İnsanın insana ettiği bunca kötülük varken kendisine hediye edilecek o pırlanta yüzükle mutlu olabilecek bir kadını insandan sayamıyorum ben. Nereden nasıl çıkarılırsa çıkarılsın o pırlantanın üstünde kan var benim için. O pırıltı Afrikalı bir çoçuğun göz yaşından başka bir şey değil.
Tarihte kişisel hırslarını bir kenara koyup asil amaçlar uğruna sahip olduğu her şeyi tehlikeye atabilen William Wilberforce gibi insanların var olduğunu bilmek güzel. Ama böyle insanları keşke tarih sayfalarından çok, yaşadığımız günlerde görsek. Onlara eskisinden daha çok ihtiyacımız var aslında. Çünkü kölelere artık pamuk tarlalarında değil, fabrikalardan, imalathanelerden gazetelere, yayınevlerine tüm sektörlerde yerde rastlamak mümkün. Hayatta kalabilmek için, konfor kazanabilmek için ya da yalnızca sevdiği bir işi yapabilmek için her türlü olumsuz şarta gögüs geren insancıklar var etrafta. Hiç de sesleri çıkmıyor üstelik.
Ama boş verin ya… Bugün Sevgililer Günü. Neşe doluyor insan. Her üç genç kızımızdan birine bir buket çiçek düşüyor. Bankalar bile bugüne özel kampanyalar yapıyorlar harcama yapın, biraz daha borçlanın diye. Masraf kokusu aldılar mı dönmeye başlarlar zaten ölüm kokusu alan malum kuşlar gibi.
Mekan sahipleri dua ediyor Aziz Valentine’a bu güzel güne vesile olduğu için. (Oysa bu işte Valentine’ın hiç kabahati yok. Ama azizler bile sistemin hizmetindedir gerekirse.) Sevgiler Günü için bir önerim var benim. 14 Şubat’ta tüm sevgililer bir günlüğüne ayrılsınlar. Ne SMS, ne mail, ne telefon… Tamamen birbirlerinden habersiz bir gün geçirsinler. Sevginin ve sevgilinin değeri en çok onu kaybettiğimizde anlaşılır çünkü, birbirimize aldığımız sahte hediyelerle ya da pahalı yemeklerle değil. Bu şekilde Sevgililer Günü, eğer varsa, gerçekten amacına ulaşmış olur ve biz de tüketim sisteminin yoluna kurban olmaktan kurtuluruz. .
Yazdıklarımla bazılarının duygularını incittiysem de…
Üzgünüm, bununla yaşamak zorundasınız… Tıpkı diğer şeylerle yaşadığınız, yaşayabildiğiniz gibi…