Henning Mankell’in dünyaya tanıttığı Müfettiş Wallander serisinin onuncu kitabı Huzursuz Adam bir final niteliği taşıyor.
Ege Görgün (Landlord)
Suç oranının yüksek sayılamayacağı bir ülkenin polisiye ve suç romanları konusunda bu kadar başarılı olması oldukça ilginç. Zaten bu türde yazılan kitaplar sayesinde – tabi kurgu romanlar söz konusu olduğunda – İsveçce dünyanın en çok tercüme edilen 10 dilinden biri. 2006 ve 2010 yılları arasında İsveçli yazarların imzasını taşıyan tam 3300 eser başka dillere tercüme edilmiş.
Rağbet gören İsveç polisiyelerinin böylesine başarılı olma nedenlerinin başında bana göre İsveçli yazarların eserlerine entelektüel ve sosyolojik bir perspektif katması geliyor. Bu perspektif türü zenginleştirmenin yanı sıra edebi yönden de güçlendiriyor. İsveçliler sağolsun, polisiye artık ne “pulp-fiction”, ne de beyaz dizi tarzı bir formül-yazın ürünü.
Modern İsveç polisiyesinin boyut kazanmış ilk eserleri 1965-1975 yılları arasında Maj Sjöwall ve Per Wahlöö’nün beraber yazdıkları Martin Beck kitaplarıydı. Polisiye okuru ilk kez onların eserlerinde yer alan gelişen toplumun hızına yetişemeyen karakterler sayesine o “perspektifi gördüler. Devamında gelen İsveç polisiyeleri de bu konuda öncüllerinin yolundan yürüyeceklerdi.
Sjöwall ve Wahlöö’nün başlattığı gelenek Henning Mankell imzalı Wallender polisiyelerinde kolaylıkla gözlenebilir. İşlenen suçların nedenlerini ve faillerini araştırırken devamlı sorular sormak zorunda kalan Wallander aslında şu soruları sormaktadır: “Bu topluma ne oldu? Bu toplum nereye gidiyor? Bu toplumsal çöküşün sebebi ne?”
İsveç’in en önemli kültür ihraçlarından biri haline gelen, Müfettiş Kurt Wallander’in maceralarını kaleme alan Henning Mankell’den daha azı beklenemezdi zaten. Sol aktivist geleneğinden gelen 1948 doğumlu yazar 2010 yılında İsrail’in Gazze ambargosunu kırmayı amaçlayan 6 gemiden biri olan MSSofia’nın yolcularındandı. İsrail askerleri gemiye çıkarak bu eylemi engellediler ve İsveçli yazarı sınırdışı ettiler.
Mankell yalnızca polisiye yazmıyor. Çocuklara, gençlere yönelik yazdığı kitaplar, tiyatro oyunları, dizi/film senaryoları ve çok sayıda başka roman da var üretmiş olduğu. Tabi hiçbiri Wallander’in şöhretine ulaşabilmiş değil şimdilik.
Kitap sayfalarının yanı sıra televizyonda ve sinemada da boy göstermesi hem Wallander’in hem Mankell’in dünya genelinde tanınmasına ivme kazandırdı. İsveç’te 1994 ve 2007 arasında Wallander’in dokuz kitabından uyarlanan filmler çekildi. Ardından İsveç televizyonları iki farklı dönemde Wallander dizileri çekti. 2005 ve 2006’da çekilen 13 bölümden 12’si Mankell romanlarından bağımsızdı ve bir tanesi sinemalarda da gösterildi. 2008’de yine bir tanesi sinema vizyonuna da çıkacak 13 bölüm daha çekildi. Bu dizilerde Wallander’i Krister Henriksson canlandırmıştı. Ama dünyaya asıl açılma devreye BBC’nin girmesiye gerçekleşti. Wallander’i Kenneth Branagh’ın canlandırdığı, yüksek bütçeyle çekilen film uzunluğundaki bu diziler oyunculuğundan görselliğine, kurgusundan sürükleyiciliğine sinema duygusu ve kalitesi taşıyan dört dörtlük işler oluyordu.
Branagh’ın harika biçimde bedenleştirdiği polis müfettişi Kurt Wallander’i yakından tanıyalım şimdi: Mesleği yüzünden devamlı insanların karanlık yüzünü görmek, onları içine alan – ya da halihazırda onların içinde olan – o abise bakmak zorunda kalmak onun ruhunu zaten örselemekteyken, Wallander bir de sonu gelmek bilmeyen kişisel sorunlarla dolu bir hayatı sürdürmeye çalışmaktadır. Karısı onu terk etmiştir; isyankar, sorunlu, ilgi bekleyen bir kızı vardır; zor bir babaya sahiptir ama Alzheimer onun oğlu olmayı artık daha da zor kılmaktadır. Wallander babasına her baktığında, bir gün onun durumuna düşme ihtimalini görmektedir. Bunlara onun silahından çıkan bir kurşunla ölen bir adam yüzünden çektiği vicdan azabı da eklenince, Wallander’ın içdünyası iyiden iyiye çatırdamaktadır. İçki, sağlıksız beslenme alışkanlıkları, öfke krizleri de ona pek yardım etmemektedir. Bu sıkıntıları aşamamanın yarattığı depresif ruh hali, sosyal becerilerinin çok da gelişmiş olmaması yüzünden mutsuz ve yalnız bir adamdır Wallander. (Ama zaten İsveç’te mutsuz ve yalnız olmak milli spordur.)
Tüm bu olumsuzluklarına rağmen mesleğinde başarılı olmasını sağlayan bir zekası ve sorumluluk duygusu vardır. Sorumluluğu mesleğinden çok adalete ve kurbanlara, daha doğrusu vicdanına karşıdır. Bu yüzden amirleriyle ve prosedürlerle başı hoş değildir.
En büyük tutkusu operadır. Arabasında ünlü opera sanatçılarını dinler, zaman zaman da Kopenhag’a geçip opera gösterilerine gider.
1991’den bu yana 10 Wallander polisiyesi yazan Henning Mankell kahramanıın çektiği acılara bir son verme zamanının geldiğini düşünmüş olacak ki serinin 2009’da çıkan sonuncu kitabının son Wallander macerası olacağını açıklamıştı. Huzursuz Adam (Den orolige mannen) adını taşıyan kitap geçtiğimiz günlerde Altın Kitaplar’dan ülkemizde de çıktı. Husursuz Adam seri için olduğu kadar kahramanı için de bir final niteliği taşıyor. Faceless Killer ile (bizde de 2000’de Ölümün Karanlık Yüzü adıyla yayımlandı) başlayan bu keyifli yolculuğun sonuna gelmiş olmanın, sempatik yönleri fazla olmasa da bir şekilde güvenimizi, sevgimizi, saygımızı kazanan Wallander’den ayrılmanın tüm polisiyeseverler için yürek burkan bir deneyim olacağına şüphe yok.
Polisiye aşığı Sevin Okyay’a sorduk:
İsveç polisiyeleri neden başarılı?“İsveç ile başladı ama aslında şimdi bütün İskandinav polisiyeleri için geçerli. Kendileriyle de psikolojik sorunları olan, namuslu, adalete kendini adamış kahramanları var. Bence iklim içlerini karartıyor biraz. İyi yaratılmış, çok-boyutlu kahramanlar… Sosyal sorunları çeşitli derecelerde ele alıyorlar, suçu kişisel noktada bırakmayıp bunlara bağlıyorlar. Bir de, herkesi bilmem ama bana genelde melankolik, hatta egzotik geliyor. Düşünsene, yirmi dört saat karanlık ya da yirmi dört saat aydınlık. Bambaşka bir zaman yaşıyorlar sanki. Bu farklılık de insanları etkiliyordur belki. Bence yazarları da etkiliyor. Ama bir bölge olarak bunca iyi kitaplar çıkarmaları gene de şaşırtıcı. Bazılarında böyle bir gelenek bile yok…”