Ölmek için henüz genç olduğumuz yıllardan, ölümün kapıya dayandığı günlere kadarki sürenin sandığımızdan çok daha çabuk geçtiği gerçeğini hayat ve ölümü iki uç noktadan ele alarak anlatıyor Sage Femme (The Midwife). Violette ve Séraphine iee adından söz ettiren Martin Provost imzalı film, bir ebe olan orta yaşlı Claire Breton’un (Catherine Frot) insan doğasının bu gerçeğiyle aynı anda mücadele etmesini konu alıyor.
Sağlık sektöründeki özelleştirmelerden nasibini alan ve ayakta durmakta zorlanan Paris’teki bir doğumhanede ebe olarak görev yapıyor Claire. Üniversitede tıp okuyan oğlu Simon (Quentin Dolmaire) ile şehrin dışındaki bir mahallede iş dolu sakin bir hayat yaşayan Claire’in rahatı ise geçmişinden gelen bir telefonla bozuluyor. Sonradan üvey annesi olduğunu öğrendiğimiz, hayatı dolu dolu yaşayan Béatrice Sobolevski (Catherine Deneuve) adlı bu kadının aradan geçen uzun yılların ardından Claire’e ulaşmasın sebebi ise ömrünün son demlerine yaklaşmış olması. Zira beyninde bir tümör bulunan Béatrice’in hayatta kalma şansı yok denecek kadar zor.
Yönetmen Martin Provost Sage Femme’de bizleri aynı adamı seven iki farklı kadınla tanıştırıyor. Bir yanda annesiyle hiçbir zaman geçinememiş olan Claire, diğer yanda ise hayat kelimesinden anladığı hayatın tadını sonuna kadar çıkarmak olan Béatrice. İkisi de aynı adamı seviyor, birinin bir kızın babasına duyduğu sevgi, diğeri ise bir kadının bir erkeğe duyduğu tutku dolu bir aşk. Ve tek ortak noktaları sevgiyle bağlandıkları adamdan iba ret olan bu iki kadının birbirlerinin hayatlarında pişmanlıklarını görmeleri, bugüne dek hep aynı hayat tarzıyla yaşamış olmanın verdiği o hafif eksiklik duygusu.
Sage Femme izleyiciye özünde hem bir anne – kızın hem de iki eski dostun kopmuş bağları onardığı uzun ancak keyifli bir hikayeyi anlatıyor. Temposuyla kimi izleyicinin sabrını zorlayan hikaye gerçek rengini, asıl meselesini ise sonlara doğru belli etmeye başlıyor. Claire ve Béatrice’in bir yanıyla hüz taşıyan, diğer bir yanıyla da hiçbir zaman çok geç olmadığını hatırlattığı filmin final sahnesi ise hem bir veda busesi, hem de bir hayat öpücüğü.