Olivier Assayas‘ın 2016 Cannes En İyi Yönetmen Ödüllü yeni filmi Personal Shopper, orijinal adından daha uygun bir Türkçe çeviri isme sahip: Hayalet Hikayesi. Gerçekten de bir hayalet hikayesi bu, iki anlamda. Yaşayan ölüler ve gerçekten ölenler; yaşamın içinde hayalet gibi süzülüp duran insanlar ve göçüp gidenler hakkında.
Kristen Stewart‘ın canlandırdığı Maureen film boyunca ne yaptığı sorulduğunda “bekliyorum” yanıtını veriyor. Alışveriş asistanlığını yaptığı zengin model patronunun iş vermesini, sevgilisinin ülkeye dönmesini ve ölmüş ikizinin iletişime geçmesini bekliyor. Ya da daha ufak tefek şeyleri; trenin kalkmasını, attığı mesaja cevap gelmesini, izlemeye başladığı ancak dikkatini veremediği videonun bitmesini… Yaptığı tek şey “beklemek” onun tabiriyle. Arafta gibi. Ölmemiş belki ama yaşamıyor da. Aramızda gezen hayaletlerden biri.
Maureen öyle bir kadın ki, birinci sınıf bileti olsa da yolculuğun tadını çıkarma yeteneği yok. Trenin kapısına geldiğinin bile farkında değil, binerken biletini vermeyi unutuyor mesela. Bu sahneyi yoğunluğu ya da dalgınlığıyla açıklayamayız. Nasıl Maureen ilk sahnelerde karşılaştığı hayaletin kaybolduğunu iddia ediyorsa, biz de onun yeryüzünde kaybolduğunu iddia edebiliriz. Yolculuktan önce pahalı bir bekleme salonunda giriyor ancak kafasını kaldırıp açık büfeye bakmıyor bile. Karton bardakta içecek almakla yetiniyor, onu da tam içmiyor. Buzdolabından çıkardığı birayı açıp tezgâhın üstünde unutuyor. Önüne konan kahveyi bırakıp mandalina alıyor eline, soymaya başlıyor, soymayı bile bitirmeden onu da bırakıp gidiyor. Tüketiyor aslında. Maddeye dokunuyor, onu kirletiyor, tekrar ya da başkası tarafından kullanılamaz hale getiriyor ancak faydalanmadan uzaklaşıyor. Maddeler ne ona yarıyor ne başkasına. Hiçbir şeyi umursamayan, “cool” biri gibi davransa da sıradan bir tüketici nihayetinde.
Paris ya da Londra gibi metropollerde kendine ya da başkasına ait parayla lüksün içinde süzülürken sevgilisinin yanına gitmemek için bahaneler bulması da bundan. Az şeye ihtiyaç duyacağı, az şey kullanacağı, az tüketeceği Doğu’ya gitmek istememe sebebi bu. Bir şekilde gitmekten kaçamadığında finalde, ve onu ilk kez çocuk sesi olan bir yerde gördüğümüzde, taşlar yerine oturuyor. Boş yollarda, hayatın tüket beni diye boğazlara dayanmadığı bir coğrafyada Maureen’in kim olduğunu seyirci olarak tüm çıplaklığıyla ilk kez görmeyi başarıyoruz. Şehirli insanlar olarak şehirli hayaletlerin (belki biz de öyleyizdir) aramızda süzülüşüne alışmış olabiliriz ancak kafamızı kaldırıp baktığımızda -filmin finalinde olduğu gibi- duyduklarımızdan ve gördüklerimizden dehşete düşmemiz olası.
Filmin Notu: 8/10
Ufak bir not: Trende geçen ve uzun süresine rağmen iyi kurgulandığından sıkmayan mesajlaşma bölümünde Maureen’in internet kullanan iMessage servisiyle gönderdiği mesajlara gelen cevapların büyük kısmı SMS olarak dönüyor. Programın özelliği olarak eğer internet bağlantısı sağlanamazsa yollanan yazı iMessage yerine SMS olarak yollanıyor. Bu kadar seri yazışılırken gidenlerin internet gelenlerin GSM şebekesiyle iletilmesi bana oldukça ilginç gelen bir “goof” oldu.