Söylenceler kökeni bilinmedik zamanlara uzanan, yazarı ya da yazarları bilinmeyen Kitab-ı Sır‘ın üç ciltten oluştuğunu anlatır. Her üç cildi de okuyan biri insanoğluna yasak olan pek çok bilgiye ulaşabilecektir ki, bu da yalnızca bizim değil, öte dünyaların da kaderini etkileyecek bir güce erişmesi anlamına gelmektedir. Binlerce yıldır Kitab-ı Sır‘ın bekçiliğini üstlenen kadimler bu yüzden üç cildin bir arada bulunmasını tehlikeli addetmişler ve içlerinden seçtikleri üç kardeşlerini her bir cildi dünyanın farklı bir köşesine taşımak üzere görevlendirmişlerdi. Bu metnin o üç cildin bulunmasını hikaye ettiği düşünülmektedir.
Üç adamın ve üç el yazması kitabın öyküsüdür burada anlatılacaklar.
Kaderin o bitip tükenmez garipliklerinden başka bir şey değildi
Bu kitapların bulunması.
İlk kitap,
Gemisi batmış bir denizci tarafından
Uçsuz bucaksız okyanustaki
Küçücük bir adada bulundu.
Zar zor atmıştı zavallı kendini
Bu kifayetsiz kara parçasına.
Gücünü toplayıp da
Silme ağaçla kaplı adayı keşfe çıktığında
Anladı ki o kadar sahipsiz değildi burası.
Önündeki barınak şüphe yok, kul yapısıydı.
Cesaretini toplayıp kulübeye girdiğinde,
Düşündüğünün aksine
Uzun zamandır sahipsiz olduğunu anladı bu adanın.
Öyle fısıldıyordu yataktaki iskelet.
Ardından derme çatma kulübenin içindeki,
Derme çatma eşyaların en iddiasızlarından,
Çok kahır çektiği şüphe götürmez masanın
Üstünde duran deri ciltli kitabı gördü.
Kitabı kapıp orayı hemen terk etti.
Bir daha asla geri dönmedi
O derme çatma kulübeye.
Yedi gün, yedi gece geçirdi o ıssız adada.
Sekizinci gün, (ki artık el yazması kitabı da okuyup bitirmişti)
Tam sonunun o derme çatma kulübede gördüğü
İskelet gibi olacağını düşünmeye başladığında,
Rüzgarı gerisine almış,
Bembeyaz yelkenleriyle denizin üstünde
Martı gibi süzülen gemiyi gördü.
(Zaptedilmez sanılan rüzgarı bile ehlileştirmişti insanoğlu)
Hemen bir ateş yaktı.
Alevlerin boyunu yükseltmek için
Bulduğu her şeyi attı cehennem minyatürünün içine.
Bütün adayı yakarım gerekirse, yeter ki görsünler beni,
Diye geçirdi aklından.
Tam o derme çatma kulübede bulduğu kitabı da atacakken ateşe
Bir top sesi duyuldu kurtarıcı yelkenliden.
Görmüşlerdi denizcinin ateşini,
Kurtulmuştu bizim babası öğretmen denizci.
Bizans eskisi İstanbul’da bulundu ikinci kitap.
Bir eskicinin el arabasında komik bir fiyata alıcı beklerken,
Bit pazarına gitmeyi alışkanlık haline getirmiş
Bir öğrenci eskisi gördü onu.
Sırf fiyatı çok düşük olduğu için aldı kara ciltli kitabı,
Cebindeki para başka bir şey alabilmesine yetmezdi zaten.
Sırf meraktan sordu eskiciye bu kitabı kimden aldığını.
“Ben hep bu semtin sokaklarda dolaşırım,
İstanbul’un en eski sakinleri oturur orada
En çok parayı bu semt kazandırır bana.
Bugün de öyle oldu.
Eski bir sandık aldım Rum bir garıdan.
Bu sandık daha önce senin gibi bir gencinmiş,
Oğlan bu karının kiracısı mı, neymiş.
Günün birinde ortalıktan kaybolmuş,
Onu bir daha ne gören, ne duyan, ne de bir soran olmuş.
Kokana birikmiş kiraya karşılık el koymuş sandığa.
Sıkı pazarlık etti namussuz Rum garısı.
Sandığı sattım, içindekileri sattım
Aha, bu kitap kaldı yalnız geriye,
O da işte senin kısmetine.
Giysiler vardı sandıkta,
Ufak tefek süs eşyaları vardı,
Bir sürü de sahaflık eski püskü kitap,
Ha, bir de bolca fotograf vardı ki
Toptan sattım hepsini
Yaşı elliyi geçmiş ihtiyar bir adama.
Görecektin deli miydi neydi,
Çocuk gibi sevindi fotografları alınca.
Neyse malları bitirdik,
Ben artık koyulayım evimin yoluna.”
Öğrenci arkasından bir süre baktı eskicinin,
Ağır ağır ilerliyordu ekmek teknesinin peşi sıra.
Adam yalnızca cebine giren parayla ilgiliydi,
İşe yaramaz döküntülerden başka bir şey değildi onun için sattıkları.
Farkında bile değildi,
Ne paha biçilmez hazinelerin
Elinden gelip geçtiğinin.
İnsanların anılarını alıp satıyordu bu
Bilmem kaç yüz kilometre ötedeki
Başka insanların yaşadığı
Havasının suyunun bile ayrı gayrı olduğu bir şehirden gelen adam.
Hangimiz farkındayız ki kendimizin.
Bir sır olan kitapların üçüncüsü
(bu gerçekten çok karışık bir öykü)
Bir adam tarafından bulundu.
Ama tahmin edeceğiniz gibi bu adamın kim olduğu da
Bir sır.
Bu adamın bu defteri bulduğu yer ise,
Gelmiş geçmiş sırların en büyüğü.
Bu kitapların sayfalarında
Şiir içinde şiir,
Öykü içinde öykü,
Dünya içinde dünya,
Sır içinde sır vardı.
Her şeyi bilebilseydi insanoğlu
Ne farkı kalırdı Tanrı’dan.