“Before Sunrise korku filmi, katil yeryüzündeki en kötülerden biri olsa ne olurdu” sorusuna cevap veren Théo et Hugo dans le même bateau (Théo ve Hugo aynı gemide) ya da kısa adıyla Paris 05:59, 35. İstanbul Film Festivali’nin iki Geceyarısı Çılgınlığı filminden biri.
Sinema tarihinin en ilginç tanışma sahnelerinden biriyle açılıyor film. Kıyafet kodu ve karanlık odası olan Paris’te bir gay gece kulübündeyiz. Saat sabahın dördü. Konuklar kendinden geçmiş halde sevişiyor ancak Théo’nun gözü Hugo’da. Yirmi dakika boyunca gay pornosu izliyoruz aslında ama bu, romantik bir ilişkinin başlangıcı oluyor.
İki erkek kulüpten çıkıp Paris sokaklarına vuruyor kendini. Ansızın başlayan ve gün ışıyana dek karakterlerin hissettikleri büyülü yakınlaşmayla nefes almadan konuştukları bir aşk filmi göreceğiz sanıyoruz, öyle olmuyor. Théo korunmadığını, Hugo HIV+ olduğunu söylüyor ve endişe başlıyor.
Öncelikle, böyle bir durumla karşı karşıya gelindiğinde ne yapılması gerektiğiyle ilgili ders niteliğinde bilgiler veriyor film. Konuyla ilgili 24 saat çalışan bir acil yardım hattı olduğunu, hastanelerin acil servislerinde şüpheli ilişki yaşayanlara sıra önceliği verildiğini, doktorların o an başlanması gereken ilaçlarla ilgili ne denli bilgili olduğunu hatta haplar hastanın midesine dokunmasın diye hazırlanmış ufak kekler bulundurulduğunu öğreniyoruz. Fransa’dayız.
Karakterler yaşadıkları korkuyu üstlerinden atınca, asıl mücadele başlıyor. Öyle ya, yetkililerin hepsi eğitimli ve hoşgörülü ama ya içimizdeki şeytan? Théo başına gelenden dolayı Hugo’yu mu suçlayacak, yoksa aslında suçlu kendisi mi? HIV+ olduğunu bildiği biriyle sevgili olabilir mi, ya kendisi de çoktan kaptıysa virüsü, peki, Hugo neden bu kadar iyi, HIV+ olduğu için mi, seks kulübünde bir kez seviştiği adama âşık olduğunu iddia etme sebebi ne olabilir ki… Metin çok derin olmasa da izleyiciye birçok soru sordurmayı ve heyaecanı ayakta tutmayı başarıyor.
Acıkınca girdikleri Antalya kebapçısındaki Suriyeli çalışan “savaşla yaşamaya alışmıştık orada, üniversite arkadaşlarımıza bile bu konudan bahsedemiyorduk” derken ya da kendilerinden kaçmak için koşarlarken; hep HIV virüsüne ve AIDS hastalığına gönderme var. Karşılaştıkları yaşlı ve yalnız insanlar üzerinden “HIV+ aşk mümkün ve kolay, yalnız kalacağınız bir yaşlılıksa zor ve hüzünlü” mesajı veriliyor. Evet, mesajlar kör parmağım gözüne ve evet ne sinematografi ne oyunculuk birinci sınıf ama bazen de sinemanın başka işlevleri var işte. Önyargılardan arınabilirsek, kimseyi ötekileştirmezsek, daha mutlu bir dünyada yaşayabiliriz.
Paris 05:59’u mutlaka görün. HIV’in katil olduğu ve iki âşık adamın nereye gideceklerini bilemeden oradan oraya koşturduğu kaç filmle daha karşılaşabilirsiniz ki.