Peter Pan’ın kimliği her zaman bir soru işaretiydi. Kim olduğu bilinse de nerden ve nasıl geldiği, nasıl Peter Pan olduğu hiçbir zaman kesin olarak cevaplanmadı. Yönetmen Joe Wright ve senarist Jason Fuchs “Pan” filmiyle birlikte J. M. Barrie’nin yanıtlamadığı bu soruyu kendilerince cevaplandırarak büyük bir boşluğu doldurmaya çalışıyor.
Annesi tarafından henüz bir bebekken yetimhaneye bırakılan Peter, aradan geçen 12 yılın ardından II. Dünya Savaşı sırasında uçan bir geminin korsanlarınca diğer yetimlerle birlikte kaçırılarak Neverland’e götürülüyor. Peri Tozu çıkarmak için çalıştırılmaya zorlandığı madende, henüz ilk günüde bir anlaşmazlık sonucu hırsız olarak yargılanıyor ve korsanların lideri Kara Sakal’ın gemisinden aşağı atılıyor. Diğerlerinin aksine düşmeyen ve kendisinin de anlamadığı bir şekilde uçmayı başaran Peter, Kara Sakal’ın sonunu öngören kehanetteki “seçilmiş kişi” olarak anılmaya başlıyor. Kaptan Hook’un yardımıyla Kara Sakal’ın elinden kaçmayı başaran Peter, kehaneti gerçekleştirmek üzere korsanlarla savaş halinde olan yerlilerin arasına, Neverwood’a gidiyor ve yaşananların ardından Barrie’nin yarattığı Peter Pan efsanesinin temelleri atılmış oluyor.
“Pan” oldukça dağınık bir senaryoya sahip. Fuchs ve Wright bir taraftan bu hikayeyi uzatmaktan kaçınırken diğer yandan da Peter Pan hikayesine ait olabildiğince fazla öğeyi sıkıştırarak daha kabul edilebilir hale getirmeye çalışmış. Çocukların Neverland’e nasıl geldiğini anlatırken sonraki hikayenin aslında bu çocukların nereye kaybolacağı üzerine hiç düşünmemiş. Ya da denizkızlarını eklerken gerekliliğini sorgulamamış. Peter Pan ve II. Dünya Savaşı eşleştirmesi de oldukça alakasız kaçıyor, zira hikaye yayımlandığında savaş henüz yaşanmamıştı. Kısacası “Pan” kaygıları olan ve bu kaygılarıyla baş edemeyen bir yapım olarak karşımıza çıkıyor. Wright’ın çocukları eğlendirmek ile sinemasal değerleri olan bir eser ortaya koymak arasında kalıp tereddüt yaşadığı belli oluyor.
Filmi izlenir kılan asıl etken, görsellik. Kostümünden makyajına, prodüksiyonundan efektlerine kadar her şeyiyle Neverland’de geçen sahneler izleyiciyi büyülüyor. Sanat departmanı kadrosundaki isimlerin CV’si bile nasıl bir görsel şölenle karşılaşılacağını söylüyordu zaten. Filmin “Karayip Korsanları” serisini andırır havası da buradan geliyor. Korsanlığa dair özellikle de görsel anlamda açık ara en başarılı örnek olan “Karayip Korsanları”ndan ve Kaptan Jack Sparow’dan fazlasıyla etkilenmiş görünüyor “Pan”. Hugh Jackman’ın canlandırdığı Kara Sakal karakteri de Johnny Depp’in Sparow’u kadar olmasa da deli dolu, kaçık ve ne yapacağı belirsiz biri.
Filmin en çarpıcı sahnesi bu etkileşimden doğuyor. Biraz “Karayip Korsanları”nı, biraz da son “Mad Max”i andıran bu sahne, aynı zamanda da Kara Sakal’ın filmde ilk göründüğü an. Krater halini almış bir madende binlerce erkek madenci, havada asılı duran bir korsan filosu ve nereye düştüğünü algılamaya çalışan Peter Pan. Bu sahneye eşlik eden parça ise oldukça manidar bir şekilde Nirvana’nın 1991 yılında çıkan ve dünyayı sarsan “Smells like teen spirit”i. Fakat aslından farklı olarak “Karayip Korsanları: Dünyanın Sonu” filminin girişinde büyük bir koronun tek bir ağızdan söylediği “Hoist the color”ı andırır epik bir niteliğe sahip. Hugh Jackman’ın efsanevi denebilecek girişinde bu parçanın tercih edilmesi kesinlikle tesadüf olmanın ötesinde, bir başarı. Zira Kara Sakal filmde değişim taraftarı olan ve Neverlandlilerce kabul edilmeyen bir oluşumun mimarı, bir isyancı. Gençlik ve haliyle de edebi yaşamın peşinde koşmasının yanında yalnızca genç erkeklerden oluşan bir grup kurmuş olması da bu noktada düşündürücü. Parçanın filmde kullanılan sözlerinin yanına melodiye eşlik eden zincir sesleri de eklendiğinde yaratılmaya çalışılan algı daha ilginç hale geliyor. İsyan, rock, gençlik gibi kavramlar bir anda kötüyle bağdaştırılıyor; sonunda da Kara Sakal Hitler-vari bir kötüye yani sistemi, düzeni olan bir kötüye benzetiliyor.
Dürüst olmak gerekirse “Pan” filmi sırf görselleri ve Hugh Jackman’ın giriş yaptığı sahne için bile izlenir. Evet, senaryosu allak bullak, evet, yer yer sıkıcı ve evet, kimi zaman izleyiciyi tatmin etmeyi başaramıyor ama yine de bu şölen görülmeyi hak ediyor!