“Korkuyorsun.”
Arzu başını çevirerek 25 D’e oturan kadına baktı. Kumral, krem rengi kot pantolon, beyaz kazak giymiş otuz sonlarında hoş bir kadındı. Sesi yumuşak ve sarmalayıcıydı. Söylediği şeyin samimiyet duvarını aştığını farkındaymışçasına anlayışlı, özür dileyen bakışlara sahipti.
“Pardon ne dediniz?”
“Emareleri tespih tanesi gibi kuşku misinasına dizdin.”
“Hangi emareler?” dedi Arzu riyakarca. Kadını terslemek isteyen yanı tırsan yanının kontrolu altındaydı. Ağzından çıkacak kelimeleri filtreden geçiriyordu.
“Bildiğin şeyleri niye bana söyletmek istiyorsun?”
“Hodri meydan.”
Bu ona ait bir sözcük değildi. Bu deyimi hep erkekçe bulmuştu. Kadınlar daha çok hadi bakalım demeyi severlerdi.
“Korkman normal. Sakinleş. Her şey hızla olup bitecek.”
Arzu Akçay ömrü boyunca uçmaktan korkmamıştı. Çocukken uçakla bir yere gidileceğinde gece sevinçten uyku tutmazdı. Havaalanları beklenmedik tehirlere, iç bayıltıcı kontrollere rağmen enerji bulduğu yerlerdi. Bir keresinde Londra’daki bir arkadaşına gideceğinde meydana gelen tehir nedeniyle bütün geceyi havaalanında geçirmeleri gerekmişti. Herkes şikayet eder aflar puflarken Arzu neşeyle fıkralar anlatıp milleti eğlendirmişti. Jetlag denen şey onun kitabında mevcut değildi. Gittiği yerde bir duş aldığında uçak yolculuğunun ve değişik zaman diliminde bulunmanın izlerini üzerinden kir gibi atardı. Bu defa farklıydı yalnız. Korkusu çok derin bir kökten ansızın serpilmiş bir çınar ağacı gölgesi gibiydi. Büyük, yerinden kıpırdatılamaz ve soğuk. Çünkü belirtiler gerçekten vardı.
“Ne demek istiyorsun?”
“Üç mor buldun. İki saat içinde üstelik.”
Arzu hayretle kadına baktı. Dediği doğruydu. Arzu deist yapılı biriydi. Batıl itikatları çok güçlü değildi, ama ömrü boyunca test ettiği için doğruluğundan kuşkulanmadığı bazı işaretler vardı. Bunlar renklerdi. Örneğin sarı akılla mantıkla alınması gerekli karardı. Siyah ve beyaz onun için nötraldı. İyi ya da kötü değildi. Kahverengi kırmızı bir arada olumsuzluktu. Yeşil yoldu, mavi sahip olduğu ve hoşuna giden bir şeyin üzerine ihtimam, özen gösterme gereğiydi. Mor renk ise kökten değişiklikti. Ani bir kararla evden taşınma, erkek arkadaşından tek celsede ayrılma, artık iyi çalışmayan bir şubeyi kapatma kararları hep böyle mor sinyallerin ardından ansızın alınmıştı. Sayısız kereler test ettiği ve varlığından kuşku duymadığı anlamlı bir işaretti.
”Evden çıkarken paspasın üstünde mor bir zarf vardı. Üst kattaki komşunun nişan davetiyesi.”
“Devam et.”
Arzu havaalanına gitmek için çağırdığı taksinin şoförünün mor tişörtlü olduğunu görünce nasıl irkildiğini hatırladı. Havaalanında bavulunu verip uçağa biniş kartını aldıktan sonra kahve içmek için kafeteryaya doğru giderken mor bir elbise, mor ayakkabılar giymiş ve at kuyruğu yapılmış saçlarına mor kordelalar takılmış beş yaşlarında bir kız çocuğu yanına gelerek, “Hava bozulmuş. Uçaklar öksürüyor.” demişti. Arzu’nun gözleri dolmuştu elinde olmadan. Üç acil mor bulmuştu. Ani ve kökten değişiklik yoldaydı.
“Bütün bunlar ne demek oluyor?”
Kadının ela gözleri anlayış ve sevgiyle Arzu’yu süzdü. Ardından yüzü ciddileşti.
“Dinle Arzu. Sen sandığın kimse değilsin. Birazdan esas yüzüne kavuşacaksın.”
Arzu bir kaçığın yanına oturduğunu düşünebilse içi çok rahatlayacaktı, ama yapamıyordu. Kadının bakışlarında hipnotize edici bir şeyler vardı. Sezgileri kadını iyi dinle diyordu.
“Birazdan bu uçak düşecek. Yolcuların tamamı ölecek. Sen ise kabuktan sıyrılacaksın sadece.”
“Düşecek mi?”
Kadın başını çevirip yan sırada üç yolcuya baktı. Kırklarında anne baba ve alnında sivilceler olan on dörtlük bir delikanlı. Yemek sonrası çöken rehavetin yörüngesinde uyuklamaktaydı.
“Biraz alçak sesle lütfen. Benle diğer türlü konuşmayı dene.”
“Diğer türlü mü?”
“İç sesle. Doğru frekanstasın şu anda.”
“Uçak düşecek dedin.”
“Gayret et. Oluyor.”
Arzu düşüncelerini zihniyle ittirirken kadının ciddi olduğunu, uçağın gerçekten düşeceğini iliklerinde hissetti.
“Anlatın ne oluyor?”
“Bu uçak bir saat on beş dakika kadar sonra inişe geçecek. ILS’de, aletli iniş sisteminde belirecek bir arıza nedeniyle piste çakılacak. Herkes ölecek.
Sen hariç. Kabuğundan sıyrılacaksın sadece.”
“Kabuğum?”
Bu beden yani. Kaza meydana gelmeden önce seni çekip alacağım oradan.”
Hava bitmiş. Uçaklar öksürüyor.
Arzu’nun sezgileri anlatılanların hepsi doğru demeye devam ediyordu. Sağduyu diyebileceği yansa bütün bunları deli saçması bulmaktaydı. Korkusunu bu taraf körüklüyordu. Anlatılanlar saçmaysa neden korkuyordu o halde.
“Sadede gelin lütfen.”
Genç kadın dostça gülümsedi. “Peki. Sen Arzu Akçay olarak diğer insanlar gibi birisin. Ama genetiğinde eski kadim bir medeniyete ve o medeniyetin yaratıcılarına ait bilgiler var. Bütün dünyada senin cinsinden yirmi bin kadar kimse olduğunu tahmin etmekteyiz. Son bir yıldır dünya bir foton kuşağının etkisi altında. Yeryüzünde pek farkedilmiyor, ama uzun vadeli etkileri orada da etkin. Örneğin insanlar arasında telepatik bağ birazcık artmış durumda. Neyse, biz şu anda 11 kilometre yüksekteyiz. Hava filtresi incelince bu foton yağmuru uçağın yapıldığı duraluminyum gövdeyi belli bir kıvama getiriyor. Fotoelektriksel manyetik alan oluşuyor. Mu-Bütün çözülme için ideal bir ortam.”
Arzu dev bir tiyatro perdesi gibi olan korkusunun yanlara doğru aralandığını hissediyordu. Mu-Bütün şifre sözcük gibi olmuştu. Kadının sözlerine devam etmesi için sessiz kaldı.
“Bir Mu-Bütün olarak fizik bedene gereksinimimiz yok. Mesela şu anda ben senin iki koltuk yanında oturmuyorum.”
“Neredesin peki?”
Kumral kadın sol elinin işaret parmağıyla şakağına dokunarak gülümsedi. Arzu’nun otomatik olarak uzanan eli ete, kemiğe değmeden kadının içinden geçti.
“Kimsin sen yani?”
“Ben bir düşen uçak memuresiyim. Sen de benim stajyer öğrencimsin. Önce seni kabuğundan sıyırmamız gerekiyor. Beni bir tirbuşon gibi hayal et. Mantar senin anlatılanlara karşı olan direncin. İnanmayan yanın. Şişe de 32 yıllık bedenin. İçindeki sıvı geçmişin. Sıvının dibindeki tortular Mu-Bütün bilincin. Onları etkinleştireceğiz beraberce.”
“Nedir bu Mu-Bütün?”
“Bundan on binlerce yıl önce yeryüzünde büyük medeniyet kurmuş türün astral kalıntılarıyız. Mısır ve daha bir sürü piramitin esas yapıcıları, çemberi 360 dereceye bölenler ve gökbilimi geliştirenler. Bilinci bedenden azade kılanlar. Astral bedenlerle uzayın dört bir yanına yayılan atalarımız. Bedeni astrallaşmayanlar diğer ırklarla karışıp melezleştiler. Senin gibi bazıları benzerleriyle çift kurarak esas genetik malzemeyi korudu. Benim görevim son yıllarda artan foton yağmurundan yararlanarak hemcinslerimi etkinleştirmek. Tabii rıza çok önemli.”
Arzu rızamın uçağa binmeden önce sorulması gerekmez mi diyecekken durakladı. Kalbinde istek gürlüyordu. İstiyordu. Hem de deli gibi istiyordu. Rüyaları, günlük hayatı sanal gibi gören hayalciliği ve tabii ki, üç mor birlikteliği bunun işaretiydi. Ömrü boyunca beklediği bir şeydi. Şimdi bütün bunların bir düş olduğunu keşfetmekten korkar durumdaydı. Bilinen dünya yaşamı içinde taşıdığı kapasite için yetersizdi. Kötürümleştiriciydi. Hımbıllaştırıcıydı. Rızası doğuştan verilmişti. İşkadını yanı pratik tarafa eğiliverdi.
“Bunun için uçağın düşmesi mi gerekiyor?”
“En hassas noktaya değindin. Seni bedeninden sıyırmak için bu yüksekliğe ihtiyaç var. Uçak düşmese bedenini kalp krizi, beyin kanaması cinsi bir nedenle iptal etmemiz gerekecekti. Eskisi sonlanmadan yeni hayata geçilemiyor. Çünkü bilincine tümüyle sahip kalacaksın. Binlerce kişiye bu yöntemi uygulasak hemen gizli servislerin dikkatini çekerdi. Bu seçilmiş bedenleri kılı kırk yararak araştırırlarsa Mu-Bütün’ü keşfetmeleri uzun sürmez. Uçak düşünce yanan parçalanan bedenlere sıradan otopsi yapılıyor. Hepsine de değil ayrıca. Bu nedenle düşecek uçakları durugörü yetimizle önceden tespit edip hemcinslerimizin bunlarla yolculuk yapmasını sağlıyoruz. Düşen uçak memuresinin görevi budur. Bu uçağa binmeni ben sağladım. New York’a gitmek için başka bir firmayı kullanacaktın. Sana internet aracılığıyla promosyonlu bilet reklamı yolladım. Bu indirimli bilet gerçekti. İki yüz on dört dolar daha ucuza gitmek cazip bir şeydi. Hem de daha itibarlı bir firmayla. Üzerine atladın hemen.”
Reklamı bilgisayar ekranımda gördüğü günü hatırlayarak içini çekti. Daha 32 yaşındaydı. Bekardı. Ne çoluğu vardı, ne de çocuğu. Annesi sekiz yaşındayken ölmüştü. Babasını tanımıyordu. Doğumdan önce sıvıştı gitti hergele derdi teyzesinin kocası. Teyze yanında büyümüş zeki, ama çekingen kadındı. Birkaç sevgilisi olmuştu. Sonuncuyla sekiz yıl beraber yaşamışlardı. Sonra adam bir bahaneyle arazi olmuştu. Teyzeden kalan bir manifatura mağazası vardı. Son yıllarda bu tür dükkânlar eski kârlılıklarını yitirmişti. Neyse ki, kenarda köşede birikmiş parası vardı. Kendi evinde oturuyordu. Geleceğe karamsar bakmazdı bu nedenle. Şimdi o gelecek burada iptal edilecek ve şişmanlamasın, hamlamasın diye bayağı gayret ettiği bu beden yanıp parçalanacaktı.
“Ne olcak şimdi yani?”
“Çıkış noktanı bulacaksın. Senin bilincine bir düşle girdim. Ucuz bileti mutlaka alman için içeriden de biraz ittirilmen gerekmekteydi. Ayrıca o sıralarda tek başına New york’a gitme fikri ilk cazibesini de yitirmeye başlamıştı. New york’da geçen birkaç hayal şırıngalamam gerekti. Yakışıklı bir erkekle tanışıyordun havaalanında. Sonra aynı otelde kaldığınızı keşfediyordunuz. Bu sahneleri iki kez değiştirdim. İlkinde son erkek arkadaşını model almıştım. Ondan soğumuştun. İşe yaramadı. Sonra çok beğendiğin film aktörü olan Jude Law ile ilk sevgilini hibritledim. Bu tuttu. New york yolculuğu için hevesin arttı. Ucuz bilet reklamıyla da bu sonuca ulaştık.”
Bileti almaya karar veriş sürecimi hatırlayınca kadına hak verdim. Nerdeyse vazgeçmiştim. Birkaç rüya ve ucuz bir bilet niyetimi ateşlemişti yeniden.
“Nasıl bulucam o giriş yerini?”
“Hatırla. Yeşil çimenlik bir yerde yürüyordun. Yazdı. Gökyüzü masvaviydi. Birden sol ayağın bir şeye bastı.”
Arzu kadının sözünü ettiği rüyayı hemen hatırlamıştı. Huzur vaadeden kırlarda yürürken yerde, toprağın üstünde duran bir kapı görmüştü. Eğilip kapının kolunu çevirince bulunduğu yere doksan derece açı yapan, ama kuyu gibi görünmeyen eşyasız bir holle karşılaşmıştı. Kapısı gökyüzüne çevrik bir evin girişi gibiydi.
“Evet. Bir kapı vardı. Ardında da bir hol.”
Kadın gülümsedi. “Buldun. Burası sana giriş yaptığım yer. Kapıyı ben geleyim diye açtın. Şimdi o boş holü düşün.”
Arzu boş holü düşünürken kendini orada buluverdi.
“Buldun.”
“Şimdi ne olacak?”
“Oldu bile. Bak.”
Arzu sol taraftaki üç koltukluk sırada cam kenarında tek başına oturan genç kadına baktı. Ellerini karnında kavuşturmuş, gözleri kapalı uyukluyor gibiydi. Kendini uzaktan seyretmek garip bir histi.
“Uyuyor mu?”
“Derin bir uykuda. Mu-Bütün çıkarımı için bu şart. Uçak yere çakıldığında bu halde olacak. Her şey saniyeler içinde olup bitecek merak etme.”
Arzu iki sıra önde bebeğini göğsüne yatırmış kadına, onun yanında kucağında beyaz bir oyuncak tavşan oturan üç yaşlarındaki cimcime kıza baktı. İçinde derin bir acıma duygusu belirmişti. Yarısı uyuklayan iki yüz küsur kişi biraz sonra yanıp parçalanacaktı. Kendisini New york’ta kimsenin karşılamaya gelmeyeceğine sevindi. İyice yaşlı bir teyze, onun daha da yaşlı ve sağır kocası, kendisini hâlâ sevdiğini söyleyen eski, uyuz sevgilisi, üç beş hafif çekimli arkadaş. Bu dünyayla hissiyat bağı bundan ibaretti. Ama diğerleri…
“Uçakların önceden düşeceğini biliyoruz demiştin. Bunca insanın ölüme gitmelerine izin verilmesi normal mi?”
“Vicdanının sesi haklı, ama bazi fizik zorunluluklar var. Bir uçağın hangi nedenden saat kaçta düşeceğini otoritelere birkaç kez bildirsek yakayı ele veririz. Bizim varlığımızdan kuşkulanıyorlar üstelik. Bunun normal üstü bir durum olduğunu hemen anlarlar. O zaman atom bombaları, yapay virüsler, dünya savaşları, GDO’lu yiyecek bombaları yapanların eline yeni bir silah veririz. Mu-Bütün molekül yapısını silaha çevirip birbirlerine karşı kullanırlar. Bu birinci risk. İkincisi de kaderde, yani karmaşık matematik denklemler birliğinde değişiklikler yaparsak bir an gelir geleceğe bakamaz hale geliriz. Daha önce tarihimizde böyle periyotlar yaşanmış. Kamaşma, körleşme yılları deniyor. Onlarca yıl sürdüğü olmuş. Elimizden fazla bir şey gelmiyor gördüğün gibi.
“Sen de benim gibi bir uçak kazasında mı şey oldun?”
“Evet. On bir ay önce. O havada infilak eden Arjantin uçağındaydım. Birden Buanes Aires’i görmek arzusuyla yanmaya başlamıştım. Bekardım senin gibi. Çoluksuz çocuksuz. 43 yaşında sıyrıldım bedenimdem. Mu-Bütün genleri taşıyanlar çok çocuklu aileler kurmuyor. Yalnız yaşayan içine kapanık kimseler oluyor genellikle. Hayal güçleri güçlü, genelde yüksek tahsilli, kendi işini kuran, politikaya falan bulaşmayan, zeki, duyarlı ve kenarda durmayı yeğleyen tipleriz.”
“O zaman bu foton yağmurundan önce de vardılar.”
“Her zaman vardık şekerim. Sayımız yüz bini geçiyor şu anda. Son buzulçağı ertesinde üç yüz binden fazlaymışız, ama zamanla göçenler olmuş. Ay’a, Mars’a ve daha ötelere.”
Arzu sessiz kaldı. Bakışları yine o beyaz tavşanlı kıza takılmıştı.
“Sana küçük ve telafi kabilinden bir sürprizim olacak.” Dedi türdaşı. “Birazdan. Haydi şimdi çıkalım buradan.”
Arzu’nun 32 yıllık kalıbına sarılarak vedalaşmak isteyen hüzünlü yanı uçağın dışına çıkınca hızla yokolup gitti. Uçak önlerinde yoluna devam ederken binlerce kilometre yüksekten dünyayı görmenin büyüsüne kapıldı. Etrafına bakınırken alacalı renklerde dev su damlası gibi şeffaf ve devingen cisimleri farketti. Yirmi otuz adet falandı.
“Bunlar da ne?”
“Hemcinslerimiz. O ön sıradaki kadın, bebeği ve kızı da dahil bu uçuşta tam 27 adet şişe mantarı açıldı. Düşecek uçak bulmak kolay değil. Foton yağmuru ise daha bir buçuk yıl sürecek ve sonra gücü azalacak. Kaç canımızı kurtarsak kârdır. On iki gün sonra bir başka uçak düşecek. Boeing 747. Dört yüz elli bir yolcusuyla Hint okyanusuna gömülecek. Bu uçak için çok sıkı bir çalışma içindeyiz. Yüzü geçmeyi hedefliyoruz. Senin ilk işin de orada olacak. Beraberiz.”
Arzu’nun aklına bazı kimselerin çok canı gönülden ben kendimi buraya ait hissetmiyorum demeleri geldi. Kendi de bunu sıkça düşünür, ama pek dışa vurmazdı. Dünyalıydı ve orijin olarak başka bir türe aitti. Bu donanımın içinde farklı aidiyet duyguları uyandırması normaldi.
Birden içinde diğer türdaşlarıyla tanışma arzusu belirdi. Alacalı renklerdeki Mu-Bütün’lere baktı ve “Bir evimiz olacak mı?” dedi.
“Bak aşağıya. Her yer evin artık.”
Genç kadın mavi gökyüzüne, Batı yönünde yaklaşan karanlığa, kirli kahverengi karalara bakarken bilinci yeni merhalelere ulaştı. Fizikten anlamazdı, ama şu anda dışarısının çok soğuk olması gerektiğini biliyordu. Sürekli ayaklarım nerede, başım ne yana çevrik diye düşünmekten hızla vazgeçti. Soğuktan donup kaskatı kesilecek kasları, oksijen yetersizlğiyle kıvranacak akciğerleri, yerçekiminden etkilenecek kadar büyük bir kütlesi yoktu artık. Yeni halini kabullenmişti bile. Bunları hissetmemek, ama eski bilincine tümüyle sahip olmak harika bir duyguydu. İlkokuldaki numarasını bile hatırlıyordu. Yeni durumuna uyarlanış hızı muazzamdı.
Sabık işkadını Arzu Akçay hanım çiçeği burnunda bir Düşen Uçak Memuresi’ydi artık.