Daima sahnede gerçek yaşantısını oynayacaktı. Yunan mitolojisine benzetilen yaşantısını skandallar yüzünden herkes tüm detaylarıyla öğrenecekti. O, yaşadığı dönemin efsanesi olmayı başaran operet Maria Callas’tı. Başarıları, skandallarla dolu hayatı yalnız yaşadığı evinde kederden son bulacaktı.
Cem Kor
Ölümünün üzerinden otuz altı yıl geçmesine rağmen dünyada opera denilince ilk akla gelen isimdir Maria Callas. Sadece yeteneği, eşsiz performansı, sesi ile değil skandallarıyla da güdeme gelmiş bir divadır.
Gerçek adı Maria Kalogeropuolos olan Maria Callas; Yunan asıllı Amerikalı bir ailenin kızı olarak 1923 yılında Amerika’da dünyaya geliyor. Maria 9 yaşında ilk piyano dersleri alarak başladı sanat yaşantısına. 1937 de eşinden boşanan annesi ve ablası ile birlikte ana vatanları olan Yunanistan’a dönüyor. Annesiyle arası hep kötüdür Maria’nın. Bütün ilgisini ve eğitim harcamalarını ablasına yönlendirirken yalnız ve sorunlu bir çocukluk dönemi geçiriyor. Çocukluk anıları, annesinin ruhunda açtığı derin yaralarla doludur. Büyüdükten sonra da verdiği ilk kararlardan birisi de annesiyle görüşmeyi kesmek oluyor.
Yunanistan’a göçün ardından Atina konservatuvarında o dönemin ünlü eğitmenlerinden soprano Elvira de Hidalgo‘nun öğrencisi olarak opera eğitimi almaya başlıyor. İlk kez 15 yaşındayken solist olarak opera sahnesine çıkan Callas’ın seslendirdiği ilk rol; Pietro Mascagni’nin Cavalleria Rusticana operasındaki Santuzza rolü oluyor. Fotoğraflarında son derece zarif ve hoş bir hanım olarak gördüğümüz Callas, ilk gençlik yıllarında son derece kilolu bir soprano. Sonradan fazla kilolarından kurtulmak için sıkı bir diyete girerek yaklaşık 60 kilo veriyor ve herkesin hayranlıkla baktığı incecik bir hanım oluveriyor.
Sahneye ilk kez on beş yaşında, Cavalleria Rusticana‘da köylü kızı Santuzza rolü ile çıktı. O dönem Atina’da ulusal konservatuara 16 yaşından küçükleri almadıkları halde Maria Callas girmeyi başardı. Çok genç yaşta okul konserleriyle başladı sahne yaşamına. İnatçı kişiliği daha o yaşlarda kendisini gösteriyordu. Okula başladığının üçüncü yılında ilk ödülünü aldı. 1940 yılında bir tiyatro gurubunda Shakespare‘in Tüccar oyununun şarkılarını söyledi. 1941 yılına gelindiğinde artık profesyonel olarak çalışmalarını sürdürmeye başlamıştı bile. Ne var ki o yıllarda bitmez tükenmez savaşların bir şahidi de Callas olacaktı. 1944 yılında Alman işgalcileri Yunanistan’daki etkilerini yitirecek, yerine ise İngilizler gelmeye başlayacaktı. Callas ise ‘dünya savaşları bir yana benim savaşım bir yana’ dercesine kendi yaşam mücadelesini sürdürmeyi tercih edecekti.
Maria Callas aldığı kararla Amerika’ya dönerek babasını aramaya başladı. Babasını bulduktan sonra tekrar Callas ismini alarak Metropolitan operasına girdi. Başarısı, insanların ilgisini gittikçe daha fazla çekiyordu. Özellikle medyanın ilgisi onu sürekli olarak manşetten düşmeyen kadın konumuna getirdi. Aynı yıllarda İtalya’ya giderek uzun bir süre sahne aldı. Müzik yorumcuları ve onu yakından tanıyanlar, Callas‘ın asıl kimliğini bu yıllarda bulduğunu söyleyecekti.
Magazin basını için çok yakından takip edilen, hayatı didik didik edilen bir -celebrity- olmuştu her zaman. Çok titiz ve mükemmeliyetçi olmasının etkisiyle, huysuz ve kaprisli diva olarak nam saldı. Maria Callas‘ın sesi izleyenleri derinden sarsıyor giderek daha fazla ilgi odağı oluyordu. Çarpıcı güzelliği ve yaşantısı ise medyanın daima kurcaladığı konulardı. Gazete manşetleri sanattaki yaratıcılığını sesini yere göğe sığdıramazken, bir yandan da yaşantısındaki konuları sürekli kurcalayarak skandal konular yaratmayı biliyordu. Gerçi Callas‘ın kişiliğindeki ‘başına buyruk’ yönler buna da malzeme olmuyor değildi. Bir keresinde İtalya Cumhurbaşkanı’nın şerefine düzenlenen operanın öncesi rahatsız olduğunu söylemiş, ancak sahneye çıkmak zorunda bırakılmıştı. Ancak Callas, bildiğini okumaya devam ederek operanın ortasında ses çıkarmadan sahneyi terk edince günlerce konuşulmuştu. Onun sanatta yükselişine hiç kimse engel olamıyordu.
1952 yılında Emi şirketiyle ilk plak antlaşması yaptı. Bir dönem Londra’da plaklar çıkardıktan sonra 54 yılında tekrar Amerika’ya döndü ve Lu Çino Fiskonti ile çalışmaya başladı. 1969’da ünlü soprano, Medea adlı filmin çekimi için Türkiye’ye geldi, Pera Palas’ta kalan ünlüler arasındadır.
Artık hem zenginliğin hem de şöhretin zirvesindeydi Callas. Ne var ki madalyonun öteki yüzünde zorlu bir yaşamı da sürdürmek zorundaydı. Belki de bu ‘zor’ olandı onu böylesine sanata bağlayan ve sesiyle insanları saran yönü. Callas günün birinde dönemin en yakışıklı ve zengin erkeği olarak tanınan Aristoteles Onasis ile tanıştı. Bundan sonra aşkları giderek efsane olacak ve Maria’nın yaşamında önemli yer bulacaktı. Onasis için 1959 yılında kocası Meneghini‘den ayrıldı. Onasis ile evlenmeyi düşünüp daha mutlu yaşayacağına inanıyordu. Ne var ki böyle olamayacaktı, fakat daima sevecekti…
Maria’nın; Duamo’da mum yakmak, Cova’da kahve içmek ve Montenapoleone’de gezmek gibi ayinsel takıntıları oluşmuştu. Sürekli yeni anlaşmalar yapıyor ve hiç durmaksızın çalışıyordu. Onuruna davetler veriliyor, yemekler düzenleniyor ve yüceltiliyordu. Bu davetlerde kendisiyle tanışmak istendiği söylenen Onassis için; “Onassis mi? Onun çok bayağı bir adam olduğunu düşünüyorum. Zenginliğini görgüsüzce gözler önüne seriyor” demişti. Fakat Onassis ile tanışmasının ardından, onun müthiş özgüvenine, kibarlığına, güzel ve bulaşıcı gülümsemesinin albenisine kapılmıştı. Bundan sonraki süreçte Onassis’in karısı bu aşkın doğuşunu iğrenme ve giderek artan bir öfkeyle izlemişti. Callas, bir süre sonra Meneghini ile ayrıldı.
Christina yatında Onassis ile aşklarını yaşarken Callas hamile kalmıştı. Bebeği olacağını öğrendiğinde, Aristotelis Onassis‘e bu müjdeli haberi vermek için sabırsızlanıyordu. Bebeğin ismini bile düşünmüştü, Omero; Yunan denizlerinin babası, şairi, ozanı Homeros gibi. Ancak, Onassis’in bebeğe tepkisi çok sert olmuş, Callas’ın günlerce ağlamasına ve bebeği kaybetmesine neden olmuştu. Ve Callas, Onassis’in ‘skandal olmamalı’ sözüyle ölü bebeğini Bruzzano Mezarlığı’nda sahte bir isimle toprağa vermişti. (Bebeğe elleriyle kıyafetlerini giydirip fotoğrafını çektikten sonra, tıpkı yıllar önce Litsa’nın minik Vassilis’inin fotoğrafını çektiği gibi…) Callas, aşık olduğundan beri müziği geri plana itmiş, yalnızca aşkını diri tutabilmenin derdine düşmüştü. Aşkın zalim dünyasına kendini teslim etmiş, sadece güç ve iktidar peşinde olan Aristotelis için her şeyini feda etmişti.
Sanat onun varlık nedeniydi. Ama sanatsal yönüne güç veren de aşk değil miydi? Aşk ve sanat vazgeçilmez bir bütündü. Ortada bir tercih sorunu vardı. Ve ağır gelen taraf bu sefer aşktı. Callas operayı, bırakacak kadar seviyordu Onasis’i. Yaşamı ilginç bir dönemece girmişti. Ne yazık ki bu onda bir daha iyileşemeyen bir iz bıraktı. Onasis onunla evlenme yerine suikast sonucu öldürülen George Kennedy‘nin eski eşi olan Jakline Kennedy ile evlendi. Maria’nın, içinden kopan güçlü ses, hüzünlü bir çığlığa dönerek onun yalnızlığına ağlıyordu. Onasis’in evliliğini asla kabullenmedi. Dışta güçlü bir kadınken içte de yaralı kaldı. Aşk vazgeçilmez bir olgu. Ne var ki sonu hiç bir zaman belli değildi.
Bir kadına en sadık aşık sanattı. Yaşamı bunu bir kez daha kanıtlamıştı. Maria Callas iki yıl sonra yani 1962’de tekrar konserler vermeye başladı. Sanat yeteneği hala çok büyüleyiciydi. Zaten iki yıllık ayrılık onu unutturmamıştı. Callas yaşadığı dönemin efsanesi olmuştu. Onun dönemini yaşamayanlar bile onun sesini dinleyince büyüleniyordu. Onun diğer insanlardan farklı duygusal ve duygusallığını asla gizlemeden açıkça yaşıyor olmasıydı. İş sanat olunca kriterleri daima yüksek oldu. Öyle ki bu yönü bazen kendisine olan güvenini bile etkiliyordu.
1974 yılına gelindiğinde Japonya’da son resmi konserini verdi. Bir sonraki yıl alacağı Onasis’in ölüm haberi onu asla bir daha sahnelere döndüremeyecekti. Aşk bir kez daha üstün gelecekti. Ne yazık ki mitolojik son yaklaşıyordu. 1975 yılında Onasis bir dalak operasyonu sırasında ölmüştü.
Efsane operet için aşk ancak ölümle son bulabilmişti. Onun için oyun asıl şimdi son bulmuştu. Callas, Onasis’in ölümüyle dünyaya küstü ve Paris’e yerleşerek yalnız yaşamaya başladı. Maria Callas geride değeri ölçülemeyecek olan bir miras bırakmıştı. Çıkan bir yazıda ‘dişi aslan’ olarak tabir edildi Maria, alkışlar, skandal olaylar, yarı gerçeklerle suçlamalar… Kimisine göre histerik, duygusal ve para meraklısı, kimine göre ise büyük diva olarak tanımlandı. Sıra oyuna nokta koyup sahneden çekilmeye gelmişti. Yunan efsanesi son bulmuştu artık. Geride sadece aşkı ve büyülü sesi kalmıştı. Callas 16 Eylül 1977 yılında kendi apartmanında yalnız başına yaşama veda ederek sahneden ayrıldı.
Maria Callas‘ın sesi üzerinden yıllar geçen ölümünden sonra bile hala konuşulmakta. Sesi birçok sanatsever tarafından farklı enstrümanların sesine benzetilir. Kimilerine göre sesinin çirkin bulunmasına rağmen, birçok eleştirmen onun sesini bir anda değiştirip başka bir şekle sokabilme konusundaki üstün yeteneği, koloratur sopranoluğu ve başarılı bel canto tekniği konusunda hemfikir. Ses rengi de bir tartışma olan Callas, kariyeri boyunca gerek soprano gerekse mezzo-soprano rollerini başarı ile icra etti. Eğitim hayatının başında kontralto, kariyerinin ilk yıllarında doğal bir mezzo-soprano olan Callas daha sonra Madam Butterfly, Rigoletto gibi operaların spinto veya dramatik soprano rollerini de üstlendi.