Ters Ninja Yönetim Katından Duyuru:
Numan Serteli ile alakalı çok fazla sayıda soru aldığımız ve konuyla ilgili dönüşleri yapmakla mükellef departman sekreterimiz bu mail yoğunluğunun çok fazla iş yükü ve strese yol açtığı gerekçesiyle istifa ettiği için buradan topluca yanıt vermeyi daha uygun gördük.
1. Hayır, Numan Serteli’nin Eskişehirnamesi ne zaman sona erecek bilmiyoruz.
2. Evet. Yazıların uzun olduğu konusunu gündeme getirdik. Bunlar zaten yazıların kendisi ve bizim tarafımızdan kısaltılmış versiyonları. Yazıların orjinal versiyonlarını kitap dosyası olarak yayınevlerine gönderdik.
3. Hayır. Numan Serteli’nin yaşı, medeni hali, kaç dil bildiği, hangi yemeği sevdiği, burcu, sabahları jogging yaptığı yer, akşam yemeklerini yediği restoran, takıldığı bardı, cafeydi ya da bir kadında tercih ettiği özellikler gibisinden kişisel bilgileri sizinle paylaşamayız. Dolayısıyla cep telefonunu da veremeyeceğimizi tahmin edersiniz.
4. Numan bey bize ayrıca, üçüncü kişilerin kendisinin ismini kullanarak açtığı Twitter hesabı ve 900NumanKoşGel hattıyla ilgisi olmadığını; bu kişilerle ilgili hukuki işlemleri avukatı aracılığıyla başlatacağını iletti.
Numan Serteli
Uzun metraj filmlerinin hepsini görmeme rağmen yeterince ilgilenmediğim; ama beynimde yer eden isminin yanına ‘çok farklı’ çentiğini atarak, ilerde kendisiyle daha yakından meşgul olmayı düşündüğüm bir yönetmenle, yani Onur Ünlü‘yle tanışmış olmaktı benim için Eskişehir sürprizi..
Bencileyin asosyal bir adamın hem de Ünlü gibi ünlü biriyle tanışması, hak vereceğiniz üzre hiç de kolay değildir.. İlk günün gecesinde bir barın sandalyeleri tepesinde başlayan bu tanışmayı kolaylaştıran alkol hazretlerine ne kadar teşekkür etsem azdır valla..
O gece başlayan samimiyetin -bazı tecrübelerime de dayanarak- ayılmanın etkisiyle ertesi güne kalacağını pek ummuyordum; oysa durum hiç de olumsuz gelişmediği gibi, üçüncü ve son günün gecesinde iyice perçinlenen muhabbetimizin devamı -İstanbul’a döndükten sonra- sanal ortama bile dal budak saldı..
Bu arada Onur Ünlü’nün iş ortağı ve kankası A.Taner Elhan‘la da tanıştım.. Ünlü’nün senaryosunu yazdığı, Elhan’ın yönettiği ‘Acı Aşk‘ hakkındaki yazımda yaptığım, gayet ‘yumuşak’ ve ‘insaflı’ eleştiri aklıma geldiğinde, özellikle Taner Elhan’ın gözüne görünmemeyi tercih ettiysem de, bu gerçekten ‘mütevazı ve güzel’ iki adamdan, özüme yönelik sadece sıcak bir samimiyetle karşılaştım.. Beklediğim olumsuz davranışın ise, zerresine dahi maruz kalmadım (Hal böyle olunca, inceden bi vicdan azabı duymamam pek de mümkün değil ha.. Ne dersiniz?)..
İlk bakışta, geniş yüzünü çevreleyen darmadağın saçlarıyla, kocaman bıyığı ve sakalıyla ve kendinden geçercesine -heyecanlı değil- helecanlı konuşmasıyla esrik, genç bir Can Yücel numunesi gibi göründü gözüme Onur Ünlü..
Landlord’un hemşerisiymiş meğer Kocaeli’nden.. Körfez’in yeşil-siyah kanı akıyor aynen damarlarında.. Tersninja’yı çok iyi biliyor ve takip ediyor, hatta benim kıytırık mümkünmertebe’yi bile okurmuş..
“Bu herifler acayip kafa, bunlarla çok sıkı kanka olunur aslında” diye düşünürmüş hakkımızda.. Anladığım kadarıyla, zaten gözüne kestirmiş trende beni.. Kolayca tanışıp kaynaşmanın asıl sebebi de bu olmalı zahir..
Çay bardağında rakı içmek bir nevi halk klasiğidir, bilirim.. Lakin, her rakı ve su karışımının peşinden çay yudumlamayı ise onda gördüm; gelecekte çekeceği tüm filmlerinin senaryolarını -hem de daha yeni tanıştığı bir adama, hem de en küçük ayrıntısına kadar- bitmek bilmeyen olağanüstü bir enerjiyle hareketlenen beden dili desteğiyle anlatan insan-yönetmeni de onla tanıdım..
Kesinlikle ses kaydı yapmadan ve not almadan, iki arkadaş gibi başlayıp devam eden sohbetten, alkol oranı yüksek bir beyne bağlı aklımda kaldığı kadarıyla ve yazılmaması gerekenleri de atlayarak, ‘muhtemel’ filmlerini falan sıralamak için -sonradan- müsaade istedim kendisinden..
“Yahu müsaade ne demek! Ne konuştuysak hepsi senindir. Hatta istediğin kadar ekleyip, çıkarıp, benim hakkımda uydurma beyanlarda bile bulunabilirsin. Sen ne söylüyorsan doğrudur!” diyen böylesi bi adamı sevip saymamak ne mümkün!
İşte onun kaleminden, geleceğin üç Onur Ünlü filmi hikayesinin özetinin özü:
“Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi. 65 yaşlarındaki bir emekli anayasa profesörü amcanın, işlediği bir suç sonrasında -ki bunu saklı tutmamız gerek- bütün ailesinin savruluşunun hikayesi. Bir kara komedi.
Diğeri ise Sen Aydınlatırsın Geceyi…
Bu da karakterlerin tamamının süper kahraman olduğu bir çeşit aşk hikayesi. Karısını çok seven bir adamın hikayesi. Duvarların içinden geçebilen bir yan hakem; nesneleri oynatabilen bir kadın; zamanı durduran bir kız; bir dev; bir görünmez imam ve benzeri karakterler var bu hikayede. Adam karısını çok sevmektedir. Karısı onu aldatır; olaylar gelişir…
Fakat galiba, bu ikisinden önce ‘Bankası’ adlı filmi çekmem gerekecek. O da bir Romeo Juliet üst-metni aslında. İki amatör futbol takımı arasında geçen bir hikaye. Bu takımlardan bir tanesi de sürekli olarak bir bankayı soymaya çalışıyor…
Dediğim gibi, galiba bu üçüncü film üzerinde yoğunlaşılacak. Fakat diğer iki filmi de iki sene içinde çekeriz inşaallah..”
Ah Muhsin Ünlü.. Ahh!.
Tıpkı A. Taner Elhan gibi -bir Anadolu Üniversitesi mezunu olarak- Eskişehir’de özellikle büyük ilgi gördüğüne tanık olduğum Onur Ünlü’nün -bencileyin cahil biri için- bir hikaye ya da romandan farkı olmayan senaryoyu hiç iplememesine, ondan, “Hiç bir anlam ifade etmeyen, değersiz bir yazı parçası” olarak bahsetmesine şaşırmıştım belki ama; ağzından -özet haliyle- çıkan: “Ya sinema yoksa?” vurgulu soru işaretinin beynime saplanışını hissederken, tüylerimin ‘haşyetten’ ürperdiğini de itiraf etmeliyim..
Edebiyatı, özellikle şiiri sinemadan daha çok sevdiğini gizlemeyen Ünlü’nün ortaya attığı o sorudan anlıyoruz ki, diğer sanatlara -ve daha çok da edebiyata- nispetle, teknolojiye fazlasıyla gereksinim duyan bir tür olarak, geleceğe kalıcı olamayabilecek sinema sanatının bu yapaylığını ve de kırılganlığını, belli ki kendine epey dert edinmiş o..
Bir senaryoya, hikaye kurarak başlamadığını, öncelikle, güçlü bir veya bir kaç karakter yaratmayla işe başladığını; gördüğü ya da hayal ettiği bir sahne ya da fotograf karesini merkeze oturtarak hikayeyi bunun çevresinde geliştirdiğini anlatan Onur Ünlü, başka bir şeyden bahsederken birden lafı değiştirip, bana: “Sen de senaryo yazsana.. Valla yaz! Çok kolay..” diye heyecanlanması; benim -her zamanki kendine olan güvensizliğimle- yan çizerek, senaryo tekniğinden hiç anlamadığımı falan söyleyince, “Olsun, ben sana hemen öğretirim” demesi.. Onunla sohbetten belleğimde kalan ve her aklıma geldiğinde beni gülümseten başka bir ayrıntıydı..
Acayip etkilendiğim, ancak yine de yaptığım yorumlarla hak ettiği ilgiyi pek göstermediğimi de hatırladığım ‘Polis’ filmiyle tanıştığım Ünlü Sineması’nı, ‘Güneşin Oğlu’ ve son filmi ‘Beş Şehir’ ile takip etmeye devam ederken gördüm ve de anladım ki; Onur Ünlü yine yapacağını yapacak, “sinemada artık hiç bir tuhaflık beni şaşırtamaz” dediğim anda dahi -hem de bir Türk yönetmen olarak- şaşırtmaya devam edecektir..
Sohbetimiz sırasında o sormadı, benim de yüzüne karşı söylemek aklıma gelmedi; lakin, Ünlü’nün son iki filmiyle benim aramdaki enteresan problemi yazmazsam rahat da edemem valla..
Şöyle bi şey: Belli bir yerine kadar çok beğenmişken; hatta “Yılın filmi kesinlikle bu olmalı” şeklinde, kafamda oluşan nitelendirmeyi henüz bitirmişken, film bi ara öyle abartılı bi şekilde groteskleşiyor, ‘bizzat kendini’ öylesine umursamaz havalara giriyor ki sonuçta -en azından- kafa karışıklığına düçar olmuş bir vaziyette salondan dehlenmiş oluyorum..
Belki de ‘yabancılaştırma efekti’ olsun diyedir bütün bunlar; lakin, amacı aşan bir tarafı da var yani..
Yalnıız!.
Kendimizden fazla da emin olmamak lazım öte yandan.. Belki bende de kabahat var, hem de büyük!: Bilemedim ki onun her şeyden önce mühim bir şair olduğunu.. Giremedim açtığı tavşan deliğine -tam zamanında- peşinden, layığıyla izini süremedim belki de.. Vah!.
Ah Muhsin Ünlü.. Ahh!.