1922’de İspanya, ordu ve kilisenin yönetimi altında, Franco rejiminin postal sesleri ağır ağır yaklaşırken, Madrid Öğrenci Yurdu’nda yeni parlamaya başlayan şair Federico Garcia Lorca ve böcekbilimine meraklı, boksör adayı, sonradan sürreal sinemanın en büyük yönetmeni olacak olan Luis Buňuel’in içinde bulunduğu arkadaş grubuna yeni bir isim eklenir. Bu deli-dahi ressam Salvador Dali’den ta kendisidir. “Little Ashes” (“Küçük Küller”) tam da yüzyılda bir denk gelecek bu tesadüfün eşiğinde başlar hikayesini anlatmaya.
Ercan Dalkılıç
Yönetimin artan baskısı karşısında ne yapacağını bilemeyen, en uygun yolun komşu ülke Fransa’ya kaçmak ve orada sanat yapmak olduğunu yineleyip duran Luis Buňuel’in aksine, Federico Garcia Lorca kalıp mücadele vermek gerektiğini savunur ısrarla. Bunuel’e göre ‘hayatı başka açıdan görebilmek için özgür olunmalıdır’ ; Lorca’ya göre ise ‘özgür bir ülkede hayata başka açıdan bakmak imkansızdır’. Ancak Bunuel’i asıl yaralayan, Lorca ile Dali arasında gelişen aşktır. Dali’nin gelişiyle Lorca’ya dostluktan öte bir ilgi duyduğunu fark eder Bunuel. Lorca bu arada ‘Çingene Baladı’ ile altın çağını yaşamaktadır. Fakat Bunuel, Dali’yi Lorca’dan uzaklaştırmak için elinden geleni yapar, başarır da -biraz Picasso’yu tanıştırmayı vaat ederek, biraz da Dali’nin Lorca ile arasındaki ilişkiyi kabul edecek olgunluğu erişmemiş olmasından faydalanarak. İşte Dali ve Bunuel’in ortak imzasını taşıyan “Endülüs Köpeği” (“Un chien andalou”), bu yaşananların ardından Fransa’da çekilir.
Dali ve Bunuel’in gidişi Lorca’yı ağır bir depresyona sokmuş, intihara sürüklerken, “Endülüs Köpeği” büyük ses getirerek sürrealist sinemanın klasiklerinden biri olma mertebesine ulaşır. Film Lorca’ya adanmıştır. Ne var ki, şair filmin ismindeki sözcük oyunundan rahatsız olmuştur. Zira kendisi Granada’lıdır, Endülüs’ün son büyük kentinden yani.
Ölürsem
açık bırakın balkonu.
Çocuk portakal yer.
(balkonumdan görürüm onu.)
Orakçı ekin biçer.
(balkonumdan duyarım onu.)
Ölürsem
açık bırakın balkonu!
Federico García Lorca
Dali ve Lorca’nın hayatında kilit bir rol oynayan Luis Bunuel, bir yan karakter olamayacak kadar filmde yer kaplamasına karşın karikatürize olmaktan kurtulamamış bir türlü. Çevresindeki homoseksüel sanatçılarla dalga geçen, gece hayatına düşkün homofobik bir züppe olarak resmedilmiş büyük oranda. Hikayenin ikinci yarısında devreden çıkan bu karakter, natamam kalmış sanki biraz. Dali’nin de konumu benzer, fakat daha sonra hikayeye kritik bir yerden eklemlenmek suretiyle sürekliliği sağlanmış bu karakterin. Bunuel’de ise böyle bir eklemlenme söz konusu değil. Sadece, Lorca’nın başlattığı bir imza kampanyasına destek olmak amacıyla sadece bir kez belirip kayboluyor Bunuel.
Tabii böylesine büyük üç sanatçının yollarının kesişmesi söz konusu olunca, bu sanatçıların birbirlerinden etkileşimlerini es geçmek olmaz. “Küçük Küller”in en hoş yanı, bunları olabildiğince vermeye çabalaması bana kalırsa. Girişten itibaren Lorca’nın dizeleriyle başlayan film, Dali’nin Lorca’dan esinlendiği tablolara, Lorca’nın Dali için yazdıklarına yer vermekle kalmamış, yaratım süreçlerini de etraflıca çizmeyi başarmış. Lorca’nn Magdalena ile yaşadığı cinsel ilişkiye şahit olan Dali’nin sonrasındaki çıkardığı performans gibi görülmeye değer onlarca detayla doludur film. Zaten filmin ismi “Küçük Küller” de, Dali’nin Lorca ile birlikteyken, Cadaques’teki yazlık evinde yaptığı ve ismini Lorca’nın koyduğu bir tablodan geliyor. Ayrıca filmin jeneriklerinden önce gördüğümüz, Lorca’nın Dali’ye yazdığı bir notta da yer alıyor bu ifade.*
*
Kumsalda çıtırdayan
şeylerin ve küçük küllerin,
resmini çizerken beni düşün.
Ah benim küçük küllerim.
İsmimi de resmin köşesine yaz ki,
bu dünya da hatırlanabileyim.
Federico García Lorca’dan Salvador Dalí’ye sevgilerle…
Cadaques’teki yazlıkta benim dikkatimi çeken en önemli şey; Dali ve Lorca’nın denizi izledikleri, önünde birlikte çay içtikleri ‘mavi pencere’ oldu. Bu pencerenin, Dali’nin “Woman at the Window” serisinde yinelenen ‘mavi pencere teması’nın esin kaynağı olduğunu söyleyebiliriz sanıyorum. (1. ve 2. no.lu resimler) Bununla beraber, Salvador Dali’nin dada/kübist olarak başladığı daha sonra Dada akımıyla birlikte sürrealizme evrilen fırçasının izini de sürmek mümkün filmde.
Federico Garcia Lorca, 1936’da, Franco’nun iktidara gelmesinden yaklaşık üç yıl önce, Granada kırsalında faşistlerce kurşuna dizildiğinde 38 yaşındaydı. O yıllarda İspanya’da şiddetli bir iç savaş hüküm sürüyordu. Hiçbir zaman kaçmadı Lorca, yine Bunuel’in gitmemesini salık veren ısrarlarına hep karşı koydu. Milliyetçi partizanların Granada sınırına dayandıklarını bilmesine rağmen, yazmak ve direnmek için ailesinin yanına doğru yola çıkmıştı. Lorca ölümün üzerine yürüdüğü sırada, Bunuel Madrid’de bir gece klubunde sarhoş olmakla, Dali ise Paris’teki lüks konutunda misafirlerini ağırlamakla meşguldü.
Ölünce
gitarımla gömün beni
kumun altına.
Ölünce
portakallar
ve naneler arasında ben.
Ölünce
gömün beni isterseniz
bir fırıldağa.
ölünce.