10 günü aşkın bir süredir yayında olan anketimizin şıklarında 2009’da izlediğimiz Türk filmlerinden tarafımızca ön elenmiş bir demet yer alıyordu. Amacımız sizin oylarınızla yılın en iyi Türk filmini belirlemekti. En çok oyu alan Nefes, senenin en iyi Türk filmi ünvanını aldı. Elbette bu sonuç, ne herkesi bağlayan kesin bir doğru, ne de sinema tarihine geçecek bir istatistik. Yine de küçük de olsa bir topluluğun iradesini yansıtıyor. Artık vizyondan kalkmış olsa bile bu kadar iyi filmin arasından sıyrılmayı başaran bir Türk filmi üstünde biraz daha konuşulmayı hak ediyor. Filmin yardımcı yönetmeni Hande Türkel ile yaptığımız bu sohbeti tüm Nefes severlere armağan ediyoruz.
Nefes filmini oldukça geç izledim. Dolayısıyla hakkında bir şey yazamadım, fikir beyan edemedim. Seyrettikten sonra da geç kaldığıma üzüldüm. Bir ilk film olarak biz sinema severlerin ağzını sulandırması bir yana (genç yönetmenin sonraki filmlerini görmek için şimdiden sabırsızlanıyorum), hikaye anlatım tarzıyla, görsel yetkinliğiyle, tutturduğu siyasi ve duygusal dengeyle gayet önemli bir filmdi. Festival ödülleriyle sanat filmi konusunda rüştünü ispatlayan Türk sinemasının, artık popüler sinema konusunda da misak-ı milli sınırlarını zorlayabilecek kapasiteye sahip olduğunun mesajını veriyordu bu film. Belgesel gerçekliğinde ilerleyen filmin özellikle finalde yaptığı duygusal klimax, bana bu işte 1 numara olarak gördüğüm Güney Kore sinemasını anımsattı. Filmin bir diğer artısı da bir Türkler’de var olan ayarsız milliyetçi ve militarist duyguları sömürmemesiydi. Bazıları bunun aksini düşünüyor ama bence hikayecinin bu bıçak sırtı konuya yaklaşımı dengeliydi.
Basından takip etmedim ama duyduğum kadarıyla yönetmen Levent Semerci kimseye röportaj vermemiş bugüne kadar ya da en azından şu an için vermiyormuş. Bu yüzden sorularımızı filmin Uygulayıcı yapımcısı ve ikinci ekip yönetmeni olan Barış Kaya’ya yöneltmeyi düşünüyorduk. Sonra onun da yönetmenle birlikte Almanya’da olduğu haberi geldi. Biz de sorularımızı yardımcı yönetmen Hande Türkel’e yönelltik.
Nefes öncesinde reklam filmleri ve video kliplerde de yönetmenlik Hande Türkel, 2003 yılında Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi’nden mezun olmuş. Okuldaki son senesinde hali hazırda staj yapmakta olduğu PTT Film’de Levent Semerci’nin asistanı olarak işe başlamış. Semerci, PTT Film’den ayrılıp kendi şirketi Creavidi’yi kurduğunda da onun yanındaymış. Dolayısıyla Nefes projesinin en başından beri içindeymiş.
Nefes bu yılın en çok izlenen filmlerinden biri oldu. Üstelik çok izlenen çoğu Türk filminin aksine sinema eleştirmenlerinin çoğunluğundan olumlu tepki aldı. Filme başlarken sorsalardı Nefes ekibi hangisini daha çok tercih ederdi: Seyircinin ilgisi mi, eleştirmenlerin övgüsü mü?
Film vizyona girip eleştiriler gelmeye başladığı zaman pek tabi ki çok şaşırdık. Sebebi malum; film her kesimden birçok eleştirmen tarafından çok beğenildi, sevildi sahiplenildi. Bu bizi oldukça onore etti. Velhasıl eleştirmenler tarafından beğenilip izleyicisi olamayan film, sahiplerine, bir şeylerin yanlış olduğu hissini uyandırmaktadır ama biz şu anda Nefes’i gönül rahatlığı ile rafa kaldırıp önümüzde ki projelere yoğunlaşabiliriz.
Bazı eleştirmenler ise filmi fazla militarist ve şovenist buldu, sırf bu yüzden filme eksi not verdiler. Siz filminizi aşırı milliyetçi ve militarist buluyor musunuz?
Yaratım sürecine dahil olan bir insan olarak söyleyebilirim ki Nefes’te asıl olan insandır. Film insanı anlatmaya çalışırken kendine fon aramış aradığı fonu Güneydoğu’da bir sınır karakolu olarak seçmiş ve orada yaşayan insanın hikâyesini anlatmaya çalışmıştır. Bunu anlatırken savaş kötüdür demekten de kendini alamamıştır. En azından bizim anlatmak istediğimiz buydu.
Siyasi, toplumsal ve başka pek çok açıdan bıçak sırtı bir konuda film çekiyor olmanın tedirginliği var mıydı sette?
İki sene dağda yasamak bazı şeylerden uzaklaştırıyor sizi. Bir zaman sonra zaman mekan algısından uzaklaşıp sadece yaptığınıza odaklanıyorsunuz. 2 sene boyunca her şeye kulağımızı gözümüzü kapayıp sadece film yaptık… Bunu yaparken herkes yaptığı işi en az yapımcı ve yönetmen kadar sahiplendi. İnanarak yapılan işlerde şüphe karşılaşılmayan bir duygu durumu galiba…
Özellikle çatışmanın sonrası geçen final sahnelerde yoğun bir popüler Güney Kore sineması etkisi gördüm ben. O anlar geleneksel Türk sineması kalıplarıyla değil de onların meşrebince verilmişti sanki. Katılır mısınız? Yönetmenin böyle bir eğiliminden haberdar mısınız?
Çekimlerin öncesinde, filmin 1 seneden fazla süren bir ön hazırlık sureci vardı. Bu süreçte o dönem yaşanılanlarla ilgili yüzlerce fotoğraf ve video incelenmiştir. Tüm gerçeklik üzerine yönetmenin sinema görselliği de eklenince sonuç izlediğiniz gibi çıkıyor galiba.
Bize yönetmen yardımcısının işlevini ve sorumluluklarını anlatabilir misiniz?
Uzun süre bir yönetmenle çalıştıktan sonra onu gerçekten iyi tanıyorsunuz. İşinizle ilgili çok daha fazla sorumluluk demek oluyor bu. Cast seçiminden kostüme, sahne çekim programından mekan, dekor düzenlemesine kadar her şeyi ilk adımda siz yapıyor, yönetmeninize daha az iş bırakıyorsunuz. Mesela 100 kişilik cast içinden sadece 3 kişi izletiyorsun diğer 97 kişiyi siz onun beğenisini göz önüne alarak zaten elemiş oluyorsunuz. Ekip soruları size sorar, siz cevaplarsınız. Ekibe neyi ne zaman yapması gerektiğini siz söyler, yapılan ya da yapılmayan işlerin sorumluluğunu üstlenirsiniz.
Bir yönetmen yardımcısının bir yılda kaç filmde çalışması gerekir ülkemiz şartlarında, başka hiçbir işe bağımlı olmadan sırf bu meslekten geçinebilmesi için? Böyle bir şey daha mümkün değil mi yoksa?
Bu konuda çok yetkin olduğumu düşünmüyorum. Çünkü bu benim ilk uzun metrajımdı ve sektörde çalışan insanlardan daha başka koşullarda çalışıyorum…
Nefes’e bir yardımcı yönetmen olarak yeterince dahil olduğunuzu düşünüyor musunuz?
Sizin yeteneklerinizi gören, sizi risk ortağı yapan, söylediklerinizi dinleyen, verdiğiniz kararları sonuna kadar destekleyen (ki her zaman aynı düşünemeseniz bile) bir yönetmen ile çalışmanın sonucu olarak net bir şekilde evet diyebilirim size…
Türk sinemasındaki son dönem hareketlenmesi genç sinemacıları umutlandırmalı mı? Yoksa hala çok fazla sıkıntı var mı? Bu sıkıntılara örnek verebilir misiniz.
Kendimi ülke, sinema ve genellemeler üzerine yorum yapabilecek yasam tecrübesinde görmüyorum. Üzgünüm.
Levent Semerci’nin röportaj verme konusundaki isteksizliğini siz nasıl açıklıyorsunuz? İlk filmini çeken çoğu yönetmen kameraların önünde olmaktan çok mutlu olurdu oysa.
İstemiyor. Filmi ile ilgili söylenecek sözü zaten filminde söylediğine inanan bir yönetmen sadece.
Savaş filmi çekmenin zorluklarını birebir yaşadınız. Üstelik Türk sinemasının yabancı olduğu bir tür bu. Savaş filmi çekmenin getirdiği ekstra zorluklar oluyor mu? Savaş filmi çekmeye niyetlenenlere bir uyarınız olur mu?
Bu konuda binlerce şey söyleyebilirim işte. Savaş filmi çekmek çok fazla ekonomik güç ve tecrübeli ekip istiyor. Bunlara sahip olamadığınız noktada ki biz sahip değildik. Sınırınızı iyi bilmeli ve yapabileceklerinizin en iyisini yapmaya konsantre olmalısınız. Biz çok şey yapmak isterdik gerekli para ve imkan olabilse çok daha da iyisini yapabilirdik. İzlerken bile hala “ah be!” dediğimiz oluyor. Ama kendine güvenen bir yönetmen ustalığında Nefes’in çatışma sahnesinin Türkiye’de yapılmış en iyi örnek olduğunu savunabilirim. Keşke imkanlar uygun olsaydı dünya sineması ile de kapışabilseydik.
Siz yönetmen olarak ilk filminiz için hazır hissediyor musunuz kendinizi? Kafanızda, hayalinizde bir proje var mı?
Bu yolda ilerleyen herkes mesleğe ilk adim attığı andan itibaren bunun hayalini kurmaya başlar. Ben meslekteki 6. senemde kazandığım tecrübe ile artik hayalin gerçeğe dönüşmesine az kaldığını biliyor ve bundan 5 sene sonra sizinle yönetmen olarak yapacağım ilk röportajın sözünü veriyorum.