Swastika (Gamalı Haç), Naziler için yaratılışın simgesi ve Aryan ırkının mistik kaderinin işaretiydi. Bir ulus ülkenin her köşesine yayılan bu sembol tarafından adeta hipnotize edilmişti. Tarihte bilinen en eski sembol olan Swastika’nın sırrı neydi ve gücü nereden geliyordu?
Landlord (Ege Görgün)
1920’de Almanya’daki Nazi Partisi kendine sembol olarak Swastika’yı (Gamalı Haç) seçti. Kararı veren bizzat partinin birinci adamı Adolf Hitler olmuştu. Ama Swastika’yı ne yaratan onlardı, ne de keşfeden. Bu sembolün tarihi ve gizleri çok daha eskilere dayanıyordu. Yahudiler de dahil olmak üzere tarih boyunca pek çok kültür ve din tarafından güçlü, iyi ve olumlu şeyleri anlatmak için kullanılmıştı. Naziler bu durumu sonsuza dek değiştirdi. Bugün hala Naziler’in düşüşünü, bu güçlü sembolü amacının tam tersi istikametinde kullanmış olmalarına yoran pek çok insan vardır.
Sanayi Devrimi’nin incittiği insanoğlu arayışta
İnsanın doğayla barışık yaşadığı zamanların sonuna gelinmişti. 18. yüzyılda başlayıp 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar hızla devam eden endüstrileşme sürecinde doğa ile insan arasına giren kara kedinin adı makine idi. Buharlı makinelerin, demirin, kömür madenlerinin, is ve dumanın hakimiyeti altına giren dünya artık eskisi gibi olmayacaktı. 20. yüzyıla girildiğinde ise baş aktörlerin arasına artık çelik, elektrik, petrol ve kimyasal maddeler de katılmıştı. Gelişim tüm hızıyla durmaksızın sürmüş, endüstrileşmenin bugünkü durumunun temeli oluşturulmuştu.
Doğadan kopuşun, makinelere bağımlı olmanın, kapitalizmin ödenecek ağır bir diyeti olacaktı elbette. Görünüşte çoğunluk bu diyeti öderken, üst ve orta sınıfa dahil daha az sayıdaki insan yeni düzenin keyfini sürüyordu belki. Ama onlar bile bu hızlı sanayileşmenin travmalarını yaşamaktan kurtulamamışlardı. Yine de herkes Geçmişin acılarından, hatalarından arınmış yeni bir dünya düzeninin arifesinde olduklarına inanıyorlardı. Yeni bir düzeninin gelmekte olduğu konusunda umutluydular. Bilim, teknoloji ve demokrasi geçmişin hastalıkları bertaraf edecek kadar güçlüydü çünkü.
20. yüzyılın eşiğinde görüntü buydu işte. Geleneksel inanç sistemlerinin, gelişimin ve değişiminin travmalarını yaşayan insanları huzura kavuşturmakta zorluk çektiği zamanlardı. İnsanlar gelenekselden yüz çevirip mistisizme, ezoterizme, okültizme yönelmeye başlamışlardı.
Swastika’nın yeniden doğuşu
Tibet’teki Himalaya Krallığı, makinelerin hükmettiği dünyada aradığını bulamayan pek çok gezginin Kabe’si olmuştu bu dönemde. 19. yüzyılın sonlarından itibaren bilimin kesinlikleriyle ruhları zedelenmiş bu insanlar endüstriyel dünyayı gerilerinde bırakıp mistisizmi keşfetmek için bilgeliğin ve ruhaniliğin coğrafyası olarak gördükleri Tibet’e geliyorlardı. Bu gezginlerden biri de 1875’te New York’ta medyumluk ve parapsikolojik konuları araştırmak ve açıklamak üzere Theosophical Society’yi kuran Helena Petrovna Blavatsky idi.
Alman bir baba ve Rus bir anneden dünyaya gelen “Madame Blavatsky” Nazi ideolojisinin temelini oluşturan kitabı The Secret Doctrine’i (1888) bu seyahatinin sonunda yazmıştı. Bilimin, Dinin ve Felsefe’nin Sentezi altbaşlığına sahip olan kitap iki parçalıydı. İlk bölüm Cosmogenesis, ikincisi Anthropogenesis adını taşıyordu. Kitap, modern çağda tekrardan sökün eden ezoterik ve mistik fikirlerin çarpıcı bir örneğiydi. Temel tez doğunun bilgeliğini modern bilimle kaynaştırmaktı. Madame Blavatsky kitabını içeriğinin kaynağı olarak ise insanlık tarihinin bilgisine sahip “mahatmaları” (Büyük Ruh/ Budist Azizleri) gösteriyordu. Bu bilgiler ona Tibet’te aktarılmıştı. Hatta kendisine yeraltındaki bir tapınağın derinliklerinde kadim bir yazma okuttuklarını iddia ediyordu. Bu yazma evrenin mistik sırlarıyla birlikte, insanlık tarihinin geleceğini içeriyordu. Buna göre evren önce ruhanilikten karanlığa ve kaosa sürüklecek, ardından bu durumdan kurtulup yeniden ruhaniliğe dönecekti. Madame Blavatsky bu bilgilere yedi ezoterik sembol aracılığıyla ulaştığını söylüyordu. Bu semboller arasında en önemli olanı ise Swastika’ydı. Güneş ateşinin, yaratılışın ve iyi şansın sembolü.
Madame Blavatsky her sembolü insanlığın bir evrim aşamasıyla özdeşleştirmişti. Yedi ırk insanlık tarihinde önemli roller üstlenecekti. İnsanlığı karanlıktan ışığa taşıyacak ve insan evriminde yeni bir dönem açacak nesil/ırk Aryan adını taşıyordu. Paranormal güçleri olan Aryan ırkının sembolü ise Swastika’ydı.
Swastika tüm dünyadan sonra Almanya’da…
Swastika tarihte bilinen en eski sembol. 3000 yıldır kullanıldığını kanıtlayan bulgular mevcut. İskandinav mitolojisinde Thor’un Çekici’yle özdeşleştiren bu sembol, bu kadar eski olması ve hep iyi anlamlarla hatırlanmasından dolayı tarih boyunca sürekli bir şekilde kullanılmıştı. Ama bu kullanım 19. yüzyılın sonunda, 20. Yüzyılın başında oldukça üst seviyeye çıkmıştı. Daha Naziler benimsemesine 30-40 yıl varken Swastika tüm dünyada rastlanan oldukça gözde bir sembol haline gelmişti. İyi şansı temsil ettiği için spor takımları bu amblemi formalarına sıklıkla eklemekten çekinmiyorlardı. 1911’de şanslı bir şekilde altın bulunmasının ardında Ontario’daki bir kasabaya Swastika adı verilmişti. Swastika, yalnızca Birinci Dünya Savaşı’nda Alman askerlerinin en revaçta uğuru değil, Fransa’yı savunan Amerikalılar’ın uçaklarına boyadığı bir şekildi. ABD’de halkın takıları için sıklıkla seçtiği bu sembol, British National War Savings Committee’ninde resmi amblemiydi.
Adolf Hitler’in ortaya çıkmasından çok önce Almanya’da yayımlanan periyodik bir dergi kapağına Swastika’yı taşıyordu. Derginin yayıncısı Amerikalı bir dernekti. Madame Blavatsky’nin kurucusu olduğu Theosophical Society idi bu dernek. Swastika’yı Almanlar’la ve Avusturyalılar’la tanıştıran yine Madame Blatavatsky oluyordu.
Alman gizemciliğinin en önemli ismi
Alman askerlerin Büyük Savaş’ta Swastika’yı bir uğur nesnesi olarak bağırlarına bastığını söylemiştik. Bu uğurların üretimi yapan ise List Society idi. List Society, Nazi ideolojisinin oluşmasında Madame Blavatsky’den bile etkili olmuş Guido Von List’in anısına kurulmuş bir dernekti.
En ünlü Alman gizemci olan Guido Von List, 1848’de Viyana’da doğmuştu. Cermen mistisizmi, Cermen Paganizmi, Runik yazılar konusunda bir uzmandı. Madame Blavatsky’nin hararetli bir takipçisiydi ama daha sonra onun tezlerini Cermen Paganizmi’nden yola çıkarak ürettiği kendi düşünceleriyle birleştirdi. Ortaya çıkan inanç siteminine de armanizm Armanizm ismini verdi.
List’in inandığı bir diğer şey rünlerin (runik harfler) büyülü gücü olduğuydu. Yıllarca süren süren araştırmaları sonrası bu düşünce doğrultusunda bir rün alfabesi de hazırladı. 1908’de The Secrets of the Runes (Rünlerin Sırrı) adlı kitabında 18 harflik rün alfabesini yayınladı. Akademisyenlerin reddettiği bu çalışma, sonradan başta SS’in başı Himmler olmak üzere Naziler tarafından kabul gördü. Naziler kullandıkları çoğu sembollerini bu alfabeden seçtiler. (SS amblemindeki özel S’ler gibi) Bu harfler Nazi Almanyası’nın pek çok yerinde görülmeye başladı. Tabi harflerin hepsine üstün gelen yine Swastika’ydı.
List, Hitler küçük bir Bavyera partisine girip Nazi Partisi’ni kurmadan hemen önce 1919’da öldü.
Swastika’nın anavatanı Atlantis mi?
Adolf Hitler adeta koca bir ulusu taşıyan otobüsün şoför koltuğunda oturan bir deliydi. Ulusun istediği yöne gitmesi için tek yapması gereken direksiyonu o tarafa kırmaktı. Peki, onca defosuna rağmen bu küçük adam iktidara nasıl gelmiş ve orada nasıl yıllarca kalmıştı? Diğer her şey bir yana, Nazi Almanyası tarihindeki en gizemli nokta aslında bu değil midir?
Komplo teorilerine yatkın araştırmacılara göre Hitler’in arkasındaki gizli güç Aryan ırkının üstünlüğüne inanan güçlü bir örgüttü.Toplumda söz sahibi olmalarını sağlayan meslekler icra eden, nüfuslu, zengin ya da saygın adamların kurduğu Thule Örgütü. Örgütün, sonradan Hitler tarafından Nazi Partisi’ne dönüşecek Alman İşçi Partisi’nin sponsoru olduğu bilinen tarihi bir gerçek. Hitler’in bu örgütün bir maşası olduğu, hasta aklıyla gerçekleştirdiklerinin aslında bu örgüt tarafından yıllar önce planlanmış şeyler olduğu, bugün bile taraftar bulan bir teoridir. Yine, benzer kişiler Hitler’in, partisinin sembolü olarak Swastika’yı seçmesinin altında yatanın, Thule Örgütü’nün de aynı sembolü kullanıyor olmasından başka bir şey olmadığını savunurlar. (Günümüzde Hitler’in de bu örgüte mensup olduğuna inananlar da vardır, inanmayanlar da.)
Thule Örgütü ismini Aryan ırkının geldiğine inanılan efsanevi kıtadan almıştı. Onlara göre bu kayıp kıta Kuzey’de, Grönland ya da İzlanda civarlarındaydı. Coğrafi olarak aynı noktada buluşmuyor olsalar bile, bu inançlarının ilhamını veren Ignatius Loyola Donnelly (1831-1901) olmuştu. Aryan ırkının anayurdunun bir zamanlar Atlas Okyanusu’nda yer alan kayıp bir kıta olduğuna inanan ve burada yaşayan bu çok gelişmiş ırkın bir göktaşı yüzünden neredeyse yok olduğuna inanan Donnely, bu tezinin kanıtı olarak da Aryan menşeili Swastika sembolünün dünyanın her köşesinde görülmesini gösteriyordu. Ona göre bu kıta Eflatun’un da sözünü ettiği Atlantis idi.
Kimileriyse Swastika’nın Aryan anlamıyla ilk kullanımının 25 Aralık 1907’de gerçekleştiğini söylerler. Avusturya’da kurulan bir diğer mistik örgüt Order of the New Templars (Yeni Tapınak Şövalyeleri) amblemlerinde Swastika’ya yer vermişti.
Görüyorsunuz, alternatif tarih somut gerçekleri vaat etmese de, hayli eğlenceli, epey sürükleyici. Belki de bu yüzden herkes tarihi kendince yorumlama, hatta tarihi baştan oluşturma peşinde. Onlara kolay gelsin. Swastika tarihinin kayıtlara geçmiş en kara gününü belirterek yazımıza noktayı koyalım: 15 Eylül 1935. Swastika’lı bayrak Nazi Almanyası’nın tek bayrağı olarak ilan edildi. Bu tarihten sonraki 10 yıl boyunca bu sembol , kan, nefret, acı ve gözyaşı anlamına gelecekti; dünyanın başına bela kesilecek, Deccal gibi göründüğü her yere kıyameti getirecekti.