Pahalı çekimleri ve görkemli aksiyon sahnelerinin altında bir karışlık derinliğe sahip bir hikayesi var Narnia Günlükleri: Prens Kaspiyan‘ın. Dini göndermelerin gırla gittiği filmin tek derdi çocuklara “iyi bir dindar nasıl olmalı”yı göstermek sanki.
Yüzüklerin Efendisi’nin yıllarca filme çekilememesinin nedeni kimsenin kitapları buna değer görmemesi değil, Tolkien’in sınır tanımaz hayalgücüyle tasavvur ettiklerini gözle görülür hale getirmenin imkânsız olduğuna inanılmasındandı. Neyse ki teknoloji ilerledi, Peter Jackson diye bir dâhi çıktı ortaya da, imkânsız olan gerçekleşti.
Aynı dönemde, aynı motivasyonla, aynı tarzda yazılan ve çok daha fazla sükse yapan Narnia Günlükleri için aynı şeyleri söyleyemem ama. Narnia adlı sihirli bir ülkeye geçen dört kardeşin maceralarını anlatan C.S. Lewis’in kitapları bugüne kadar büyük bütçeli sinema yapımları olarak karşımıza çıkmadıysa bunun sebebi Narnia Günlükleri’nin çok pırıltılı bir malzeme olmamasındandı kanımca. Okuyanlar bilir, Narnia Günlükleri her ne kadar el üstünde tutulsa da, bırakın Tolkien’i, iyice bir fantezi kurgu yazarının bile sergilediği hayalgücünün çok daha azıyla yaratılmış izlenimi verirler. Tolkien’in zamandan bağımsız diline de sahip değillerdir, bir klasiğin gücüne de. Alegorinin pek iyi kullanılamadığı, derslerin doğrudan verildiği kuru bir didaktizm hakimdir hikâyelere. (Tolkien’den daha çok destek görmesinin sebebi belki bu Katolik didaktizmiydi.)
Ama yiğidi öldürelim hakkını verelim, yazıldığı tarih dikkate alındığında bu haliyle bile saygıyı hak eder bu kitap serisi. Ne de olsa o zamanlarda fanteziler pek öyle hoş bakılan şeyler değildi edebiyat çevresinde, bu tür şeyleri yazmak bile bir cesaret gösterisi, bir muhalif duruştu.
İlk Narnia Günlükleri filmini seyrettikten sonra şöyle demiştim. “Aslan’ın kral, baş kötünün cadı olduğu, hayvanların konuşabildiği fantastik bir dünya Matrix’li, Shrek’li, Star Wars’lu bir zaman için basit kalıyor biraz.”
İkinci filmde ise durumun artık katlanılmaz bir hal aldığını fark ettim. Belki aksiyon sahneleri sayesinde tempolu, akıcı bir film vardı karşımda ama katolik inancın temellerine bire bir yapılan göndermeler insana fenalık getirecek cinstendi. Karşımdaki bir fantastik kurgu değil, basbayağı bir meseldi. Çocuklar için yazılmış dine özendirici, öğretici bir masal.
Öyle ki bilinci açık olan herkes filmde savaşanların Narnialılar ve Telmarinler değil, Tanrı’nın askerleriyle Tanrısızlar olduğunu anlar. Üstelik Narnialılar, Uhud Savaşı’ndaki gibi inançlarına ve cesaretlerine sarılarak değil, bizzat Tanrı’nın müdahalesiyle kazanıyorlar savaşı. Tanrı’yı müdahale etmeye ikna eden ise ermiş gibi gösterilmeye çalışılan bir çocuğun teslimiyet gösterisi…
Dini göndermelerle alıp veremediğim yok. Hollywood Superman Dönüyor’da olduğu gibi bunu sık sık yapıyor zaten, alıştık. Benim bu göndermelerin bu kadar kör göze parmak yapılmasına, bir filmin bu kadar didaktik olmasına itirazım var. Çünkü o zaman bir sanat yapıtının keyfini çıkaracağıma, Narnia’da olduğu gibi Pazar günü kilisede verilen vaazı dinliyormuşum hissine kapılıyorum. Böyle bir şey isteseydim, gideceğim yer sinema salonu olmazdı taktir edersiniz ki. Aynı sebepten dolayı Semum’u da eleştirmiştim hatırlarsanız. O da mesajını fazla açıktan vererek seyircisinin zekasını küçümsüyordu.
Dedim ya filmde Aslan’ın ilahi müdahalesi olmasa Narnialılar savaşı kaybediyordu. Bu anlamda filmin teslimiyetçi mesajını da sevmedim. Lisede din hocam “Tedbir bizden, tevekkül Allah’tan” derdi. Yani sen önce bir tedbirini al, gerisini Allah’a bırak. Hayat şartlarının gün geçtikçe zorlaştığı bir zamanda bu çok daha doğru bir mesaj bence. Ama mesaj bu dahi olsa, filmler mesajlarını biraz üstü kapalı verip işi seyirciye bırakmalı. Sanat yapıtını ders kitabından ayıran budur çünkü.
Narnia Günlükleri: Prens Kaspiyan
The Chronicles of Narnia: Prince Caspian
Yön: Andrew Adamson
Oyn: William Moseley, Georgie Henley, Skandar Keynes, Anna Popplewell