Üstünü çizip yok nezdine havale ettiğim bazı sinema yazarı “sözde dostlar” bir yana, ona karşı da kırgınlıklarım vardı. Demokrat yapısına, kucaklayıcılığına uymayacak şekilde lonca güruhundan taraf olmuştu. (Misal Ali Hakan, Dorsay önderliğinde linç edilirken aslanlar gibi göstermişti bu yanını ve Ali Hakan‘ın SİYAD üyeliğinden çıkarılmasına ret oyu vermişti.) Ama ona hiç diğerlerine olduğu gibi kötü hisler beslemedim, besleyemedim. Çünkü özünde ne kadar güzel adam olduğunu biliyordum, yaşadığımız birkaç olay bunu göstermişti bana. Çünkü ona sempatinin yanı sıra saygı duyuyordum. Ve çünkü onda şeytan tüyü vardı. Her ortamda herkesin sempatisini kazanmasını sağlayan, ona isteksiz liderlik statüsü getiren bir şeytan tüyü…
Zaten yıllar sonra Feriköy bitpazarına gelip tezgahıma uğradığında -bilenler bilir ne kadar ters adam olduğumu- değil ters davranmak, somurtmayı bile becerememiştim. Uğur Vardan‘a, Serdar Akbıyık‘a, Cumhur Canbazoğlu‘na nasıl ki ufak tefek kırgınlığım var yanıma gelip olan biteni benden dinlemedikleri ve hiç topa girmedikleri için, Murat‘a da o kadarmış demek. Ama dediğim gibi o topa girmemek bir yana, SİYAD ortak mail grubunda yazdığı bir yazıyla çift dalmıştı bana. Ama diyorum ya, Murat’ın size o hayat dolu kocaman gülümsemesiyle bir “Naber abi?” demesi bütün tatsızların üstünü örtmeye yetecek güçteydi. Hele ki kahkaha atsın, o kahkaha onun aduketiydi.
Eşi ve çocuğu beni affetsin bu acı olaya kişisel tarihimizi karıştırdığım için. Ama kısaca değinilip geçilecek bir adam değildi Mözer. Mözer gibi bir kaybı yaşamak bir eş için tahmin edilenin de ötesinde bir trajedi. Evladının öyle bir babadan mahrum kalarak büyüyecek olması tek kelimeyle haksızlık. Her şeye isyan edesi geliyor insanın.
Murat Özer, onun neşesi, kahkahası olmadan bu dünya artık en az 2 ton hafif çekecek.