Sevgililer Günü temalı filmlere hem konu hem de işleniş açısından oldukça benzeyen “Mother’s Day” (Özel Bir Gün), Anneler Günü vesilesiyle anneye, annelere ve anneliğe birçok hikayeyle farklı açılardan yaklaşıyor. Yönetmenliğini “Valentine’s Day” ve “Happy New Year” gibi gün temalı filmleriyle de tanınan Gary Marshall’ın üstlendiği yapım özetle dört ana hikaye üzerinden anne’yi işliyor.
Eşinden boşanmış iki çocuklu tasarımcı/mimar Sandy (Jeniffer Aniston) hikayesi, hayatına zorunlu dahil olan yeni ve genç anne, eski eşinin yeni hayat arkadaşı Tina’nın “tehdit”leriyle başlıyor. Bu tehditler karşısında kendini kaybeden, kendinden beklenmeyecek davranışlar sergileyen Sandy sonunda anneliğin, anne sevgisinin doldurulamayacağını öğrendiğinde ise bu kıskançlığı geride bırakıp hayatına devam ediyor. Bradley’nin (Jason Sudeikis) hikayesi filmdeki diğer hikayelerden oldukça farklı, zira Bradley eşini kaybetmiş iki kız babası bir adam. Karısının ölümünü kabul etmediği gibi onu anmayı, onun anısı olan alanlara bulaşmayı sürdürüyor. Ancak özellikle de büyük kızıyla arası açılmaya başlayınca artık yaşanmışlıkları atlatmaya ve ileriye yönelmeye karar veriyor.
Jesse (Kate Hudson) ve Gabi (Sarah Chalke) Teksaslı ailesinden kaçıp kendi hayatlarını iki kardeş. Jesse bir Hintliyle birlikte, Gabi ise partneriyle mutlu bir hayat yaşamakta. Anne ve babasından çok uzaklarda hayatlarını sürdüren bu ikilinin mutluluğu ve söyledikleri yalanlar, ailelerinin Anneler Günü sürprizi için ziyarete gelmeleriyle bozuluyor. Ne var ki torun sevgisinin yerini hiçbir görüş, hiçbir önyargı dolduramıyor ve yalanlara rağmen bu küslük bir şekilde sona eriyor. Aynı barda çalışan Kristin (Britt Robertson) ve Zack’in (Jack Whitehall) çocuk sahibi iki sevgili. Bir yanda hayatının kadınıyla evlenmek için yanıp tutuşan okyanusun öteki kıyısından Zack, diğer yanda ise evlilikten korkan Kristin. Ancak Zack’in resti Kristin’e sorunlarını çözmek ve bu ilişkiyi resmileştirmekten başka seçenek bırakmıyor. Geçmişin yaralarını kapayan Kristin sonunda mutlu sona kavuşuyor.
Gary Marshall oldukça tahmin edilebilir bir senaryo ile oldukça iyi bir iş çıkarıyor. Film belki kimileri için sıkıcı, belki fazlasıyla alışıldık ve belki bu kadrodan beklenenin altında bir seviyede olabilir, ancak filmin amacı göz önünde bulundurulduğunda ortaya çıkan sonuç dikkate değer. Zira bu “anne” kavramı üzerinden derin ve başarılı bir propaganda yapılıyor. Boşanmış olmasına karşın kendi ayakları üzerinde durmayı başaran güçlü ancak duygusal kadın Sandy, kadının yokluğunda oldukça zorlanan ve kadına atfedilen sorumlulukları yerine getirmekten aciz duygusal baba Bradley, ırk, dil ve din gibi kavramların muhafazakar yanıyla bilinen Teksaslılar için bile artık gözle görülmez hale geldiğinin göstergesi Jesse ve Russell, değişen aile kurumu ve evlilik kavramlarının açıkça görüldüğü Zack ve Kristin, partneriyle mutlu mesut yaşayan Gabi ve aşk yerine kariyeri tercih etmemiş olan başarılı iş kadını Miranda (Julia Roberts). Bütün bu karakterler aslında Amerika’nın artık ne kadar “modernleştiğini”, Avrupa kıtasında tartışılan konuların nasıl aştığını göstermeye çalışan birer sembol. Bütün bu sembollerin, bütün bu “hanelerin” evrenselliği tartışılmaz bir kavram olan anne üzerine odaklanması ise tek kelimeyle dâhiyane. Zira nasıl bir film olursa olsun hem Anneler Günü vesilesiyle hem de zengin oyuncu kadrosuyla gişede iyi iş (ve propaganda) yapacağı kesin.
Mother’s Day romantik komedi severlerin memnun kalacağı, benim de severek izlediğim keyifli bir yapım olmasına karşın sonunda üzüyor rom-com severleri. Zira yıllar geçmesine karşın hala daha o eski romantik komedilerin tadını verecek isimler bulunamıyor koskoca sektörde. Son zamanlarda bir Jason Sudeikis furyası başladı, ancak Tumbledown’da da görüleceği üzere romantizm için fazla komik kaçan bir isim kendisi. Greta Gerwig, Lola Kirke gibi isimler var elbette ancak onlar da aynı Britt Robertson gibi kimyasının uyuştuğu bir partner bulamadı hala. Şimdilik beklemeye devam…