Bu yazı film hakkında spoiler içermektedir.
En baştan, net olarak belirtmek lazım: Mother!, son zamanların en utanç verici filmi. 2017 yılında, Aronofsky gibi bir yönetmenin, arkaik ve kendi kendinin parodisi olan bir metni, göz kanatan metaforlar ve berbat bir konsept üzerinden perdeye taşımasının kabul edilebilir bir tarafı yok. Her filmin olduğu gibi Mother!’ın da alıcıları olacaktır lâkin nazarımda, sinemanın itibarını korumak için şiddetle karşı konulması gereken, aşılması halinde “sinemanın vicdanını kanatacak” bir savunma hattına yapılan aleni bir saldırıyı temsil ediyor. Dileyen, aşırı ve nefret yüklü yazıyı burada bırakabilir efendim.
Aronofsky sinemasını nasıl tanımlarsınız? Bu soruya vereceğiniz cevapların hiçbiri Mother!’ı nitelemede işinize yaramayacak, eğer Pi (1998), Requiem for a Dream (2000), The Fountain (2006), The Wrestler (2008), Black Swan (2010) gibi filmleri yok sayıp, Noah’ı (2014) yönetmenin ilk filmi olarak kabul etmiyorsanız. “Aronofsky, Mother!’ı neden çekti” sorusuna filmografi üzerinden bir yanıt bulmak mümkün değil. Elbette her yönetmenin, kariyerinin belli dönemlerinde muhtelif konulara yönelme hakkı var ama Aronofsky’nin yaptığı, bir Harun Yahya kitabı okuduktan sonra Dünya’nın düz olduğuna inanan gencin bütün çevresini ikna etmeye çalışmasına benziyor. “Bir peygamberin hayatını anlattıktan sonra neden Tanrı’yı da anlatmayayım ki” sorusu kâğıt üstünde Aronofsky’e cazip gelmiş olabilir, bunu zamansal olarak Georges Méliès’ten çok az ileride, D.W. Griffith’ten ise birkaç yıl geride bir sinema bilinciyle gerçekleştirmemiş olsa kendini eğlendirmeye çalışan birinin “zararsız” aktivitesi olarak görülme ihtimali de varmış ama bu haliyle sinemanın ve hikâye anlatıcılığın geldiği noktaya hakaretten başka bir anlam taşımıyor.
Dilerseniz biraz Mother!’a yakından bakalım: Filmin ilk karesinde alevler içinde yanan, sarışın bir hanım kızımız; ikinci karede elindeki “elmastan kalbe” benzeyen cismi, yıkık ve harap evin içinde bir köşeye yerleştiren ve evin bir anda düzelmesini, iyileşmesini sağlayan Javier Bardem, daha sonra da yalnız başına uyanan ve yanında yatan kişiyi evin içinde arayan bir Jennifer Lawrence var. Karakterlerimizi canlandıran kişilerini yazıyorum çünkü kendi isimleri yok, herkes “mother, him, man, woman” gibi cins isimlere sahip (Allah Allah, neden acaba?). Hemen Bardem’in yazar olduğunu ve tıkanma yaşadığını öğreniyoruz. Lawrence’ın da tek amacı evi toparlamak, tamir etmek, eşinin “yaratıcılığına” destek olmak. Bir süre sonra bu ıssız eve, nerden geldiği belirsiz hasta bir adam, devamında hasta adamın eşi geliyor; Lawrence ikisine işgalci gözüyle bakıp eve almak istemezken Bardem eve davet ediyor, başka yere gitmelerini istemiyor. Daha sonra eve gayriresmî olarak yerleşen çift, kendisi yokken Bardem’in odasına girip filmin en başındaki elmas (Sondaki s harfini atın.) kalbi kırıyorlar. Bardem olayı görünce deliriyor ama sadece “odayı onların erişimine kapatmakla” yetiniyor. Devamında çiftin iki oğlu bir anda eve geliyor, miras kavgasına tutuşuyorlar, biri diğerini öldürüyor (Ben bu hikâyeyi bir yerlerden hatırlıyorum?) ve o noktadan sonra eve sürekli birileri gelip gidiyor, işler çığırından çıkıyor, kaos başlıyor. Filmi izlerken ufak bir fikir jimnastiği yaptığımızda Aronofsky’nin normal bir öykü anlatırken ısrarla normal bir öykü anlatmıyormuş gibi davranmasının, Lawrence’ın gelenlere “burası benim evim” dediğinde karşılaştığı alaycı bakışların, Bardem’in “işin aslını bilmiyorsun kuzum” tavırlarının, Lawrence’ın absürt olaylar silsilesine rağmen “evi ayakta tutma” çabasının, alt metinlere hizmet etmesine rağmen su üstünde yüzen diyalogların hikmeti ortaya çıkıyor. Anladığımız üzere, ki Aronofsky anlamama ihtimalimize karşı finalde en başa dönüp ilk üç kareyi tekrar veriyor, isimsiz Bardem, Tanrı; Lawrence, “doğa ana” imiş. Eve gelen hasta adam Âdem, eşi Havva, çocuklar da Habil ile Kabilmiş. Aslında “yazar tıkanması”, “kadın-erkek ilişkisi” olarak başlayan ve Uzakdoğu korku filmleri efektleri eşliğinde anlatılan hikâye Tanrı, doğa ve insanoğlu arasındaki amansız mücadeleyi anlatan bir öyküymüş (Aronofsky teşbihler, mecaz-ı mürseller, teşhis ve intaklarla aynı anda 7-8 farklı okuma yapmamızı istiyor tabii ama düşük zekâlılığına en uygun düşen versiyon “yaratıcı kıssası”)… Buradaki sorun kesinlikle filmin rengini belli etmesi, sürprizini bozması gibi teknik veya kendisini övsün diye insanlar yaratan, spot ışıkları altında olmak isteyen Tanrı tasvirleri veya “bakın doğaya neler yapıyorsunuz” önermeler gibi fikri şeyler değil, Aronofsky’nin tavrı: Algida dondurma kabının içine yaprak sarması koyup ısrarla içinde başka bir şey olduğunu ima etmesi, bu esnada da sizin önce dondurma olduğuna inanmanızı ve içinden sarma çıktığı zaman da şaşırmanızı beklemesi, istemesi ve tüm bunları tasarlarken de sizi 0-6 yaş aralığının bilişsel ve duygusal zekâsına sahip bir varlık olarak varsayması.
Mother!, ancak Zulawski, Jodorowsky veya Wojciech Has gibi bir yönetmenin elinde “anlamlı bir anlamsızlığa” dönüşebilirmiş, anlaşılmak için ölüp biten ama anlaşılmamak için sahte manevralar yapan, “beni semiyotik olarak inceleyin” diye yalvaran ve olur olmadık her yere sıkıştırdığı suje, obje ve bilgi üzerinden muhyî ile ihyâ arasındaki ilişkiyi irdeleyen (Aronofskycilik oynuyorum, karışmayın.) bir yönetmenin değil. Eğer bir başkası Aronofsky’e böyle bir metinle gelse ve şu şekilde anlatacağız dese, “1911 yılında değiliz” cevabını verip senaryoyu çöpe atarmış muhtemelen ama her aşamasında kendisi olduğu için projenin çağ dışılığını görememiş ve pespaye afişlerle başlayan pr çalışması üzerinden “1911 yılında olmadığımızın farkındayım, bilerek yapıyorum” taktiğine geçmiş maalesef.
Mother!, binlerce yıllık sanat tarihini yok sayan, insan aklına hakaret niteliğinde, her türlü imkana sahip birinin kendi kendini eğlendirmek için çektiği ve israf kelimesinin sinemadaki karşılığı olan bir film. Elle tutulur bir yanı, ekmek kırıntısı kadar değeri yok. Başta belirttiğim gibi bu “kendini zeki hisset” filmine yücelik atfeden, “Aronofsky’i anlamıyorsunuz” tavrı güden kimseler illa çıkacaktır ama sinemasal ilerleme için bu tarz garabetlere karşı çıkmak lazım. Sinema, Mother!’a geçit vermeyenlerin omuzlarında yükselecek!