Patrick Ness’in Siobhan Down’un fikrinden esinlenerek kitaplaştırdığı “A Monster Calls” (Canavarın Çağrısı) esasen son olarak “Before I Awake”te izlediğimiz hikayenin bir benzerini anlatıyor bizlere. Yönetmenliğini J.A. Bayona’nın üstlendiği uyarlamada kansere yakalanmış annesiyle birlikte yaşayan bir çocuğun mücadelesine tanıklık ediyoruz.
12 yaşında bir çocuk olan Conor (Lewis MacDougall) bir taraftan okuyup diğer taraftan da hasta annesi Lizzy’e (Felicity Jones) bakmaya çalışıyor. Tedavi sonrasındaki günler yorgun düşen annesine yardım etmek için evin işlerini üstleniyor, bir çocuğun taşımaması gereken sorumlukları taşıyor. Geceleri kabuslardan uyanan Conor’ı bir gece ağaçtan bir canavar (Liam Neeson) ziyaret ediyor. Ona üç hikaye anlatacağını ve sonunda ondan bir hikaye beklediğini söylüyor. Masalların bile atlanan bir tarafı olduğuna dikkat çeken bu hikayelerle ona hayatın gerçekliğinden söz ediyor. Annesiyle birlikte hayata karşı verdiği savaşın yanında şimdi de bu canavar onu gerçeğe, gerçeği itiraf etmeye çağırıyor.
Son yüzyılın en büyük kabusunu bir çocuğun gözünden anlatan hikaye, bu canavar üzerinden Conor’ın bilinçaltında bir yolculuğa çıkarıyor izleyiciyi. “Harry Potter” serisindekine benzer fantastik bir atmosfere sahip olan film ölümle burun buruna duran annesi hakkındaki acı dolu gerçeği itiraf etmesi konusunda zorluyor genç ana karakteri. Bir taraftan annesinin iyileşmesi için elinden geleni yapan, onu bırakmamak adına kendi hayatından feragat eden bir evladı, diğer yandan da her insan gibi önce kendini düşünen Conor’ın ortak hikayesini anlatıyor. Annesi için elinden gelenin en iyisi hatta fazlasını hiç çekinmeden yapabilecek olan Conor, yine de sırtladığı bu sorumluluğun ağırlığından yorgun düştüğünün ve daha fazla dayanabilecek gücünün kalmadığının farkında. Ve bu ikilem içinde, sevdiğinden vazgeçme zorunluluğunun inkarı eşiğinde bir bunalıma, depresyona giriyor. Yaşadığı travmatik sürecin çıkmazında da fantastik bir karakter, hayatın gerçekliğini tanıyan ihtiyar bir ağaç ona yol gösteriyor, bu yolculukta ona yoldaş oluyor.
“A Monster Calls” modern çağın en “popüler” üç teması olan kanseri, bekar anne – çocuk ilişkisini ve son olarak da depresyonu aynı potada eritip sunuyor izleyiciye. Çocuğun yaşadığı derin travmayı fantastik bir dokunuşla yumuşatıyor ve biraz da psikolojik çözümlemenin ciddiyetine uygun ortam hazırlıyor. Ancak canavarı somutlaştırarak mantıksızlıktan fantastiğe kaymaya çalışırken kimi detayları es geçiyor ve olayı şizofreniye bağlarken işin ucunu farkında olmaksızın kaçırıyor. Yine de bir çocuğun bilinçaltına yapılan fantastik bir yolculuğu, modern yaşamın gündelik sorunlarındaki gözden kaçan detaylarları üzerine kurarak karakter sahibi duygusal bir iş çıkarmayı başarıyor. Yaşanmışlıkları olanları derinden etkileyeceğinin garantisini verebilirim.