Kendi kariyerinde başarıyı yakalamış insanlara, meslekleriyle ilgili olarak onları çok etkilemiş filmlerle ilgili sorular soruyoruz. Konuğumuz köşe yazarı Mehveş Evin. Evin bir gazeteci olarak kendisini en çok etkileyen filmin 2005 yapımı İyi Geceler ve İyi Şanslar (Good Night and Good Luck) olduğunu söylüyor.
Filmi seyrettiğinizde kariyerinizin nasıl bir noktasındaydınız?
Film 2005’te gösterilmişti, Akşam gazetesinde yayın koordinatörüydüm. Henüz köşe yazmaya başlamamıştım.
Bu filmin üstünüzde nasıl bir etkisi oldu?
Film 1950’leri, yani hem Amerikan haber televizyonculuğunun ilk dönemlerini hem de McCarthy’cilik günlerini anlattığı için beni çok etkiledi. Tabii oyuncuları, siyah beyaz olması ve sinema diliyle de… Yedi yıl önce seyretmişim; Türkiye’de gazetecilik açısından kendimizi bugüne göre çok daha “özgür” hissettiğimiz günlerdi. Fakat 28 Şubat’ı, andıçı yaşadığımız için pek çok açıdan “tanıdık”dı. Sadece siyasi baskılarla mücadele anlamında değil, büyük medya grupları- reklamveren, patron-gazeteci ilişkisi açısından da…
Filmin kendinizi ya da çevrenizdekileri özdeşleştirdiğiniz bir karakter ya da bir olay var mıydı?
Ana karakter değil, ancak Robert Downey Jr, Patricia Clarkson ve George Clooney’in canlandırdığı yazıişleri ve prodüksiyon ekibi tanıdık gelmişti. Filmdeki medya patronu tiplemesi haricinde özdeşleştirdiğim pek kimse olmadı. Sanırım CBS’in patronu Bill Paley (Frank Langella oynuyor) evrensel bir tip, dünyanın her yerinde var. Ama televizyonculukta, o güne kadar bir Edward R. Murrow örneğini pek görmedik. Bizde daha ziyade yazılı basında Murrow gibi gazetecilik ilkelerine göre hareket eden, inandığını söyleyen, hükümetin/askerin baskılarına ciddi muhalefet edenler oldu, oluyor da… Çoğu sokak ortasında öldürüldü ve cinayetler aydınlanmadı. Uğur Mumcu, Hrant Dink, Gündem gazetesi çalışanlarını hatırlayın. Şimdilerde işten çıkartılma, itibarsızlaştırılma, hapse atma gibi yöntemler uygulanıyor.
Filmden sonra mesleğinizle ilgili yeni kararlar aldınız mı?
Yeni kararlar almadım. Ama “iyi gazetecilik nedir? Bu işi yaparken nasıl sağlam durabilirim?” gibi bir derdiniz varsa, çok öğretici ve motive ediciydi… Kimbilir, doğrudan etki etmese de medyada “mutfak” işlerinden vazgeçip bireysel işleri seçmemi hızlandırmış olabilir. Bugüne baktığımda, ABD’de McCarthy döneminde yaşananların benzer bir versiyonunu yaşadığımız ortada. Baskıya oyun eğmeyenler çok acımasızca cezalandırılıyor. İnsanlar “iddialar”la hapse atılıyor, bu “suç” için yeterli delil sayılıyor. Murrow, filmin bir sahnesinde TV yayınında “Suçlamanın kanıt olmadığını daima hatırlamalıyız” diyordu…
Filmde mesleki anlamda aklınıza yatmayan ya da sizi çok şaşırtan şeyler gördünüz mü?
Patronun “yapma” emrine rağmen, “babası Sırp gazetesi okurken görüldüğü için ordudan atılıp fişlenen asker” haberini yapan haberciler görmek… Üstelik bu hareketin, kendilerinin de fişlenmesine yol açacağını bilerek! Bir de Murrow’un canlı yayına püfür püfür sigara içerek çıkması… Bugün düşünülemez bile!
Bir gazetecinin bu filmden çıkarması gereken dersi tek bir cümleye dökmek gerekirse…
Dostum, bu işi yapacaksan ev, araba ve maaş için değil, onurunla ve inandığın ilkeler için yapacaksın…
George Clooney’nin ikinci yönetmenliğiydi. En iyi Yönetmen dalında Oscar’a aday gösterildi ama alamadı. Ayrıca En İyi Film, En İyi Erkek Oyuncu ve En İyi Senaryo dalında da Oscar’a aday gösterildi film ama hiçbirini kazamamıştı. Bu sonucu nasıl karşılamış ve yorumlamıştınız siz?
Şaşırmıştım, çünkü film büyük övgüler almıştı… Bir yandan da Hollywood’un, dönem filmi olmasına rağmen sisteme bu kadar muhalif bir filmi göklere çıkaracağını düşünmek de saflık olur.
Sizce Türkiye’nin Edward R. Murrow’ları var mı?
Televizyonda pek yok, çünkü inandığı gibi habercilik yapmaya, konuşmaya devam edenler Banu Güven ve Ayşenur Arslan gibi birer birer şutlanıyor, programı durduruluyor….